Senin Tanrın Ne Kadar Yetenekli? / Beden - Zihin - Ruh 24
Deneyim aracılığı ile bilgiyi kaydetme konusunda sana yardımcı olamam ne yazık ki. Çünkü kimse olamaz :). Adı üstünde deneyim… Senin denemen gerekiyor. Aksi takdirde benimle yaptığın konuşmalar kuru lakırdıdan ileri gitmeyecek vakit kayıplarıdır. Hadi, o kadar kötü bir algı oluşturmayayım, belki eş-dost sohbetinde birkaç süslü laf edecek kadar faydası olur. Ama daha fazlası değil.
Hatırlıyorsan, seninle konuşmaya başladığımız ilk zamanlarda, Frekanslar Hakkında konuştuğumuz 32. gün, Dr. Hawkins’in bilinç haritasında, eşik noktası olarak bahsettiğimiz 200 birim seviyenin adı “cesaret” idi. İşte tam da bu yüzden adı cesaretti. O eşiği aşman için cesaret etmen ve konuştuklarımızı fiiliyata dökerek denemen gerekiyor.
Aslında bu ilk adım ve sonrası çok eğlenceli ve heyecanlıdır. Çünkü bir kere değiştirebildiğini anladığında artık önünde yeni bir olasılıklar zincirinin açıldığını fark edersin. Değiştirmek istediğin ve yerine yenisini inşa etmek istediğin her ne ise yolculuk başlamış demektir. Tek yapman gereken o ilk adımın aynısını tekrarlamaktır. Bir adım, bir adım, bir adım daha… Adımlar uç uca dizildiğinde yol olur. Yolda yürüdükçe de eylemin adı yerinde saymak değil “yaklaşmaktır” artık. Bedenlerimizin ne kadar muazzam olduğu konusunda defalarca konuştuk. Bu üstün gücü artık kendi lehine kullanmanın zamanı gelmedi mi sence de? Ben senin bunu hak ettiğine yürekten inanıyorum, ama dediğim gibi: Önemli olan cesaret.
Bu konuda okumalarımı içselleştirmek adına, üçlemeleri seven biri olarak, konuya bilgi-bulgu-bilge ismini takmıştım. Gelen bilgiyi deneyimleyerek bedenimde ne ve nasıl hissettirdiğini buluyor, sonrasında bunu defalarca bularak o hususta bilge yani usta haline gelebiliyordum. Bunu fark ettiğimde annemin ve teyzelerimin çocukken nasıl örgü ördüklerini çok iyi anladım. Benim yaşlarımda biri isen senin de buna benzer bir hatıran vardır diye düşünüyorum. Birbirleriyle konuşurken, televizyon izlerken hatta mutfaktaki yemeğin altını açmaya ya da kısmaya giderken dahi, yürür halde örgü örebildiklerini görür ve çok şaşırırdım. Ama ustalık tam da böyle bir şey işte: çabasız, düşüncesiz ve kendiliğinden. Akıyor işte, buna boşuna akış demiyoruz :).
Sonra bunu daha mucizevi bir hale getirmek için aklıma bir fikir geldi. Madem ki alışkanlıklar çabasız bir halde tezahürümüzü şekillendiriyor, tüm fiziksel gerçekliğimiz frontal korteksimizden yayılan enerji sinyaline göre yaşamımıza dahil oluyor, o zaman bu fonksiyona bir hile yapabilir miydim? Neden olmasın? :)... Hep dediğimiz gibi olasılıklar sonsuz değil mi? :)...
Yaptığım şeyi anlatmadan daha öncesinde ne yaptığımı anlatayım: İş hayatımda müşterilerimden gelen istekleri karşılayarak para kazanıyordum herkes gibi. İşleri teslim ettiğimde de ücret alıyorum. Şöyle ki, yeni bir talep gelmediğinde birkaç gün bekleme ile geçen günlerim oluyordu. Talepler üst üste gelince de elimden geldiğince hızlı bitirerek teslim ediyordum. Sonrasında yine bir bekleme süreci. Bu da sürekli iş gelmiyor demekti.
