Header Ads

Üç Sinsi Düşman Umut İstek ve Pişmanlık / Beden - Zihin - Ruh 07


Kuantum alan ve bu sonsuz olasılıklar alanından seçimler yapmak ile ilgili tereddütlerini gidermemiz önemli. Bu konuda net bir anlayışa sahip olmadığını ve böyle bir alanın varlığı konusunda tam bir güvene ulaşamadığını biliyorum. İşte sana iki önemli ipucu. Bu sayede konunun biraz daha ikna edici olacağını ümit ediyorum.

Birincisi aslında tüm hayatın. Yani her an kuantum sonsuz olasılıklar alanı ile bağlantı halindesin. Aksi takdirde tüm hayatında hiçbir tezahür gerçekleşmezdi. Yani var olamazdın. Eğer yaşıyorsan ve devam eden bir hayatın, bu hayatta başıma gelen olaylar var ise, bunlar nereden geliyor? Tabii ki alandan. Bizim konumuz aslında alan ile bağlantı kurmak değil, çünkü aksi mümkün değil. Bizim konumuz alan ile bilinçli bir bağlantı kurabilmek. Bu bilinçli bağlantı ile alandan bilinçli seçimler yapıp onları maddeleştirmek.

Bu aslında çok iyi bir haber. Kuantum sonsuz olasılıklar alanı ile bağlantı kurabildiğimizin ispatı... Sorun bu bağlantıyı çok büyük oranda bilinçaltı düzeyde yapıyor oluşumuz. 

İkinci ipucu ise zaman zaman hepimizin başına gelen bir durum : dalıp gitmek. Bazen, genellikle de sabit bir noktada gözlerin takılı kaldığı, düşünce, zaman ve mekanın ortadan kalktığı anlar yaşarız. İşte aradığımız tam böyle bir bağlantıya bilinçli bir şekilde geçebilmek.

Şimdi ilk gün konuşmamıza başlarken neden zihin üzerinde yoğunlaştığımı anladın mı? Bu bağlantıyı sağlayacak aracımız zihnimizden başkası değil. Burada dikkat etmeni istediğim, tekrar vurgulamak istediğim nokta şu: zihnini düşünceyi takip etmek için değil, OLma halini ve duygusunu oluşturmak için kullan. Bunun için ise yapman gereken nasıl olacağını düşünmek yerine ne olacağını hayal etmen. Nasıl olacağı senin işin değil, senin ne istediğini net olarak, tüm duygu bütünlüğü ile hissetmen, yaşaman ve bu gerçekliğin yaratımı hususunda şüphesiz bir iman ve güvenle duanı Alemlerin Rabb'ine teslim etmen. 

Şimdi ben böyle söylediğim zaman çoğunlukla bir geri adım söz konusu oluyor. Neden? Çünkü böyle bir tezahür talebinde ve niyetinde bulunmak, hele hele böyle bir şeye teşebbüs etmek sanki şirk koşmakmış gibi hissedenler oluyor. Ama bunun da tek sebebi özünü ve kendi kıymetini unutmuş olman. Bir şekilde suçlu hissetmeye meyillisin. 

Şöyle düşün lütfen : İkinci gün seninle sahanda yumurta nasıl yapılır diye konuştuk hatırlıyorsan. Yumurta pişirmek, iş yapmak hatta ev yapmak ve hatta bir şeyler icat etmek söz konusu olduğunda neden kendini suçlu hissetmezsin de tezahür ile ilgili bir uygulama anlattığım da bunu, tabiri caizse "Allah'ın işine karışmak" hatta şirk koşmak gibi algılarsın? Neden? Çünkü bu düzen ve materyalist sistem içinde gayba olan imanın zayıflatıldı da ondan. Yumurtayı sen pişirebilirsin ama herhangi bir manevi unsuru ya da tezahürü sadece Allah mı yaratabilir? 

:)... Peki bu şirkin dik alası değil midir? Her şeyi sadece ve sadece Allah yaratabilir. Senin herhangi bir fiili var etmen mümkün değil. Buna yumurta pişirmek de dahil. Sen Sunnetullah yani Allah'ın adetleri ve kuralları dahilinde hareket edersin ama tüm filleri yaratan sadece Allah'tır. Dolayısıyla yumurta pişirme konusunda belli bir sebep sonuç zinciri çalışırken, neden bir dileğinin tezahürü ve fiziksel realitende var olması için aynı nedenselliğe inanmıyorsun? İşte bunun tek sebebi gayba inanmaktan uzaklaşmış ve sadece madde dünyasına, dünyalığa esir kalmış olmamızdır. Nasıl ki yumurta pişirmek için  bir tarif ve yöntem varsa tüm manevi uygulamalarımız ve tezahürleri için de yöntemler vardır. Ve gerçeklik ve geçerlilikleri açısından hiçbir fark yoktur. Sırf bu anlayış yüzünden namaz bile tarif edilirken, bedenin ve uzuvların hareket ve konumları anlatılır ama ne surelerin, ne tesbihatın ne de neyi neden yaptığımızın manası anlatılmaz. 

