Header Ads

Teslimiyet Özgürlük Güzellik Mutluluk Delilik / Çekim Yasası Hakkında Her Şey 17


Yaratılışın ahengi doğası itibari ile kusursuzdur. Hiçbir uyumsuzluk yoktur ve kendiliğinden çalışır. Bizler, özellikle son iki yüzyıldır, her ne kadar bunu matematiksel verilere ve fiziksel kuramlara bağlamaya çalışsak da, bu mükemmellik sezgiseldir. Ve biz sonuçları her ne kadar olumsuz ve kötü isimler ile nitelendirsek de her zaman tamamlayıcıdır, BİRleyicidir, destekleyicidir. 

Yani demek istiyorum ki: "Sen bilmezsin Allah bilir."

Mucizeleri hepimiz severiz. Kendi başımıza geldiğinde zaten birer dönüm noktası niteliğindedir lakin başımıza gelmese bile, başkalarının mucizelerini dinlemeyi bile severiz. Çünkü her ruh Rabb'ine varmak ister ve O'nun farkına vardıracak her şeye ilgi duyar. İnançlı ve inançsız  olması bile önemli değildir, mistisizm, olağanüstülük, doğaüstücülük ekollerinin bu kadar ilgi duyması da bundandır. Yüzüklerin Efendisi ve Harry Potter'ın bu kadar sevilmesi de...

Peki, neye mucize deriz? Ne olursa bunu mucize olarak adlandırırız? Çok değişik cevaplar verilebilir ama işin özü şudur: "Çabalamadan, kendiliğinden gerçekleşen eş zamanlılıklar."

Şöyle ki, bir sınav için bir hafta boyunca çok çalışıp hazırlandığında, iyi bir not alırsan buna mucize demezsin. Ama çeşitli sebeplerle sınava hazırlanamayıp da, okula giderken, servis aracında alelacele kitabı karıştırırken çözümünü gördüğün üç sorunun birebir olarak sınavda karşına çıkmasına mucize dersin. İşte bu gibi eş zamanlılıklar hayatının bir realitesi haline gelsin istiyorsan, bugünkü konuşmamız senin için çok heyecanlı geçecek demektir.

Öncelikle şunu hatırlamanı istiyorum. Yedinci gün seninle ne kadar sonsuz bir rahmetin, bir sevginin sonucu yaratıldığımızı konuştuk. Şimdi sen her isteğinde odağına sevgiyi mi koyacaksın yoksa egonu mu koyacaksın buna karar ver. Odağında sevgi olursa neler olacak neler... Odağında nefsin olursa başına neler gelecek neler :)... Çünkü hepimiz sevgiden yaratıldık ve sevgi tevhid demektir, her şeyi bir arada tutan demektir. Ego ise ikilik demektir, ayrılık demektir. 

Ben, ben, ben, ben... Ego "Ben" demek, "Ene" demek, nefs demek. Sen her ne istiyorsan; başarı, para, kariyer, mal, mülk, ev, araba, şan, şöhret, aklına ne geliyorsa... Bunları sadece kendin için istiyorsan, bunlardan hangisini elde edersen et, elde edemezsin demiyorum, başına bela alacaksın. Her haltı olabileceksin ama mutlu olamayacaksın. Ama bunlardan hangisini kendin ile birlikte, başkalarına, diğer insanlara ve tüm canlılığa iyilik ve hizmet için istediğin zaman, çok mutlu olacaksın. Tat alacaksın. Keyif edeceksin. Güzel olacaksın. Güzelleşecek ve güzelleştireceksin. 

Ve bunları kendin için istediğinde, sadece kendin için istediğinde, o kadar çok çalışacaksın ki, o kadar çok yorulacaksın, o kadar çok sıkıntı ile bunlara kavuşacaksın ki, ne tadı kalacak ne tuzu. Ama bunları kendin dışındakilere duyduğun sevgi ile istersen, çalışırken de güleceksin, yorulurken de güleceksin, elaleme sıkıntı gelen sana keyif olacak, ölene dek ağzın kulaklarında gezeceksin. Diğerlerinin sevgisiyle büyüyeceksin, sevgini büyüteceksin, kocaman bir kalbin olacak, herkes ve her şey oraya sığacak, Rabb'in oraya sığacak, oraya yerleşecek.

