Cennet ve Cehennem Yok, Her Şey Burada Diyorlar, Doğru Mu? / Soru Cevap 03
Seninle ilk konuşmaya başladığımız günlerde, Frekanslar Hakkında konuşurken, dördüncü gün DNA konusuna değinmiştik hatırlıyorsan. Bu konuda yapılan deneylerden, DNA'nın zaman ve mekandan bağımsız bir iletişim yeteneği olduğundan, dolayısı ile; hız, birim zamandaki mekan farkı olduğuna göre (v=x/t) bir hız sınırı olmadığından bahsetmiştik. Bu çıkış noktası ile kafaları kurcalayan bir kaç soruyu yanıtlamak istiyorum.
DNA'nın varlığı aslında bütün kapılara açılan bir kapı. Şu an için bize ilginç gelen bir şekilde, fiziksel olarak gözlemleyebildiğimiz bir dizilimin fiziksel olmayan şeyler ile etkilenmesi durumu hala bilinmezlerin arasında. Ama bu neden? Modern bilim sürekli duyguların da kimyasal bir karşılığı olduğunu vurguluyor, ve bu doğru, ama duygular ile DNA'mızı neden etkiliyoruz? Haydi etkiliyoruz, bedenimizde yer almayan DNA'ları neden etkiliyoruz? HAKİM olan Allah'tır ve hiçbir yaratılışta rastgelelik ya da öylesinelik yoktur. Varsa böyle bir olgu, olmasının mutlaka bir hikmeti de vardır.
Bu kabulden sonra biraz açabiliriz meseleyi. Anlaşılan o ki, DNA iletimi herhangi bir zaman ve mekan sınırına gerek duymuyor. Buradaki "gerek" kelimesi de HAKİM sıfatı altında bunun böyle olmasını Alemlerin Rabb'inin istediği anlamına geliyor. Yani DNA vasıtası ile Allah, duygu, düşünce, enerji gibi etkilerin beden tarafından deneyimlenmesini isteyerek böyle bir yaratım gerçekleştirmiştir.
Beden-Zihin-Ruh diye sürekli olarak bahsettiğimiz konunun asıl sebebi bu aslen. Zihin tarafından düşünce vasıtası ile, Ruh'un deneyimi olan duygular vasıtası ile, beden olarak tezahür ediyoruz. Şimdi biraz bunu da açarsak; fiziksel, zihinsel ve ruhsal olarak üç ayrı katmanımız olduğunu anlamak pek zor değil. Ama ruh, duygulardan sonra, enerji, kozmik ve ilahi beden gibi diğer açılımları ile detaylandırıldığında 7 ayrı katmana kadar insanı nitelendirebiliyoruz. Neden 7 çakra, neden 7 bilinç düzeyi seviyesi, neden 7 nefs mertebesi olduğu pek bir güzel karşımızda duruyor aslında.
Tamam ama bu neden? Biz bu dünyada kalıcı değiliz ya. Stephen Hawking'in de sorduğu gibi: "Evren neden bu kadar zahmete giriyor?" Bu da aslında bir ipucu niteliğinde soru. Burada bu 7 ile anılan nitelikleri geliştirmemiz gerekiyor ama burada da kalıcı değiliz. Öyleyse bu zahmetin nihai adresi burası değil diye düşünebilir miyiz? Cennet'in de 7 kat olarak anılması belki bize ışık tutabilir.
Neyse, bu kadar kafa açtığıma göre, bu konuşma bağlamında konuyu getirmek istediğim noktaya geleyim. Özellikle çokça dillendirilen şu iki söyleme dikkatini çekmek istiyorum: "Cennet ve cehennem diye bir şey yok, her şey burada" ve "Cennet sadece ruhsal bir alan, ruhsal bir deneyim." Her iki söylem de itikadi olarak yanlış ve dolayısı ile yönlendirme de yanlış. Bu dünyadan sonra sonsuz bir yaşamımız olacak, ki bu yüzden adı ahiret (sonrakiler), ve orada beden olarak da var olacağız ve evet, sonsuza kadar var olacağız. Ve buradaki farkındalığımızın boyutu oranında, buradaki mertebemiz nispetince orada var olacağız.
