Header Ads

Nedir Bu Herkesin Dilinde Ölmeden Ölmek / Çekim Yasası Hakkında Her Şey 18


Kaş yaparken göz çıkarmak diye bir tabir var biliyorsun. Bu tabiri karşılayacak bazı şeyler duyduğum için araya girmek zorunda hissettim kendimi. Normalde bugün biraz bahsedeceğim konuyu bu konuşmamızın son günlerine saklamıştım ama dediğim gibi araya girmem gerekli oldu ne yazık ki.

Sürekli şöyle şeyler duyuyorum: "Hayatın bir anlamı yok", "Bu dünyaya dair bir şey yapmak istemiyorum", "İnzivaya çekilmek istiyorum", "Dünyadan elimi eteğimi çekmek istiyorum", "Her şey anlamsız geliyor" gibi gibi... Bir de dönüp dolaşıp bütün bu söylemlerin bağlandığı bir tabir var ki bence çok yanlış anlaşılıyor: "Ölmeden ölmek".

Sorsam herkes ölmekten korkuyor ama nedense iki kere ölmeye de herkes çok meraklı :). Bir kenara çekilmek, sadece ibadet etmek ya da manevi unsurlarla ilgilenmek, çalışmayı, gayret göstermeyi ve çabalamayı anlamsız görmek, tüm maddi gereksinimleri reddedip sadece ruhsal yönelimlere kıymet vermek gibi bir moda var sanki ortalıkta dolaşan.

Buradaki dengeyi sağlamak konusunda zorluk çekilmesini anlayışla karşılayabiliyorum. Evet, her birimiz maddi unsurlara gereğinden fazla bağlı biçimde yetiştirildik, bunu daha önce konuştuk. Gerek para olsun, gerek ihtiyacımız olmadığı halde dayatılan, zorunluymuş gibi gösterilen mülkler olsun bizi madde alemine çok bağlı hatta bağımlı bir hale getirdi. Şimdi bunun tersini manevi taraf için yapmanın bir manası yok.

İlk olarak şunu iyi anlamak gerekiyor: Biz Dünya'dayız. Fiziksel bir boyuttayız ve yaşamlarımızı burada sürdürüyoruz. Burayı tamamen dışlamak da ne demek oluyor? Neymiş, sadece ibadet etmek istiyormuş. Keşke dağ başında bir evi olsaymışmış, sabahtan akşama kadar sadece ahireti için çabalasaymış. Bize ne olursa olsun yani, şehirde kalanlar bu dünyada ne çekerse çeksin, haspam dağdaki evinde tek başına kendi paçasını kurtarmanın derdinde. Dağda ermiş olmak kolay iş, belli bir süre yapayalnız kalınca erersin zaten nereye ereceksen artık. N'apcan ki, başka yapacak bir şey yok. Bize şehirde derviş lazım. Bize biz lazım, yalnız yürünmez bu yol.

Allah'ın bilmediği ne biliyorsun da bu yaratılışı beğenmeyip kendine yeni bir dünya kurmaya çalışıyorsun diye sorasım geliyor. Sadece ibadet edilmesi gerekseydi öyle yaratılırdık, sadece ruhani bir gayret içinde olmamız gerekseydi öyle yaratılırdık, sadece tek başımıza bir tekamül yolculuğunda olmamız gerekseydi yalnız yaratılırdık. Neden beden, zihin ve ruh dengesi ile yaratıldığımızı düşünmek yerine bunları reddetmek ya da yok etmeye çalışmak gerçekten komik.

Bir de şu var: "Bana bi' haller oldu" :). Şunu içtim, bunu yaptım, şu kadar şunu çektim, bu kadar meditasyon yaptım sonra bi' haller, bi' haller. E, çok güzel sonuç: "Hayat çok anlamsız..." Haydaaaa :). Sürekli üzerine bastığım bir şey var, adım adım, aceleye gerek yok, yeter ki her gün olsun, ama adım adım olsun. Hak edişler tamamlandıkça herkes mükafatını alacak, ama önce hak etmek ve hazır olmak lazım. Aksi takdirde kaş yaparken göz çıkartmak oluyor. Hiç birimiz su içmeden yaşayamayız ama onu da beş litreden fazla içersen zehirleniyorsun işte. En zararsız olan sudan bahsediyorum. Daha önce çok defa tekrarladım ama bir daha söyleyeyim: "Kendiliğinden uçmaya başlamadığın sürece yapacağın her uçma denemesi Harry Potter'cılık oynamaktır." Ama henüz Expelliarmus deyip de şimşekler çaktıranı görmedik. O dediğin Hogwarts da, burası T.C., Türkiye Cumhuriyeti :)...