İşte bunu kırmak adına şöyle bir hile yaptım: İlk gelen toplu talepte her güne bir iş teslim edecek şekilde bir haftalık program oluşturdum. Her gün bir iş teslim ettim ve her gün gelen ödememi gidip nakit olarak çektim. Bu ise artık her gün iş yapabilen ve her gün kazanan biri demekti. İlk hafta bitmeden sıradaki üç yeni günü daha dolduracak talep gelmişti. Sonrasında yine bir bekleme sürecine girdim. Doğal olarak ilk seferinde bunun süreklilik arz etmemesini bekliyordum. Ama bir sonraki dönemde tekrar aynısını yaptım, bir sonraki dönemde aynısını ve aynısını bir daha… Bir zaman sonra, net bir gün veremem ama yaklaşık üç ay gibi bir süre sonra, artık her gün talep alan ve her gün kazanan biriydim. Bu çok heyecan vericiydi. Baya baya hile kodu kullanmıştım ve artık o kadar emindim ki, ertesi güne bir iş talebi olmasa dahi, sabah uyandığımda e-posta kutumda onu göreceğime şüphem yoktu. Ve tabii ki güne yeni bir talep ile uyanıyordum.
Belki daha önce de sıkça tekrarladığım mottomun neden “her” gün bir adım, neden “hiç durmadan” ve neden “hep” ileri olduğunu anlamışsındır.
Bu yüzden bazen ısrarcı davranıyorum sana karşı. Çünkü artık kimsenin hem de hiç kimsenin artık kendini ve geçmişini suçlayarak vakit ve enerji kaybetmesini istemiyorum. Yeni bir sen ve yepyeni bir gelecek mümkün ve bunu kesinlikle hak ediyorsun.
Suçlu hissetmek, kendini ya da başkalarını suçlamak geçmişi değiştirmediği gibi geleceğine de hiçbir katkı sağlamıyor. Aksine bugünü ve geleceğini yiyor, bugün ve gelecekte hak ettiklerinden sakınmana sebep oluyor. Bu yüzden onay arıyor, başkalarının senin adına karar vermesine izin veriyor, bugününü kaybediyor, değerlerini kaybediyor, yönetilebilir biri haline geliyor, yaşamdan uzaklaşıyor veya yaşamayı reddediyorsun. Bunu kendine yapma lütfen.
Bunu yapmaya devam ettiğin için sıradaki korku türevi “endişe” olarak karşına çıkacak. Suçlulukta ne kadar geçmişe takılı kaldıysan bu kez de geleceğe takılı kalacaksın. Bu konuda da çevrenin seni bu yönde etkilemiş olması çok olası. Zira birçoğumuz ha bire başımıza bir şeyler geleceğinden korkan ebeveynler tarafından yetiştirildik. Sıkı giyinmezsek üşütür hasta oluruz endişesinden sigortalı bir işe girmezsek aç kalırız endişesine kadar binbir çeşit kaygıyı öğrenerek büyüdük. Dolayısı ile seni anlayışla karşılasam bile yine ve yine tekrar etmekte fayda var: Başrolde SEN varsın.
Ama şunu unutma lütfen: seni bu kaygılarla büyütenleri de aynı kaygılar ile büyütenler vardı. Ve onların hepsi öldü. Belki seni büyütenlerin bile bir kısmı öldü. Ve sen de öleceksin :)... O zaman aynı hatayı tekrarlamanın bir anlamı yok diye düşünüyorum. Çok güzel, keyifli ve hayırlı bir ömür sürme imkanın varken bundan kendini mahrum etme. Yazık! Gerçekten yazık!
Ayrıca olayın ne kadar saçma olduğunu anlamanı istiyorum. Hani; işini kaybedip parasız kalacağından, hasta olup yataklara düşeceğinden ya da sevgilinin seni terk edeceğinden endişeleniyorsun ya. Tamam, şöyle düşünelim: Yarın bir güneş patlaması ile tüm gezegendeki canlılık bitebilir veya büyük bir volkanın tekrar aktif olması ile dünya karanlıkta kalabilir ya da uzaylılar bir anda saldırıya geçip hepimizi köleleri haline getirebilir :)... Komik mi geldi? Fakat dikkatini çekmek isterim ki senin endişelerin ile benim komikliklerim arasında çok büyük bir ortak özellik var: Henüz böyle bir şey olmadı. Benimkiler ne kadar komikse senin endişelerin de o kadar saçma. Bunu aklının bir köşesinde tut bence.
