Header Ads

Biliyorsun, İnanıyorsun Ama Yapamıyor Musun? / Bob Proctor Türkçe 47


İnançların Paradigmanı Nasıl Etkiliyor?


Çoğu insan inançları statik ve doğuştan gelen bir şey olarak düşünür. Başka bir deyişle, “Ben buna inanıyorum ve hayatım boyunca da buna inanacağım. Ben buyum.” Siyasi bağlamda insanlar “Ben liberalim ya da muhafazakârım” derler. Kişilikleri açısından ise, “Yumuşak başlıyım” ya da “Şu tip bir insanım” derler. “Erkeklerin X konusunda, kadınların ise Y konusunda iyi olduğuna inanıyorum.”


Çoğu insan böyledir ama böyle olmamalıdır çünkü inançlarımız hayatımızdaki her şeyi şekillendirir. Paradigmamız inançlarımızdan oluşur. Ne yazık ki, birlikte hareket ettiğimiz inançların çoğu kesinlikle saçmadır. Hiçbir temelleri yoktur. Gerçeğin ışığında yok olup gideceklerdir. Dahası, bu saçma inançların çoğunu biz üretmedik.


İnanç çok ilginç bir sözcüktür. Benim hayatımda büyük bir rol oynadı. Neden kazandığımı anlamaya çalışıyordum. Kimsenin bana cevap vermesini, gerçekten nedenini söylemesini sağlayamıyordum. Sadece iki referans kaynağı olduğunu biliyordum: bilim ve teoloji. Çeşitli dinlere girdim. Kuran'ı, Tevrat'ı, İncil'i, Mormon Kitabı'nı okudum. Nereye gittiğimin bir önemi yoktu; her yerde “inanmak zorundasın” yazıyordu. Harvard'da William James, 1900'lerde, “İnanın ve inancınız gerçeği inşa edecektir” demişti. Ama ben merak ettim, “Nasıl inanırsın?”


Bunun cevabını bilmiyordum. İnancını nasıl değiştirirsin? İnandığım şeye neden inanıyorum? Bir şey diğerine yol açtı. Bu birkaç yıl böyle devam etti. Ne ben çözebildim ne de kimse cevap verebildi.


İnanç ve Yeniden Değerlendirme


Bir gün akıl hocam olan Val Vanderwall ile yemek yiyordum. Boş bir sohbet sırasında şöyle dedi: “İnanç sistemimiz bir şeyi değerlendirmemize dayanır. Ve sıklıkla, bir durumu yeniden değerlendirirsek, o durum hakkındaki inancımız değişecektir.”


O bunu söylediğinde sanki kafamda çanlar çalmaya başladı ve “Bir dakika. Az önce ne dedin sen?” dedim.


Ona tekrar ettirdim: “İnanç sistemimiz bir şeyi değerlendirmemize dayanır. Ve sıklıkla, bir durumu yeniden değerlendirirsek, o durum hakkındaki inancımız değişecektir.”


Birden kafamda bir şeyler canlandı. Birdenbire hayatımın neden ve nasıl değiştiğini anladım. Aradığım her şeyi biliyordum. Çaldığım tüm plaklar ve okuduğum kitaplarla ilgili notlar alıyordum. Tüm bu zaman boyunca yaptığım şey kim olduğumu yeniden değerlendirmekti, çünkü bu konuşmacıların ve yazarların paylaştığı tüm bu bilgiler benim hakkımdaydı. Kendimle ilgili gerçeklerden bahsediyorlardı. Ben de kim olduğumu yeniden değerlendiriyordum. İşe yaramaz bir karakter olduğumu ve geçmişimin geleceğimi belirlemesine izin verdiğimi düşünmekten, bunun değişmesi gerektiğine karar vermeye geçtim.


Bu süreç zaman alır. Benim için olduğu kadar uzun sürmesi gerekmiyor, çünkü sana açıkladığım şeyi öğrenmek yıllarımı aldı. O zamanlar fark etmemiş olsam da, bu kayıtları tekrar tekrar dinleyerek inanç sistemimi değiştiriyordum.


İçinde olup bitenleri değiştiren şey tekrardır. İnanç sistemini değiştirecek olan bir fikri duymanın tekrarıdır. Sana ne kadar iyi olduğunu söyleyen ve sonra bunu neden o kadar iyi olduğuna dair her türlü kanıtla destekleyen bir kaydı dinlemeye devam ettiğinde ve bunu tekrar tekrar dinlediğinde, buna inanmaya başlayacaksın.