İşin kötüsü, böyle halden hale geçip bi' de buna bir isim takılmış durumda: Ölmeden ölmek. Kötü bir haber vereyim böyle düşünen arkadaşlara: Biz buraya yaşamaya geldik. Bu yüzden yaşam kabiliyeti, hayat enerjisi olan ve sosyal canlılar olarak yaratıldık. Burada yapabileceğimiz en önemli şey "deneyimlemek", her şeyiyle birlikte bu hayatı deneyimlemek ve tecrübe ettiğimiz her şeyde Rabb'imizi görmek, görebilmek.

Yağmur yağar, ıslanmamak için kaçar gidersin. E, peki bir insan yağmur yağmadığı zaman nasıl ıslanabilir ki? Denize girmek ya da banyoyu demiyorum, o suya girmek. Islanmak zaten sadece yağmur yağdığında mümkün. Kar yağar, hava soğuk der eve tıkılırsın, ama üşümek dışarıda mümkün. Güneş çıkar hemen bir gölge ararsın ama yanmak o güneşin altında mümkün. Yemek sıcaksa beklemek zor gelir, soğuksa ısıtmak zorunda olduğuna söylenirsin ama sabır bunun için var. Ufacık bir ağrıda ilaç ararsın ama ağrı sağlığını öğrenmen için var, şifa o ağrında gizli. Mahalle bakkalına yürümeye üşenir bir arabam olsa dersin ama farkındaysan ayakları olan bir canlısın. Çalışsan erken kalkmak zor ama saat bunun için var. Çalışmasan işsizlik daha da zor diye söylenirsin ama tatil ve fırsatlar onun içinde saklı. Her türlü çabaya dert adını koyup her gün yapabildiğin şeylere monotonluk adını verirsin ama şükür bunun için var. 

Hapşırdığın zaman bile "Çok yaşa!" diyen kalmadı. Sağlıklı yaşa, iyi yaşa falan deniyor. Hani kısa olsun ama hiç dert olmasın, sıkıntı, zorluk olmasın. Şöyle sağlamından, sorunsuz 50, 60 yıl yeter gibi konuşuluyor. 

Sonra da, "bu hayat çok anlamsız geliyor". E, yaşamıyorsun ki zaten. Sorun burada olabilir mi acaba?

Ben kulumu günde yüzlerce defa ziyaret ederim diyen Rabb'im kapıdan mı gelecek sanıyorsun? Yağmurla gelir, güneşle gelir... Sıcakla gelir, soğukla gelir... İş ile gelir, güç ile gelir... Sen hepsini reddediyorsun da başka beklediğin biri mi var, kim gelsin istiyorsun? 

Bana diyor ki: "evden hiç çıkmak istemiyormuş". Neden? Çalışmak ona göre değilmiş. Tembelsin yani, diyorum. Yok aslında çok çalışkanmış ama evde kalıp, düşüncelere dalmak, kendi maneviyatı ile ilgilenmek istiyormuş. E, tamam işte tembelsin yani diyorum. Hayır, aslında ben istesem çok sıkı çalışabilirim ama canım istemiyor, bu dünyadan elimi eteğimi çekmek istiyorum diyor. E, işte ben de onu diyorum: "Tembelsin". :)... Tekrar ediyorum, dağda ermiş olmak kolay, bize şehirde, çarşıda, pazarda derviş lazım. Kimsecikler uçmaya niyetlenmesin, ayaklarımız var, bu yol yürünerek aşılacak. Dosdoğru yolda adım atmayı bilirsen, yol sonunda kanatların olacak. Dosdoğru yürümesini bilemeyen ne uçmayı öğrenebilir, ne de yükselmeyi. Biz buraya yaşamaya, deneyimlemeye, fark etmeye geldik. Farkında olmaya geldik.

Ölmeden önce ölmek diye bir şey yok mu peki? Tabii ki var :)... Ama biraz düşünmek lazım üzerinde. Şimdi, ölmeden önce ölmek diyoruz ya; öleceksin ama ölmeden öleceksin. Yani daha ölmemişsin ama ölüsün. Hayattasın ama ölmüşsün gibi :)... Daha da mı çok karıştı? :)... Zaten uçmalı kaçmalı anlatımlara meyletmek de bu karışıklıktan dolayı...

Ölmeden önce dendiğine göre bu hayatta deneyimleyeceğimiz bir şey demek ki. Ölmek dendiğine göre de yaşamın aksine bir hal, olağanlığın ve sıradanın dışında bir deneyim olmalı.