Nefsin için olursa beden dediğin bu ceset her şeyi çalışarak yapmak zorunda olan bir engel olacak, iyilik için olursa beden, buna aracı olan bir şükür vesilesi olacak. Egon için olursa beden dediğin bu ceset sürekli yorulan yetersiz bir organizma olacak, hizmet için olursa gece üçte uyanan bu bedene, ellere, gözlere, kulaklara minnet duyacaksın. Kendin için olursa "neden bütün bunlar beni buluyor?" olacak, sevgi için olursa, her ne olursa olsun "Lebbeyk Allahumme Lebbeyk" olacak. 

Başkalarının intiharı düşündüğü sıkıntılarda sen yüzünde bir tebessüm, gözünde bir damla yaş ile "Emret Canım Allah'ım, buyur" diyeceksin, "Lütfun da hoş, kahrın da hoş." 

Rabb'im gelmiş diyeceksin. Bugün bana fakirlik ile gelmiş, hoş gelmiş. Bugün bana hastalık ile gelmiş, sefalar getirmiş. Bugün mahcup olmamı mı istemiş? Bugün haksızlığa uğramamı mı istemiş? Bugün üzülmemi, bugün yorulmamı, bugün uykusuz kalmamı, bugün geç kalmamı, bugün de erken kalkmamı mı istemiş? Nasıl olmuşsa olmuş, "Benim Canım Allah'ım gelmiş" diyeceksin, "İyi ki de gelmiş, O bana yeter."

Daha anlatmak istediklerime başlayamadım ama bu meseleyi artık çözmüş olmamız gerekiyor. Şu egodan kurtulalım artık. Şu iki unsuru tam yerleştirmedikçe bundan sonrakileri uygulamak pek mümkün değil.

  1. Sen çok küçüksün, kendini önemsemeyi bırak. Buna çok ama çok fazla enerji harcadığın için başka hiçbir şeye enerjin kalmıyor. Bu yüzden yaradılış itibari ile bir mucize olsan da hayatında mucizeler göremiyorsun.
  2. Tek büyük olan Allah. Bunu anlayıp bunun farkındalığı ile yaşamaya başlamadığın sürece, ölene kadar çalışmak ve çabalamak zorunda kalacaksın.

Buraya kadar anlaştıysak, gelelim mucizelerin üç anahtarına.

Birincisi: "En hayırlısı olmuş olanın kendisidir. Olması gereken olmuştur, iyi ki de olmuştur." Şu anda her ne oluyorsa, milyarlarca yıllık kainatın tüm devinimi bu anı yaratmak için olmuştur. 

Şöyle örnek vereyim: Bugün iş yerinde amirin seni azarladı mı? Azarlanmayı hak etmiyordun diyelim ya da azarlamadan da bunu konuşabilirsiniz diyelim. Sen bununla mücadele içine girersen, şunu demek istiyorsun. Şimdi, 13,8 milyar yıl önce büyük patlama oldu, bundan 380.000 yıl sonra ilk protonlar oluşmaya başladı, 150 milyon yıl sonra ilk büyük kütleler kendini göstermeye başladı, 5 milyar yıl sonra Samanyolu Galaksisi oluşmaya başladı, 9 milyar yıl sonra Güneş kendini gösterdi, 4,5 milyar yıl önce Dünya oluşmaya başladı, 3 milyar yıl önce ilk tek hücreli canlılar belirmeye başladı, Adem ve Havva yasak meyveyi yedi, tahminen 200 - 250 bin yıl önce Dünya'ya insan indirildi, Nuh tufanı oldu, Musa Kızıldeniz'i geçti, İsa göğe yükseldi, Canım Efendim (s.a.v.) Dünya'yı şereflendirdi, Türkler müslüman oldu, 1071'de Sultan Alparslan Anadolu'yu fethetti, Melikşah Selçuklu'yu yükseltti, 1299'da Osman Gazi Söğüt ve Domaniç'e yerleşti, 1453'te Fatih İstanbul'u fethetti, 1919'da Atatürk Samsun'a çıktı, 1923'te cumhuriyet kuruldu, 1990'da Kosgeb kuruldu, 2010'da senin işveren destek aldı, firmasını kurdu, 2020'de senin amirini, 2021'de seni işe aldı... Bütün bunların sonucunda sen bugün azar işitiyorsun. 