Eğer bir insana yeterince sık yalan söylersen, ona inanacaktır. Hitler bunu kanıtladı. İnsanlara yalanlar söyledi ama o kadar ikna ediciydi ki insanlar ona inandı. Bazıları hala yaptığı şeyin doğru olduğuna inanıyor. Bu ne kadar saçma olsa da, çok sık duydukları için buna inanıyorlar.


Aynı şeyi tekrar tekrar duymaya devam edersen, ona inanmaya başlarsın. Okula gitmezsen kazanamazsın diye duyduk. Bu doğru değil. Hiç okul yüzü görmemiş pek çok insan devasa organizasyonlar kurdu. Bize kiliseye gitmezsen günahkâr olursun diye öğretildi. Bu da doğru değil.


Buna neden inanıyoruz? Çünkü çocukken bunu defalarca duyduk. Zihnimize programlanmıştı. Küçük bir çocukken bunu tekrar tekrar duymanın bir sonucu olarak, bu inancı geliştiririz. Herhangi bir şeyin farkına vardığımız andan itibaren buna inanırız; bu bizim inanç sistemimizin bir parçasıdır.

 

Ben şahsen inançlarımızı sürekli olarak yeniden değerlendirmemiz gerektiği sonucuna vardım. Herhangi bir koşul ya da durum nedeniyle bir şeyi yapamayacağına inandığında, bu inancın geçerliliğini yitirir. Kendinde kesinlikle muhteşem bir şey olduğuna inandığın noktaya gelmelisin. Bizde inanılmaz bir şey var ve hayatımız boyunca bunun üzerinde çalışabiliriz. Earl Nightingale'in de belirttiği gibi, vücudumuz saniyede yaklaşık kırk milyon hücre hızında değişiyor. Sürekli bir değişim evrimi içindeyiz.


İnanç sistemimiz değişebilir ve her zaman da değişmektedir. Bu değişim yukarı doğru büyümeyi, genişlemeyi ve daha eksiksiz bir ifadeyi içermelidir çünkü bizler ruhani varlıklarız ve ruh her zaman genişlemeye ve daha eksiksiz bir ifadeye doğru hareket eder. Bu her zaman daha büyük iyilik içindir - sadece bazen değil: her zaman. Bunu anlayabildiğimizde ve buna kilitlendiğimizde, yaşamlarımız gittikçe daha iyi olmaya devam edecektir.


Bilinçli ve Bilinçsiz İnanç


Bazen insanlar yeni bir inanç sistemi oluştururken, istedikleri sonuçları hemen göremediklerinde güvenlerini kaybedebilirler. Kendilerine ilişkin yeni vizyonları yakın vadede sonuçlara yansımadığında insanlar ne yapmalıdır?


Bu sorunu anlamak için, burada iki düzeyle uğraştığını fark etmelisin: bilinç düzeyi ve bilinçaltı düzeyi. Bir şeye bilinç düzeyinde inanırken bilinçaltı düzeyinde inanmayabilirsin. Diyelim ki Düşün ve Zengin Ol kitabını okudun ve daha fazla para kazanabileceğine inanıyorsun ama kazanmıyorsun. Sorun nerede? İnanç sadece zihninde. Öznel zihne entegre edilmesi gerekir. Bilinçaltına düzgün bir şekilde yerleştirilmedikçe, sonuç olarak ortaya çıkmayacaktır.


Bir şeye inandıklarını bildikleri halde bunun yaşamlarında ortaya çıkmaması insanlar için oldukça kafa karıştırıcıdır. Bu bir praksis meselesidir, yani inancın davranışla bütünleştirilmesidir. “Bir şeyi yapabileceğime inanıyorum” dediğinde ve bunu yapmadığında, bunun nedeni bu inancın bilinçaltına düzgün bir şekilde yerleştirilmemiş olmasıdır. Tekrarlama ve doğru görselleştirme yoluyla bilinçaltına yerleştirilir; daha sonra sonuçlar olarak tezahür etmeye başlar.


Yazar George Leonard Ustalık adlı bir kitap yazdı. Eğer bir şeyde kalırsan, bir süre platoda kalacağını söylüyordu. Ama her gün o uygulamaya devam edersen, bir gün aniden bir sıçrama yapar ve kendini yeni bir seviyede bulursun. Ama o sıçramanın ne zaman geleceğini bilemezsin. İşte o zaman bir kuantum sıçraması yaparsın.


