Header Ads

Koşulsuz Sevgi ve Gerçek Özgürlük / Beden - Zihin - Ruh 08


Anda kalmak, şimdide yaşamak deyip duruyoruz. Bunu sürekli aklımızda tutmak bile bir farkındalık ama aslında yine sinsi bir tuzak var. Çılgın soru şu: Şimdi gerçekten şimdi mi?

Bak, kendimden örnek vereyim: Sabah 07:07'de cep telefonumun alarmı çalacak ve işe gitmek için hazırlanacağım. İki sokak aşağıda servis aracını bekleyeceğim. 07:30'da servis aracı gelecek. Servisteki aynı koltuğuma oturacağım. Kitabımı çıkarıp okumaya başlayacağım. Aynı güzergahtan iş yerime gideceğim. Bir üst kata çıkıp, masama oturup bilgisayarımı açacağım. 

Peki dün ne yapmıştım bir de ona bakalım: Sabah 07:07'de cep telefonumun alarmı çaldı ve işe gitmek için hazırlandım. İki sokak aşağıda servis aracını bekledim. 07:30'da servis aracı geldi. Servisteki aynı koltuğuma oturdum. Kitabımı çıkarıp okumaya başladım. Aynı güzergahtan iş yerime gittim. Bir üst kata çıkıp, masama oturup bilgisayarımı açtım. 

O zaman tekrar sorarsak; Şimdi gerçekten şimdi mi? Sanki aynı geçmiş gibi görünüyor değil mi? Aslında yarın da aynısı olacağını düşünürsek, gelecek gibi de...

Aynı zaman dilimleri, aynı eylemler, aynı kişiler ve aynı çevre. Durum o kadar vahim ki, şimdi sana anlatırken belirli bir sıra ile saydım ama aslında bunları bu sırayla ve bu şekilde yaptığımın farkında bile değilim artık. Robot gibi, dümdüz ve otomatik...  yapıyorum sadece. Alacakaranlık kuşağı gibi aslında ama herkes bunun normal olduğunu düşündüğü için yadırgamaz haldeyiz. Peki asıl soru gelsin o zaman: Bu döngüden o hep bahsettiğimiz "Yeni Bir BEN (SEN)" çıkar mı? Tabii ki hayır...

Hayatlarımız dairesel ve tekrarlı döngüler halinde geçip gidiyor ne yazık ki. Ve bu döngülerde hiçbir boşluk olmadığı için hayatlarımıza yeni bir şey dahil etme ya da değişiklik yapma şansımız olmuyor. Çünkü hiçbir ara mesafe yok. Yat, işe git, çalış, gel, yemek ye, evdekiler ile vakit geçir ve tekrar başa dön. 

Böyle olduğu zaman artık bu sen değilsin demektir. Yani sen özünü, gerçek SENi tanımıyorsun artık, unutmuşsun ve O da bu döngü içinde sana sesini duyuramıyor çünkü hiç ona doğru bakmıyorsun, ona ufacık bir vakit bile ayırmıyorsun. Ama gerçek SENe birazcık nefes versen, birazcık meşguliyetlerin dışında bir vaktin olsa, aralarda bir yerlerde, tekrar sana seslenmeye ve sana senin gerçeğini hatırlatmaya imkan bulabilecek. İşte meditasyon, nefes egzersizi, zikir, namaz bunun için... Allah'ın senin namazına ihtiyacı yok, senin o namaza ihtiyacın var dendiğinde ne demek istendiğini daha iyi anladığını düşünüyorum.

Bak, yine iş kendi değerini bilmeye geliyor. En büyük handikap ise kendi değerini bilmek ile kendini beğenmek arasındaki farkı kestirememek. Burada konuşan aklın mı kalbin mi, bunu iyi irdelemek lazım. Aynanın karşısına geçip "Aman ne kadar güzelim" diyorsan zihninden, nefsinden konuşuyorsun demektir. Bu sana kendini iyi hissettirebilir ama eğer ayna karşısında kendine güzel olduğunu söylüyorsan, ya kendini güzel olduğunu düşündüğün birilerine veya sana dayatılan güzellik kriterlerine benzer ve uygun buluyorsun demektir, ya da sana göre senden çirkin olduğunu düşündüğün birilerine göre kendini daha güzel ve belki de bu sebeple, bu yönden üstün görüyorsun demektir. Bu her şekilde "ikilik" bilincidir, kendini ayırdın diğerlerini ayırdın demektir.