Ama cennetle ilgili anlatılanlar pek de fiziki kurallarla uyumlu olmadığından, en azından şu anki bilgilerimize göre, sanki orada beden olarak var olamayacakmışız gibi düşünenlerin olması da anlayışla karşılanabilir. Çünkü biliyoruz ki cennette sadece istememiz bir şeyin tezahür etmesi için yeterli olacak, sadece düşünmemiz bir yerden bir yere gitmemiz için yeterli olacak ve hatta herkesin cenneti birbirinden farklı olabilecek bir şekilde tamamen bizim arzularımızla sınırlı muhteşem bir yer olacak. Bu anlatımları cennet için değil de bu dünya için kullandığımızda verdiğimiz bir isim var: keramet. İşte bu dünyada, nefs-i raziye ve ötesine ulaşabilen insanların birden çok yerde olabilmeleri, zaman ve mekanda sınırsız olanaklara sahip olabilmeleri, bizim mucize diye adlandırdığımız birçok fenomeni gerçekleştirebilmeleri bu katmanlarının sapasağlam ve stabil bir biçimde olgunlaşmış ve inşa edilebilmiş olmalarındandır.
Ama beden dediğimiz fiziksel şey, bildiğimiz üzere ışık hızını aştığında var olamıyor iken nasıl olacak da hop bir orada, hop bir burada olabilecek. İşte konuları bilim ışığında anlatmaya çalışmamızın sebeplerinden birine geldik. Aslında bunun bir açıklaması var: dalga-parçacık ikiliği... Her ne kadar manevi konular ile ilgilenenler, bilimsel konulara ilgi göstermek yerine, birileri sadece benim istediğim ya da ilgi duyduğum konuları anlatsın, anlamadığım sıkıcı konuları dırdırlanmasın diye istendiği için, bu kuantum fiziği bilgisi gözden kaçıyor :)... Neyse...
Dalga-parçacık ikiliğinde, bir fotonun dolaşımı ve yönlendirilmesi dalga yani enerji ile gerçekleşirken, nerede dikkat ve gözlem gerçekleşirse orada parçacık yani fiziksel madde olarak var olabildiğini görüyoruz. Işığın belli bir hızı varken, DNA'nın iletim becerisinden de anladığımız üzere duygu, düşünce ve enerjinin hız konusunda bir kısıtlaması yok. Bu sebeple de zaman ve mekan konusunda bir kısıtlama olmuyor. İşte bu bağlamda düşündüğümüzde, cennette, eğer bu dünyada başarabildiysek, inşa edebildiğimiz enerji bedenlerimizi kullanarak, sadece istememiz yetecek bir imkanla, istediğimiz şekilde var olabileceğiz. Ve bedeni istediğimiz yerde ve şekilde tezahür ettirecek olan da aynı parçacığı dalganın taşıması gibi o manevi bedenlerimiz olacak. İşte o bedenlere göre de cennetin hangi katında olacağımız belirlenecek ve tezahürün beden fiziksel realitesinde deneyimlenmesi için, bu iletişim için kullanılan araç DNA'nın kendisi. Yani, burada, bu dünyada DNA kabiliyetinin çok az bir kısmını kullanıyoruz.
Ve tabii ki enerji bedenlerimiz içinde yer alan bedenler olduğumuz için hastalanmayacağız, yorulmayacağız, acıkmayacağız, dışkılamayacağız. Bu bağlamda enerji vasıtası ile ve kendi kendini tedavi yöntemlerinin de daha anlaşılır olacağını düşünüyorum. Kendi öz değerini bilmen konusunda ısrarcı olmamın sebebini de belki biraz daha kavramış olabilirsin. Sen bu kadar muazzamsın işte, sadece bir et parçası değil, sadece karbon-hidrojen bileşimi değil, bu kadar özel ve seçilmiş bir yaratılmışsın (eşref-ül mahlukat).
Ama sanırım bir şeyi daha anladın: cennette var olabilmenin, o boyutta yaşayabilmenin aracı ve bir nevi ön koşulu bu mertebeleri inşa edebilmek. Nasıl ki bu dünyada yaşayabilmek için oksijen sentezleyen bir akciğer, yiyecek sindirebilen bir mide, dolaşım sistemi, bağışıklık sistemi gibi özelliklere sahip bir bedenimiz olması gerekiyorsa, orada var olabilmek için de bu enerji bedenlerimizin inşa edilmiş olması gerekiyor.