Bu ustalık devreye girdiğinde, sonuçlarda muazzam bir değişiklik olur. Bu o kadar hızlı olur ki neredeyse şok etkisi oluşturur. Gelirimin yılda 4.000 dolardan ayda 14.500 dolara çıkması tüm sistemim için bir şok oldu. Bir şeyde ustalaştığında bu olur.


Bu süreç muhtemelen her insanda farklı bir zaman alıyor. Bence bu tekrarlamaya bağlı - ne kadar sık çalıştığına ve ne kadar derin çalıştığına. Tekrarlama işin anahtarıdır.


İnsanlar seminerlere gidiyor, kitaplar okuyor ve kayıtlar dinliyor ama sonuçlar gelmiyor, bu yüzden çok hayal kırıklığına uğruyorlar. Göremedikleri her türlü şeyin gerçekleştiğini anlamıyorlar. Bizler görünmeyen bir dünyanın parçasıyız; aslında en büyük parça görünmeyendir. Hiçbir şey yaratılmaz ya da yok edilmez ve titreşim yasası her şeyin farklı frekanslarda titreştiğine hükmeder. Her frekans bir alttakine ve bir üsttekine bağlıdır, yani her şey birbirine bağlıdır. Görünmeyen ve görünen birbirine bağlıdır. Ruh kendi zıt kutbu aracılığıyla tezahür eder. Ruh, içinde yaşadığın fiziksel beden ile ve onun aracılığıyla çalışır.


Ortalama bir birey bu konuda hiçbir şey bilmiyor. Ya da buna entelektüel olarak inanırlar ama gerçekleşmez ve bu da hayal kırıklığına neden olur. Çoğu zaman insanlar, Napoleon Hill'in dediği gibi, zenginlikten sadece üç santim uzakta olabilecekken vazgeçerler.


Price Pritchett, Sen Kare (2) adlı kitabında “Kanıtın yokluğu, yokluğun kanıtı değildir” diye yazmıştır. Sonra da eklemişti: “Bir buzdağını düşünün, orada gerçekte olanın sadece ucunu görürsünüz, ama en az onun kadar gerçek ve gözünün önünde olmayan görünmez kaynaklar, başarabileceklerin üzerinde derin bir fark oluşturmaya hazırdır.”


Anlamadığımız bir şeyle, çoğu insanın zihnine kesinlikle yabancı olan bir şeyle uğraşıyoruz. Ortalama bir birey kendisi hakkında çok az şey bilir. Okulda kendimiz hakkında hiçbir şey öğrenmiyoruz. Psikoloji eğitimi almış olsan bile, kim olduğunun özüne asla inemezsin. Her şey entelektüel düzeyde kalıyor; kim olduğumuzun ruhani özüne asla inemiyorsun ki bu oldukça üzücü.


Bu fikirleri ilk duyduğumda aptalca olduklarını düşünmüştüm. Ama bunu açıklayan adam şöyle dedi: “Benim yöntemim işe yarıyor, seninki yaramıyor. Neden benim yöntemimi denemiyorsun?” O mutlu, sağlıklı ve zengindi. Ben mutsuz, hasta ve parasızdım. “Sana yalan söylediğimi ya da neden bahsettiğimi bilmediğimi anlayana kadar sana söylediklerimi aynen yap” dedi.


Bunun mantıklı olduğunu düşündüm ve tavsiyesine uydum. Anında her şey değişmeye başladı. Tabii ki inanç sistemim de değişmeye başladı. Birçok kişi tarafından uzay programının babası olarak kabul edilen Wernher von Braun, kozmosun muhteşem gizemlerini incelediği yılların kendisini Yaradan’ın varlığına inandırdığını söyledi. Bu evrenin doğal yasalarının o kadar kesin olduğunu söyledi ki, uzay gemileri inşa etmekte, aya insan göndermekte ve iniş zamanlamasını saniyenin çok küçük bir kesri içinde yapmakta hiç zorluk çekmiyoruz. Bu yasaların birileri tarafından konulmuş olması gerektiğini söyledi.