Bu saydığım silsilenin içinde herhangi birisi olmasaydı sen bugün bu durumu yaşamayacaktın, biliyorsun değil mi? Her şey bambaşka olacaktı. Sen de diyorsun ki: "Aman ben azar işitmeyeyim de, az önceki liste tekrar bi' düzenlensin" :)... Yok yaaa... 

Sen de, amirin de bu ilahi düzenin içinde o kadar küçüksünüz ki, sen hala sana kızanın ya da seni azarlayanın amirin olduğunu düşünebiliyor musun? Şu ana kadar ne olduysa senin bu anı yaşaman için oldu. Sence bu kadar hazırlığı amirin yapmış olabilir mi? O zaman kimdendir şu anda yaşadığın? Kim gelmiş: Rabb'im gelmiş. Sen bu yaşadığından bir şey öğren diye, bundan nasiplen diye yapılmış olan bu kadar hazırlık varken artık mücadele etmeyi bırak da "kabullen" artık. Kabullen, razı ol, sana bu hazırlık ile nasıl bir hediye göndermiş Rabb'im onu anlamaya çalış. Artık her olanın olması gerektiği gibi, olması gerektiği zamanda, olması gerektiği için olduğunun, her şeyde ve her işte Rabb'inin farkına varmayı, farkında olmayı birincil alışkanlığın haline getir. 

Bu kabullenmeyi alışkanlık haline getirmediğin için her şeyden şikayet eder haldesin. Ve hep birileri ya da bir şeyler buna sebep oluyor sanıyorsun. Ama sorun senin içindeki bu kabullenmeme duvarlarında. Amirin seni azarlıyor, sen amirin seni azarladı diye üzüldüğünü sanıyorsun. Hayır, senin içinde "beni azarlamamalı" diye bir duvar var, amirinin sesi oradan yankılanıyor. Senin duyduğun ses o duvardan gelen ses. Dışarıdan yüksek sesle bir motorsiklet geçiyor, bundan rahatsız oluyorsun. Ama emin ol o motorsiklet seni hiç mi hiç tanımıyor ve seni rahatsız etmek istemesi pek mümkün değil. Senin için de "motorsiklet sesini sevmiyorum" isimli bir duvar var, sen o duvardan gelen sesten rahatsız oluyorsun. Ya da gençler açmış Tofaş'ın penceresini, araba 500 lira müzik seti 1500 lira, köklemişler Ferdi Tayfur'u: "Derbedeeeerrrrr" :)... Sen de tüm gençlere giydiriyorsun evde, yok şöyle saygısızlar, yok böyle utanmazlar, kuduruyorsun :)... İşte o müzik seti de o Tofaş da seni hiç tanımıyor. Onlar başka bir şey, sen başka bir şeysin. Senin içinde "yüksek sesle müzik dinlenmez" duvarı var, o ses oradan yankılanıyor ve sen bundan rahatsız oluyorsun. Bütün bunlar yapılmalı ya da özgürlükler sınırsızdır demiyorum, sakın beni yanlış anlama. Ama sen bu "yargı" duvarlarını içinde kurmamış olsan o sesler sende hiç durmayacak, içinden geçip gidecek ve sen hiç rahatsız olmayacaksın. Olanı kabullenirsen, söylenmek yerine yapılması gerekeni yaparsın. İşte bu da seni ikinci aşamaya getirir. 