Evlatlar, sıhhat, ölüm, meslek, ekonomi, enflasyon, trafik kazası, elalem ne der, fazla kilolar, para pul meseleleri, taksitler, fatura, kira, anne babanın sağlıkları, hava öğleden sonra kapanır mı, yaşlılıkta sana kim bakacak, cennete mi gideceksin cehenneme mi… Bunlar say say bitmez ama ömür bitiyor cancağızım. Bunlar ile hayatını zehir etmektense var olanın kıymetini bilmek, olmamış ve birçoğu da olmayacak şeylerle kahrolmaktansa şu anın, şimdinin hakkını vermek ve tadını çıkarmak çok daha akla uygun bir davranış olacaktır diye düşünüyorum.
Çok mu kötümser davrandım? Tamam, özür dilerim. O zaman biraz daha ikna edici ve içini serinletecek bir şeylerden bahsedeyim. Sana inandığımı ve bana güvendiğini bilmek istediğimi daha önce de belirtmiştim defalarca. Artık sen de kendine inan istiyorum. Şu ana kadar saydığım tüm olumsuz eğilimlerinde hiç çaba sarf etmediğine göre onlarda ustalaşmışsın demektir. Bu da gösteriyor ki ustalaşma kabiliyetine sahipsin. Şimdi yapman gereken aynı yeteneği olumlu yönde kullanmak. Endişe ve korkularında usta olduğuna göre pekala musmutlu ve neşe içinde yaşamakta da usta olabilirsin. O zaman artık bilge olmaktan bahsedebiliriz büyük bir sevinç ile.
Tasavvuf, tasavvuf diye diye başının etini yiyorum ya ilk konuşmaya başladığımız günden beri. Ne demek tasavvuf? “Sa - Ve - Fe” kökünden (Sad-Vav-Fe) geliyor. Sufi, sufilik yolu. Sufi ne demek peki?... Bilge… İşte tasavvuf deyip durduğumuz da “bilgelik yolu.”
Ve bu bilgelik senin elinde gerçekten. Çünkü biliyoruz ki, bilimsel olarak kanıtlandığı üzere de, tek yumurta ikizleri yani genetik olarak birbirinin aynısı olan bireyler bile seçimleri ve bu seçimlerin üzerine inşa ettikleri yaşam tarzları ile bambaşka hayatlar sürebiliyorlar. Hadi bir daha tekrarlayayım: Başrolde SEN varsın. Mecbur, mahkum ya da çaresiz değilsin. Tam tersine çare bizzat sensin.
Ve şimdi gelelim konunun özüne. Az sonra söyleyeceklerim biraz canını sıkabilir diye düşünüyorum ama dost acı söyler biliyorsun. Ben her korku ve endişenin altında iman eksikliğinin olduğuna inanıyorum. Şöyle ki; eğer geçim sıkıntısından korkuyorsan inandığın tanrı seni rızıklandırmayacak bir tanrıdır, eğer sağlık endişesi içinde yaşayıp duruyorsan inandığın tanrı seni şifalandırmayacak bir tanrıdır, eğer karanlıktan korkuyorsan inandığın tanrı seni koruyamayacak bir tanrıdır, eğer ölüm korkusu sarıyorsa her anını inandığın tanrı seni diriltemeyecek veya yaşatamayacak bir tanrıdır.
Ama sen eminsin değil mi? Çünkü sen mü’minsin! Allah ise eğer inandığın artık korkacak, kaygılanacak, kuruntulanacak, şüphelenecek veya endişe duyacak bir şey yoktur.
Arkamız sağlam can dostum!
“Ben gerçekten, benim de Rabb’im, sizin de Rabb’iniz olan Allah’a tevekkül ettim. O’nun, alnından yakalayıp - denetlemediği hiçbir canlı yoktur. Muhakkak benim Rabb’im, dosdoğru yol üzerindedir ve dosdoğru yolda olanı korur” / (Hud Suresi, 56. Ayet)