Bu hoşuma gitti. Bunu benimsedim. İşin püf noktası, yasaları elinden geldiğince iyi anlamak. O zaman olayların nasıl gerçekleştiğini ve nasıl gerçekleşebileceğini anlamaya başlarsın.


Dikkat Dağınıklığının Üstesinden Gelin


Daha önce de belirttiğim gibi, Başkan Kennedy von Braun'a aya gidip güvenli bir şekilde geri dönecek bir roket inşa etmek için ne gerektiğini sorduğunda, von Braun “Bunu yapma iradesi” demişti. İrade, yüksek yetilerden biridir ve bize zihnimizin ekranında, dışarıdaki tüm dikkat dağıtıcı unsurları dışarıda bırakarak bir fikri tutma yeteneği verir.


Ne yazık ki dikkatimiz her zaman dağınıktır. Görür, duyar, koklar, tadar ve dokunursun, ancak bu beş duyu seni yalnızca dış, maddi dünyayla ilişkilendirir. Dışarıda her zaman devam eden bir faaliyet vardır ve her zaman bilinçli dikkatin için yalvarır. İradenin doğru kullanımıyla, bu beş duyuyu kapatır ve zihnini odaklandığın fikirle mükemmel bir uyuma getirirsin. Büyük golfçüler böyle yapar. Büyük atletler bunu yapar. Tüm büyük satışçıların yaptığı budur. Herhangi bir konuda harika olarak nitelendirilen tüm insanlar bunu yapar. Odaklanırlar. İşlerine sadık kalırlar. Her yerde dolaşmazlar.


İnsanlar olarak, ruhani yönü yaratılışın geri kalanıyla paylaşırız; aslında Öz aynı anda her yerde yüzde 100 mevcuttur. Öz her yerde mevcuttur. Her şey Özdür. Öz olmayan hiçbir şey yoktur. Birçok biçimde tezahür eder ama her zaman zıt kutbu olan fiziksel biçimde tezahür eder.


Var olan her şeyle Öz’ü paylaşmamıza rağmen, bizi diğerlerinden ayıran şey öz-bilinçli olmamızdır. Kendimizin bilincindeyiz. Bildiğimiz kadarıyla başka hiçbir yaşam formunun sahip olmadığı entelektüel nitelikler bize bahşedilmiştir: algı, irade, akıl, hayal gücü, hafıza ve sezgi.


Bu yetilerin her biri muazzam derecede geliştirilebilir. Bunlar sonuçlara yansır; meyvelerinden onları tanıyacaksın. Söylediğim gibi, çoğu insan bu yüksek yetiler hakkında çok az şey bilir. Onlar yalnızca duyuları aracılığıyla görebildikleriyle yetinirler. Fiziksel dünyanın seni kontrol etmesine izin verirsen, zaten sahip olduğundan daha fazlasına asla sahip olamazsın.


Maddi dünyamızdaki her şey fiziki boyuttadır. Bunun ötesine geçerek daha yüksek yetilerine ulaşmak istersin. Her şey mümkündür. Her şeyi yapabiliriz. Biz Tanrı değiliz ama Yaradan’ın bir ifadesiyiz ve büyük işler yapılabilir. Sonsuz bir güçle karşı karşıyasın; yapabileceklerinin sonu yok. Ne olduğu ya da ne kadar iyi olduğu önemli değil, yine de daha iyi olabilir. Bence “daha iyi” çok güzel bir kelime.


Duygular sürücü koltuğundadır, hareket etmemize neden olurlar ama duygusal zihne neyin gireceğini akıl belirler. Bilinçli zihin hem tümevarımsal hem de tümdengelimsel olarak akıl yürütür. Bilinçaltı zihin yalnızca tümdengelimsel olarak akıl yürütür; başka bir deyişle, yalnızca kabul edebilir; reddedemez. Bilinçli zihnin tümevarımsal bir muhakeme kapasitesine sahiptir ve bu da bilinçaltı zihnine neyin gideceğini seçmeni sağlar. Eğer bu tümevarımsal muhakeme yetisini kullanmıyorsan, uykuya dalmışsan, etrafında olup biten her şey doğrudan bilinçaltına gider ve davranışlarını kontrol eder.


Reklamcılık Nasıl Çalışır?