İşte ikinci aşama: "Öncelikle sen olmak üzere hiç kimse suçlu değil." Şu anda olan, olması gerekendir ve öncesindeki tüm zamanlar bunun olması içindir. Bunu kabullendiğinde artık suç ve suçlu diye bir şey kalmadığını da göreceksin. İşte tam bir sorumluluk almak budur. Artık ne kendini ve ne bir başkasını ya da başka bir şeyi de suçlayamayacağına göre "keşke" sözcüğü senin kelimelerinden biri olamaz. 

Tam sorumluluk sahibi biri olarak artık yapman gereken tek bir şey vardır: "Yeni duruma bir reaksiyon vermek." İşte "an"da kalmak ve sıkıntının içindeki fırsatı görmek de kendiliğinden oluşur böylece. Bu gerçekleştiğinde ise artık her üzüntü ve sıkıntı diye adlandırdığın aslında bir fırsat, her kötü ya da zalim diye adlandırdığın artık bir öğretmendir senin için.

Ve gelelim enerjini en çok ziyan eden üçüncü aşamaya: "İkna ve ispat çabası en gereksiz yüktür." Bunun ne kadar büyük bir enerji israfı olduğunu anlamak için hem kendi günlük çabana hem de çevrendekilerin günlük çabalarına alıcı bir göz ile bak lütfen. Görecek ve fark edeceksin ki neredeyse hemen herkes gün boyu kendi aklındakini ve fikrini birilerine kabul ettirmek için kendini paralıyor. 

İşte buradaki en büyük tehlike şudur ki; sen olana razı olmuyor, benim dediğim olsun diyorsundur. Bu da bildiğin kibirdir aslında. Bundan vazgeçmeyi de öğrendiğinde artık tam teslimiyet yerleşecek bünyene. Bu da tamam olduğunda, savunmaktan, ikna etmekten, ispat etme çabasından vazgeçtiğinde mucizelerin gerçekleşmesi için çok ama çok büyük bir enerji boşa çıkmış olacak. 

Bunu başardığında tüy gibi hafifleyeceksin. Artık tüm sorunları bir kenara çekilecek, sorun diye bir şey kalmayacak. Özgür ve daima mutlu olacaksın. Kavganın, tartışmanın, karşılık vermenin, kendini savunmanın neden ikilik olduğunu, neden tevhide aykırı olduğunu hem anlayacak hem de yaşayacaksın. Her zerrede Rabb'ini görecek ve nasıl da güzel göreceksin her şeyi. Sınavdan kötü not mu aldın, ne güzel kaldım dersten diyeceksin. Ateşin mi çıktı, ne güzel hasta oldum diyeceksin. İş mi batırdın, ne güzel iflas ettim diyeceksin. Kovuldun mu, ne güzel iş fırsatları var önümde artık diyeceksin. 

Her ne gelirse başına, her ne olursa olsun hayatında, savunmayacaksın, dertlenmeyeceksin, bakacaksın şöyle bi' gökyüzüne, yüzünde kocaman bir gülümseme: "Benim vekilim Allah'ımdır. O ne güzel vekildir, O bana yeter" diyeceksin. Zaten başka hiçbir şeye gerek kalmadığını hissedeceksin.

İşte bundan sonra bir bakacaksın birçok şey kolaylaşmaya başlamış. Çok çalışırken, çok çabalarken canını çıkartan birçok şey kolayca hallolmaya başlamış. Birçok şey de sen daha çabalarken kendiliğinden çözülmeye başlamış. Ve en güzel tarafı hediyeler ve lütuflar da gelmeye başlamış kendiliğinden. Nasıl anlatsam, bedava bildiğin beleş... :)... Sen hiçbir şey yapmamışsın, öylesine bir aklında geçirmişsin de "pat" diye önünde bitivermiş. Bunlara tanıklık ettikçe daha da mutlu daha da teslim olacaksın.

Şimdi'nin keyfini süreceksin, katıksız özgürlüğün tadını çıkaracaksın, her şeyin senin için zaten hazır olduğunu bileceksin, seni üzmek isteyenler senden çok üzülecek, belki de çok kızacak, kuduracak, anlam veremeyecekler.  Ha, sana deli diyecekler mi?:

"İnşaAllah, inşaAllah"... :)...   

Blogger tarafından desteklenmektedir.