Şuradan yola çıkmanı istiyorum. Ölmemiş olana canlı denir değil mi? Tamam, canlının tersine de cansız yani ölü... O zaman bu deneyim bu canlılığın tersine bir hal olmalı. Canlının ne yaptığına bakalım beraber. Canlı dediğin:

  • Bir şey elde edebilmek ya da başarabilmek için çalışır, çabalar.
  • Çabalayınca yorulur.
  • Yorulunca acıkır.
  • Doyunca rehavete kapılır.
  • Dinlenmek için gece olunca uyur, 
  • Gündüz olunca uyanır ve bu döngüye devam eder.

Şimdi bütün bunların üstüne bildiğimiz bir şey daha var ki hiçbir şey sebepsiz değil. Sen de buraya sebepsiz yere gelmedin. Ve bir de bunun üstüne yine biliyoruz ki nihai gayemiz, sebeplerin ve sonuçların en büyüğü Rabb'imize varmaktır. Bütün bunları bir araya getirdiğinde bir şeylerin yerine oturması gerekiyor.

Bir şey var, her birimizde ayrı ayrı tezahür eden bir şey var. Ama bu öyle bir şey ki, seni çabalarken çalışır gibi hissettirmeyecek. Ne kadar çalışırsan çalış yorulmayacağın, sana açlığını unutturacak, doyduğunda daha çok çalışmanı sağlayacak, uyumak istemeni engelleyecek, uyuduğunda seni sabah olmadan yataktan kaldıracak bir şey var. Bu senin yaşam amacın. Ve tamamen sana özgü bir şey. 

Onu bulduğunda öyle bir adanacaksın ki, çalışmak çalışmak gibi olmayacak kendini kaptıracaksın. Yorulmak nedir bilmeyeceksin, çalıştıkça daha çok çabalamak isteyeceksin. Sana birileri hatırlatana kadar acıktığını bile anlamayacaksın. Doymak için değil daha çok çabalamak için yiyeceksin. Gece başın önüne düşene kadar gayret edecek, sabah erken kalkmak için birkaç saat birden kuracaksın. Bunu yaptığında kendini gerçekleştirecek ve sen, gerçek sen olacaksın.

Bunu senden başka hiç kimse senin için bulamaz. Senin yaşamın içinde bir yerlerde gizli bu amaç. Ama tek bir ipucu var: Tüm insanlığa ve tüm canlılığa iyilik ve hizmet etmek. Sırrın bunun içinde gizli. İyilik ve hizmet etmek için gayret etmeye yöneldiğinde, sendeki özellik ve güzellik, başkasının senin kadar iyi yapamayacağı o şey her ne ise kendini gösterecek. 

Dedim ya senin yaşamında bir yerlerde gizli. Belki boyunun kısa olmasında, belki bir uzvunu kaybetmiş olmanda, belki seni asosyal olmaya zorlayan ve yaşam kaliteni düşüren kimseye söyleyemediğin o sıkıntında... Hafızanın iyi olmasında, ezberinin kötü olmasında, kamburunda, ayaklarının büyük olmasında, çocukluğunda yaşadıklarında, yediğin kazıklarda, seni terk edenlerde ya da kazanamadığın o okulda. Bunu senden başkası bulamaz ama iyilik ve hizmet etmek için çaba göstermeye başladığında, düşünmeye başladığında, hiçbir şeyi sebepsiz yaşamadığını ve neye hazırlandığını göreceksin. 

İşte kendini gerçekleştirmek, ölmeden önce ölmek oralarda bir yerde. Sen onu bulduğunda artık tek başına sen olmadığını anlayacaksın. Başka ruhların hayatlarına dokunmaya başladığında, nasıl bir BİZ, nasıl bir BİR olduğumuzu anlayacaksın. Ve bunu başardığında her şeyde, her yerde, her dokunduğun ruhta Rabb'ini görebilmeyi başaracak, her olanda O'nu bulacak, O'na yaklaşacaksın. Bir süre sonra bu tüm yaşamının her zerresinde bir alışkanlık haline gelecek, başka türlü bakamaz olacaksın. Her yerde O olacak, her şey de O olacak, her şey O olacak. İşte o zaman ölmeden öleceksin, bu dünya da cennet olacak. Halktan Hakk'a yürüyeceksin, yolun sonunda kanatların olacak. 

Şunları hiç unutmayalım:

Zahmetsiz rahmet olmaz. 

Hizmetsiz himmet olmaz. 

Beceriksiz, uğraşsız, zanaatsiz, faydasız derviş olmaz. 

Blogger tarafından desteklenmektedir.