"Yaradılanı sevmek Yaradan'dan ötürü" dediğimiz zaman bir tekerleme söylemiyoruz, bu sözün altı çok derin. Her şeyde Yaradan'ı görmekten bahsediyoruz. E, her şeyde Yaradan'ı görüyorsak hangisi hangisinden daha güzel nasıl karar veriyorsun. Her şey güzel CAN dostum, ve tabii ki sen de çok güzelsin ve çok kıymetlisin. 

İşte senin kıymetin de değerin de Yaradan'dan ötürü. O'nun halifesi olmandan ötürü. Bu sebeple kendi değerini, kıymetini anlaman gerekiyor ve bunu başkasının değerlendirmesine gerek olmayacak kadar kendi içinde hissetmen gerekiyor. Şunu bir anlasan zaten ne eksilen saçlarına yenisini ekletmeyi isteyeceksin, ne kısa olan boyunu uzatmaya çalışacaksın. Ne kadar güzel bir kel olduğunu, nasıl güzel bir kısa boyun olduğunu bilmiyorsan ben söyleyeyim, sen her halinle "en güzelsin", sen her halin ile "en değerlisin". Bak bile bile "en güzelsin" dedim, sanki diğerleri senden daha az güzelmiş gibi ama öyle değil. Şu sonsuzluğu anlayamadığımız için kendi kelimelerimizin acziyetine kapılıyoruz. Allah'ım öylesine sonsuz güzeldir ki O'nun yarattığı her şey "en güzel" olabilir, her şey hem "birbirinden güzeldir" hem de "en güzeldir." O'nun güzelliği sonsuzdur, sınırsızdır, kusursuzdur. Yaratılışta olmayan şey çirkinliktir. Öyle güzeldir işte Canım Allah'ım.

Kendi kıymetini bilmek ve öz değerinden bahsettiğimde sakın nefsine pay biçme, ben ÖZümden senin ÖZüne sesleniyorum ki her ikimizin de kalbinde ALLAH var. Sakın kendini beğenmişlik ya da kibirden bahsettiğimi sanma seni överken, benim sana her yaptığım iltifat Alemlerin Rabb'ine hamdolsun diyedir. Çünkü iyilik ve güzelliğe dair her söz Allah içindir; Elhamdulillah...

Ama sen böyle kıymetlisin işte. Ve unuttun kendi kıymetini. Nerede bir bebek görsen bak lütfen. Nasıl yargısız, nasıl sevgi dolu ve nasıl korkusuz. Çünkü hala memleketi olan Cennet'in adetleri ile hareket ediyor. Biz buraya alıştık, memleketin adetlerini unuttuk, beraber hatırlayalım istiyorum. Hatırlayalım ki yönümüzü memlekete doğru çevirelim. Oraya dönüş yolunu hatırlayalım. Yol arkadaşlarımızı hatırlayalım. Burada çekiyoruz zaten, uyanınca da memleketi bulmak için çekmeyelim bari.

Kendini seversen, kendi değerini ve kıymetini anlarsan ne olacak biliyor musun? Gerçek sevgiyi, koşulsuz sevgiyi bulacaksın. Hani her yerde anlatılan, üstüne basa basa vurgulanan, tek çaremiz, her şeyin kaynağı ve çözümü olan şu koşulsuz sevgi... Bu tanımı duymak hepimize kendini iyi hissettiriyor ama aslında tam olarak ne denmek istediğini anladın mı hiç? Ben itiraf edeyim benim anlamam, anladığımı sandıktan sonra 5 senemi aldı :). Koşulsuz sevgi, kendi öz değerini bilmektir çünkü.