İşte bu noktada da, yine birçoklarının kafasını karıştıran, genellikle de kafaları karıştırmak için bilerek sorulan meşhur sorulardan birine geliyoruz: "Allah bizi neden cehennemde yakıyor, azap çektirerek bizden intikam mı alıyor?" Aslında bu konunun başlangıç izahatını Beden-Zihin-Ruh üzerine konuştuğumuz altıncı gün, mıknatıs üzerinden anlatarak yapmıştım. Yani aslında cennete uygun hale gelmemiz için cehennemde onarılıyoruz. Sürekli, nedense artık, şunu yapmadık diye bize eziyet eden, bunu yapmadık diye bizi yakan, kavuran bir Allah anlayışı ile korkutulduğumuzdan dolayı, sanıyoruz ki bizim yapmadıklarımıza kızdığı için bize haddimizi bildiren bir yaratıcı var. Bunun üzerine de koşulsuz sevgiden bahsettiğimizde, merhametten bahsettiğimizde, herkesin olmak istediği gibi olma özgürlüğünden bahsettiğimizde, kimsenin kafasında tam olarak oturmuyor bu şekilde zeusvari bir tanrı anlatımı.
Şunu yadırgamıyoruz mesela; demire şekil vermek için ısıtıyor, dayanıklı hale getirmek için soğutuyoruz ve bunu defalarca tekrarlıyoruz. Ondan sonra kullanıma ve amaca uygun bir hale gelmesine ayrıca memnun oluyoruz. Çünkü bu madde bazında bildiğimiz, tecrübe ettiğimiz, kabullendiğimiz bir yöntem. İşte aynı şekilde, eğer bu dünyada cennete uygun bir hale getiremediysek kendimizi, cehennemde olacak olan da bu, cennete uygun hale gelmek. Yani bu bağlamda bakıldığında cehennem yine bizim daha iyi olabilmemiz için yaratılmış bir nimet.
Yani sen sabah namazını kılmadın diye, senden öc almak adına seni cehennemde 80 Bin yıl yakmıyor Allah. Böyle bir anlatım, çok devasa bir ego tasviridir ki, buna benzer "Beni dinlemedin, al sana 80 Bin yıl azap, oh olsun!" tavrını Alemlerin Rabb'ine yakıştırmak, sanıyorum ki Allah'ı seven hiçbir kulun kalbine serin gelmiyordur. Bu mitolojik bir yaklaşım ve Alemlerin Rabb'i yaratılan hiçbir şeye benzemez. Anlatılmak istenen şu: Eğer ki namazını kılmaz isen, o namazı kılmak ile ruhuna katacağın güzelliği inşa etmek için cehennemde 80 Bin yıl gerekecek. İşte o gerekmesin diye burada namaz kılman gerekiyor ve evet, Allah'ın ihtiyacı olduğundan değil, senin buna ihtiyacın olduğu için kılman gerekiyor. Bütün fiillerin yaratıcısı Allah olduğu için tabii ki cehennemde seni yakacak olan da Allah, ama bunu arzuladığı ya da bundan keyif aldığı için değil, kuluna zulmetmek istediği için değil, senin buna ihtiyacın olduğu için.
Neden namaz kılmak lazım, neden ibadetlerimizi aksatmamız lazım, neden ilim, neden farkındalığımızı artırmamız lazım, neden beden kılıfından sıyrılmamız lazım, neden her deneyimi olduğu haliyle kabul edip anda kalmamız lazım, neden diğerlerine ve tüm canlılığa iyilik, yardım ve hizmet etmemiz lazım?... Çünkü her biri bizi yükseltecek, her biri duygu, düşünce ve enerji olan yüksek eylemler üzerimize giyeceğimiz ince ve narin nurdan entariler olacak, kat be kat, hiçbir delik, yama, kusur kalmayana kadar giyineceğiz ki memleketin havası bizi çarpmasın :).
Uzun konuştum yine biraz, beni dinlediğin için minnettarım. Canım Allah'ım burada buluşturduğu gibi orada da güzel sohbetlerimizin olacağı bir öteki dünya, muhabbetimiz ile şenlenecek bir ahiret nasip etsin önce sana, sonra bana, hepimize inşaAllah. Seni Allah için seviyorum, dualarında beni de unutmazsan çok sevinirim.
Allah'ın selamı, rahmeti, bereketi, cenneti ve cemali sana ve tüm salih kullarına olsun yol arkadaşım.