Reklamcılık böyle çalışır. Tümevarımsal muhakeme faktörünü bir kenara bırakır ve bilinçaltını açar, böylece tamamen tümdengelimci olur ve sana söylenen her şeyi yaparsın. Bir kişinin tümevarımsal muhakeme faktörünü hayranlık, anlaşma veya şok yoluyla bir kenara bırakabilirsin. İnsanlar bu şekilde hipnotize olur. Hipnoz telkinden başka bir şey değildir. Reklamcılık da bir çeşit hipnozdur. Seni büyülerler, şok ederler, tümevarımsal muhakeme faktörünü bir kenara bırakırlar ve bam! Bir resim çıkar ve doğrudan bilinçaltına girer. Bunu bir kez yapmazlar. Tek bir reklam satmazlar; bir dizi reklam satarlar. Bunlar tekrar tekrar yayınlanıyor ve mesaj doğrudan bilinçaltına giriyor. Sonunda kendini onların yapmanı istediği şeyi yaparken bulursun ve nedenini merak edersin. Çünkü bu fikir zihnine yerleştirilmiştir.


Reklamcılar, belirli bir zihinsel durumdayken sana yeterince sık bir fikir atarlarsa, bu fikirle hareket edeceğini bilirler. Seni büyülenmiş bir duruma sokarlar. Bir film izliyorsun: Birinin arkasından sinsice yaklaşan biri var. Kalbin çarpıyor, koltuğun kenarındasın ve aniden, bum! Önünde güzel bir araba var. Bunu bir kere yapmazlar. Tekrar tekrar yaparlar. Sonra da neden otomobil galerisinde dolaştığını merak edersin.


Bilinçaltı her şeyin gerçekleştiği yerdir. Harekete geçmemize neden olan şeydir. Yine de bilinçli zihin, bilinçaltına neyin gireceğini belirleyebilir. Düşünmek zorundasın ama çoğu insan düşünmez. Onları izleyerek düşünmediklerini anlayabilirsin.


Tepkiye Karşı Yanıt


Dr. Viktor Frankl, İnsanın Anlam Arayışı adlı muhteşem bir kitap yazdı. Kendisi İkinci Dünya Savaşı sırasında bir toplama kampında Yahudi bir psikiyatristti ve şöyle yazmıştı: “Maruz kaldığın entelektüel veya fiziksel istismar ne olursa olsun, hiç kimse düşünmek istemediğin bir şeyi düşünmene neden olamaz.” Her durumda, durum ile senin ona verdiğin tepki arasında bir boşluk olduğuna dikkat çekmiştir. Bu boşluk bir milisaniye olabilir, ancak bu boşlukta tepki mi vereceğini yoksa yanıt mı vereceğini seçme olanağına sahipsin.


Yalnızca tepki verirsen, seçme yeteneğini duruma ya da kişiye teslim etmiş olursun. Gücünü tepki verdiğin şeye vermiş olursun. Beni üzen bir şey söylersen, gücümü sana vermiş olurum; beni üzmene izin vermiş olurum. Düşünmeyi bıraktım ve bilinçaltıma koştum demektir.


Eğer yanıt veriyorsam, şöyle bir bakıyorum ve şöyle düşünüyorum: “Acaba bunu neden söyledi? Ama bu hiç de doğru değil. Ben aslında çok iyi bir insanım. Bunu kabul etmek zorunda değilim.” O zaman tepki vermiyorsun, yanıt veriyorsun. İnsanların öğrenmesi gereken şey bu. Ben bunu çocuklara öğrettim. Bu onların hayatlarını değiştirdi, çünkü olan bitene tepki veriyorlardı. Onlara “Tepki verdiğinde, senin dışındaki her şey seni kontrol eder; kendini hiç kontrol edemezsin” diyorum.

 

Tepki vermek yerine yanıt verebilmek için öncelikle tepki verdiğinin farkında olman gerekir. Çok hızlı tepki verebilirsin. Şöyle bir ifade var: “Düğmelerine nasıl basacağını gerçekten biliyor.” İnsanların yanıt verebilmesi için düşünmeleri ve başkalarının ne düşündüğü konusunda endişelenmeyi bırakmaları gerekir. Biri sana saldırgan bir şey söylerse, buna tepki verebilirsin. Onlar kızar, sen de kızarsın; sen bana bağırırsın, ben de sana bağırırım. Bunu yaparak kimse kazanamaz.


Böyle bir şey olduğunda dur ve kendine sor, bunu neden yapsınlar? Neden böyle söylüyorlar? Tüm sistemimiz tepki vermemizi sağlayacak şekilde yapılandırılmıştır.