Sen kendi öz değerini ve kıymetini bilirsen, bu noktadan sonra artık hiç kimseyi yargılamazsın. Çünkü bilirsin ki sen kendin gibi olmak konusunda özgür olduğun gibi başkaları da, diğerleri de ve hepsi de kendileri gibi olmak konusunda özgürdürler. Onlara bu özgürlüğü verebilmek artık senin de tam anlamıyla özgür olman demektir. Ve bu özgürlükten sonra bakarsın ki kimin ne yaptığı, ne dediği, nasıl davrandığı, ne düşündüğü seni artık hiç etkilemiyor. Artık sana uygun olmaları, senin gibi düşünmeleri, senin istediğin gibi davranmaları ya da seni memnun etmeleri gerekmiyor. Ve böylece herkesi ve her şeyi seversin, çünkü nefsinin "bana göre" duvarları ortadan kalktığı için artık o duvarlardan yankılanan bir ses de yoktur. O gürültü kesildiğinde seninle aynı inanca sahip olmasa da, aynı yaşam tarzına uymasa da, aynı düşünceyi paylaşmasa da, aynı dili konuşmasa da, her kalbin atışını duyarsın sadece, iki hece: ALLAH. O zaman sevmekten başka hiçbir seçenek kalmaz.

Kendini olduğu gibi kabul edebiliyor musun peki? Etmelisin. Çünkü Hakim olan Allah'tır ve O'nun her işi hikmetlidir, hiçbir işi lüzumsuz ya da rastgele değildir. Senin boyun kısa olabilir, saçların seyrek olabilir ve hatta belki bazı uzuvların bile olmayabilir. Allah'ın hikmetinden şüphe etmiyorsan bilirsin ki bunların hepsinin bir hikmeti var ve bu hallerin her birinde benim anlamam gereken ve bana verilen bir hediye var. Aynı uzun boylu, gür saçlı ve ideal beden orantılarında olanlarınkinde olduğu gibi. İşte kendini bilen Rabbini bilir, kendini bulan Rabbini bulur. Senin eksiklik ya da zayıflık gördüğün her halde seni çağıran bir yol var aslında. Yanlış yöne bakıyor olabilir misin? Sırtını güneşe dönersen göreceğin şey gölgelerdir. Ama yüzünü ışığa döndüğünde tüm karanlıklar ardında kalır, yol önünde görünecektir. Namaz ne demekti unutma; ( Salat(h) ) : Yönelmek. Samed olan ve hiçbir şeye olmadığı gibi senin namazına da ihtiyacı olmayan Allah, neden seni, günde en az 5 defa çağırıyor olabilir ki? Kendine bir bak, ruhunu bir dinle, yaratılışındaki özünü bir anla artık diye tabii ki. 

Kendi kıymetimizi ve öz değerimizi unuttuğumuz için hem kendi hakkımızda hem de diğer yaratılanlar hakkında yanılgıya düşüyoruz. Diğer yaratılmışlara bakıyoruz ve bundan kendi yaratılışımızı kötüleyecek sonuçlar çıkarıyoruz. Biz bir fil kadar ya da bir goril kadar güçlü değiliz mesela. Ayrıca tüm hayvanlar kendi koşullarına uygun bir biçimde kürkleri, solungaçları, pençeleri, kanatları gibi üstün özellikleri ile yaratılmışlar değil mi? Bizler ise ne suyun altında nefes alabiliyor, ne hızlı ve üstün bir yüzme yeteneği sergileyebiliyor, ne bir kuş gibi uçabiliyor ne de orman hayvanları gibi hızlı koşabiliyor ve kolayca tırmanabiliyoruz. Dımdızlak, tüysüz, bakıma muhtaç ve iletişim yeteneğinden yoksun bir biçimde dünyaya geliyoruz. Sonra şöyle bir kanı çalınıyor kulaklarımıza: Biz aslında bu dünyaya ait değiliz, bu dünyaya uygun bir canlı değiliz, bizi buraya uzaylılar bıraktı :)... 

Haydaaa.... Buyur buradan yak :). Ya, sadece meraktan soruyorum bak, hiç yargılamadan: Şu "Anunnakiler"e inanmak neden Allah'a inanmaktan daha kolay geliyor :). Vallahi çok komik geliyor bana. Yüz binlerce yıldır tüm ilahi metinler zaten buraya ait olmadığımızı, evet buraya Cennet'ten indirildiğimizi söylerken, ha bire bunu inkar etmeye yer arayıp da hala kayıp olduğu bilinen 12 tablet - bak altını çiziyorum hala kayıp - üzerinden yok bizi uzaylılar maymun DNA'sından üretti fikrine bu kadar sıcak bakmak neden? 