Her zaman telkinlere göre hareket ediyoruz. Tüm bu saçmalıklarla - bağırıp çağırmalar, kavgalar ve isyanlar - insanlar birbirlerine tepki veriyorlar; düşünmüyorlar. Sonra da aynı şeylerin daha fazlasını yaparak onları bastırmaya çalışıyoruz. Ateşe ateşle karşılık vermek işe yaramaz.


İnsanları durup düşünmeye teşvik etmeliyiz ama bize okullarda düşünme öğretilmiyor. Düşünme, tıpkı daktilo yazmayı ya da piyano çalmayı öğrenmek gibi öğretilebilecek bir konudur. Yüksek yetilerini, tümevarımsal muhakeme gücünü kullanmak üzere eğitilebilirsin. Dışarıda olup bitenlere tepki vermek yerine yanıt verme alışkanlığı edinmeye karar verebilir ve bu konuda iyi olabilirsin.


Sana asla tepki vermediğimi söylemeyeceğim, çünkü veriyorum. Tepki verdiğimde, bunu yaptığımın farkına varıyorum ve bunu durduruyorum. Tepki verirken kazanamazsın.


Kağıt Üzerinde Problem Çözme


Bir sorunum olduğunda birkaç teknik kullanırım. Öncelikle, elimden geldiğince açık bir şekilde bir kağıda yazarım. Yazdıktan sonra geri dönüp fikri kaybetmeden çıkarabildiğim kadar çok kelimeyi çıkarırım. Öyle isterim ki, kağıdı sana versem ve sen de okusan, sorunu benim gördüğüm gibi görürsün.


Sorunu bu şekilde ortaya koyduğumda, gidip masada farklı bir yere otururum. Evimdeysem, yemek masamın üzerine koyarım. Eğer ofisimdeysem, masamın ortasına koyarım. Sonra başka bir yere otururum ve “Earl Nightingale buna nasıl bakardı?” diye sorarım. Zihinsel olarak Earl'ün enerjisine girmeye çalışırım. O bunu nasıl algılardı? Buna nasıl bakardı?


Soruyla bu şekilde oynadıktan sonra, başka bir yere oturup “Napoleon Hill buna nasıl bakardı?” diye sorabilirim. Sonra başka bir yere oturuıop “Andrew Carnegie buna nasıl bakardı?” diye sorabilirim. Yarım düzine insan seçerim - belki Edison ya da Henry Ford - ve zihinsel olarak onların enerjisine girerim. Çok geçmeden olaya tamamen farklı bir açıdan bakmaya başlarım.


Rahmetli dostum Wayne Dyer'dan bir alıntı yapmıştım: “Bir şeye bakış açını değiştirdiğinde, baktığın şey de değişecektir.” Bu, duruma ilişkin algını değiştirmektir. Bu yapılması gereken tek şeydir ve çok işe yarar.


Sonra, yüksekten alçağa doğru çalışmak istersin. Yukarıdan aşağıya inmek, ruhtan aşağıya, akıldan fiziksel aleme inmek anlamına gelir. Her zaman ruhtan entelektüel ve fiziksel olana doğru çalış. Eğer elektrikle çalışıyorsan, daha yüksek bir potansiyelden daha düşük bir potansiyele doğru çalışmalısın. Eğer bu yasaya ters düşmeye çalışırsan, elektrikten hiçbir fayda elde edemezsin.


Ruh düşünce düzeyindedir. İçten dışa doğru gelirsin, dıştan içe değil. Çoğu insanın yaptığı gibi mevcut sonuçlara bakmaz ve onların seni kontrol etmesine izin vermezsin. 


Bizler ruhani varlıklarız, dolayısıyla ruhani benliğimize, düşünce dünyasına gidebiliriz. Düşünce her yerde mevcuttur; Öz de öyle.


Düşüncelerin her yerdedir. Düşünürken, muazzam bir güçle çalışıyorsundur. Düşünce var olan en güçlü enerjidir: Düşünceden başlayıp fikre ve oradan da nesneye geçersin.


Dışarıdan içeriye doğru çalışmazsın: içeriden dışarıya doğru çalışırsın. Bunu uzun zamandır yapıyorum. Çok işe yarıyor. Yasayla uyum içinde çalıştığında, her şey güzelce akar.

Blogger tarafından desteklenmektedir.