Evet, en başından beri bunu söylüyoruz zaten, sen buralı değilsin, senin memleketin Cennet. Sen buraya indirildin. Burası da Dünya ki dünya kelimesinin anlamı "aşağıda olan" demek zaten. Ki bedeninin buraya uygun olmaması çok normal, çünkü sen zaten o beden değilsin, indirilen bu beden değil, senin içindeki ilahi ÖZ yani ruhun. Senin kabiliyetlerin tabii ki de bu bedenden ibaret değil, tüm evren senin hizmetine sunulmuş durumda ve sen içindeki ilahi ÖZün kıymetini ve değerini bildikçe tüm yaratılıştan istifade edebilme izni ve yeteneğine sahipsin.

E, öyle olmadı mı zaten? Sen bir filden ya da gorilden binlerce kat daha ağır yükleri kaldırabilecek şeyler inşa etmedin mi çoktan? Bir ördekten binlerce kat daha hızlı su üzerinde, aynı şekilde bir yunustan çok daha iyi su altında hareket edemiyor musun artık? Senin uçaklarının uçma hızına, roketlerinin çıkabildiği yüksekliğe erişebilen hangi kanatlı canlı var şu dünyada? Milyarlarca ışık yılı uzaklığı görebilecek keskinlikte gözlere, duyulamayan sesleri havada süzdürüp milyonlarca kilometre uzakta duyulabilir hale getirebilen kulakların yok mu artık, hem de bizzat cebinde? Senin eşref-ul mahlukat olman bu işte. Sen muhatap kabul edilen, halife olarak gönderilen, seçilmiş olansın. Tüm yaratılmışlar Allah'ın varlığından ve birliğinden haberdar. Ama ne bir yunus ayaklanıp yürüyebilecek, ne bir kartal suyun altında derinliklere inebilecek, ne bir maymun kaslarını geliştirip yükler kaldırabilecek ne de bir kaplan uçarak avlanabilecek. Bu sadece sana mahsus, sana özel. Ve sen bu kadar özel, bu kadar kıymetli ve değerlisin. Bizi kim bıraktı diye yukarılara bakıp acayip teoriler peşinde koşmana gerek yok. Birazcık eğ başını, iki kaburganın tam ortasında ev sahibi seni bekliyor ta ezelden beri.

İşte bu yüzden sana sık sık hayat yaşamak içindir diye hatırlatıyorum ve bu yüzden sadece ruhtan değil, beden, zihin ve ruh üçlemesinden konuşuyoruz. Hiçbirini inkar edemezsin, etmemelisin. Kendi kıymetini ve öz değerini bilmek ve bulmak için yine bu üçlüyü doğru anlamak ve kullanmayı öğrenmek durumundayız. Sadece bir tanesine yüklendiğin anda bağnaz oldun demektir. Kolu kırılan bir adama aç ellerini dua et diyemezsin, doktora yetiştirmelisin. Ama aynı adama tedavisi gerçekleşene kadar ya da tedavisinin daha hızlı ve verimli olabilmesi için ruhsal yaklaşımlar öğretebilirsin. Aynı şekilde alerjisi olan biri için ille de ilaç kullanacaksın, koca karı adetlerini bırak da diyemezsin. Batı tıbbının alerjiyi bastırabildiğini pek ala biliyoruz ama tüm alerjik durumların neredeyse %78'inin zihinsel uygulama metodları ve bilinçaltı eğitimi ile tedavi edilebildiğini de öğrendik hepimiz. Ve tabii ki morali yerinde, ruhu mutlu ve kendini gerçekleştirmiş ya da gerçekleştirme yolunda olan insanların pek hasta olmadıkları da artık kitaplara konu olacak kadar aşikar.

---

Şimdi bu kadar dil döküyorum ben ama biliyorum ki artık "nasıl yapacağız" kısmına gelmem için sabırsızlanıyorsun. Tamam anladık, her halimizle seçilmiş olan biziz, ÖZümüzü anlayıp keşfettikçe beşer canlısından insan olmaya doğru ilerleyebileceğiz ama üstüne konuşup durduğumuz bu ÖZümüz ile nasıl irtibata geçeceğiz, bu iletişim nasıl sağlanacak. 

--- 

Tamam, yarın son bir konu daha var, "yapamıyorum" kısmı ile ilgili... Sonrasında artık aradığın cevaba sıra gelecek. Seninle beraber beklemek de, sabretmek de ayrı güzel, seni seviyorum.

Blogger tarafından desteklenmektedir.