Neyse, demek istediğim şu: Nasıl yemek yapmak için gerekenleri yaptığında işe yarıyorsa, nasıl mesleğinde yapman gerekenleri yaptığında işe yarıyorsa, meditasyon da dua da, nefes egzersizi de işe yarar. Bunların işe yaraması senin yaratıcılığın değil, yaratıcının adet ve kurallarına uygun olmasındandır. Dolayısı ile ne şüphe duymama ne de suçluluk hissetmene gerek yok. Aslında tam da buna dikkat ederek nasıl olacağını düşünmeden istemelisin. Sen bilmezsin Allah bilir. Nasıllar O'nun işi...

Gelelim en çok takıldığın konulardan biri olan konsantrasyon konusuna. Gelmesine gelelim ama aslında konu konsantrasyon değil, mesele şimdide ve anda kalamamak. Bu konu aslında, neredeyse, tüm hayatındaki çözümlerin baz noktası. Anda kalma, şimdiyi yaşayabilme konusunda uzmanlaşabilirsen hemen her şey kendiliğinden çözülebilir. Ama bırak ustalaşmayı, en beceriksiz olduğumuz konu bu değil mi? Sadece bununla ilgili ayrıca bir çile dolduracağız ama şu anda da üzerinden bir geçmemiz gerekiyor. İşin doğrusu konunun temeli üzerinden değil de pek fark edilmediğini düşündüğüm bir noktadan ele almak istiyorum. 

Şimdiden uzaklaşmana sebep olan unsurlar var ve bu unsurlar kendini çok masum göstererek kişisel ve ruhsal gelişimin içine kendini gizlemiş durumda. 

Birincisi ümit. Umut etmek öylesine naif algılanıyor ki daha eleştirmeye başlarken savunma ile karşılaşabiliyorum. Ama umut etme alışkanlığı ciddi bir düşman. Bunun kabul görmemesinin ve naif algılanmasının en önemli sebebi umut etmek ile dua etmenin özdeşleştirilmiş olması. Çünkü dua ederken de birçoğu Alemlerin Rabb'ine güvenmediği için ettiği dua bir umut seviyesinde kalıyor. Bu sebeple de çoğu duasına cevap alamadığını sanıyor. Ama biz seninle dua üzerine konuştuk zaten, senin bu konuda tereddütünün kalmadığını biliyorum çok şükür. Umut etmek öncelikle yine kendi öz kıymetini unutmuş olmaktan kaynaklanıyor. Bu yüzden ya kendini yapmak istediğin konuda yetersiz hissediyorsun ya da istediğin şeyi hak etmediğini düşünüyorsun. Bu da seni dış etkenlere ve çevrene hapsediyor. Ya bir şeyler seni istediğine kavuşturacak şekilde olmalı ya da birileri istediğini sana vermeli. Ayrıca umut etmek gerçekleşmemiş bir geleceğe çapa atmak olduğu için şimdide kalmanı mümkün kılmaz. Umut etmek yerine koşulsuz bir teslimiyet ve şüphesiz bir iman ile dua etmeni öneririm.

İkinci sinsi tuzak istek halinde, dileme durumunda takılı kalmak. Bu hal üzere sabitlenmenin sana kazandıracağı tek şey arzuladığın şeye sahip olmadığının bilinçaltına işlenmesi olacaktır. Ve bu önünde sonunda bir yokluk, kıtlık bilincidir. Ayrıca yine teslimiyetten uzak kalıyorsun demektir. İş yine dua etmeyi doğru anlamamak konusuna geliyor. İstediğin şey sen istediğin anda zaten yaratılmış olarak sonsuz olasılıklar içinde mevcut. Önce buna net olarak inanmış olman gerekiyor. Çaba o geleceğe uyumlu hale gelmek üzere olmalı. Ama çaba yerine şüphe olduğu için bırak o geleceği kendine yaklaştırmayı aksine daha da uzaklara itiyorsun. Bak, bir daha üstelemek istiyorum; Allah'tan daha güvenilir bir şey mi var bildiğin? Bırakamıyorsun ve kabullenemiyorsun hala... Bırak artık...

İşte üçüncü sinsi tuzak da genelde Allah'tan daha çok güvendiğimiz şeyler yüzünden baş gösteriyor: pişmanlık... Bu da çoktan olmuş bitmiş bir geçmişe atılan bir çapa olduğu için şimdiki an yine çöp oluyor. Bir de çok dillere pelesenk bir lafı var bunun: keşke... Rica ediyorum, şu "keşke" lafını yasakla kendine. Bu kelime hakkında farkındalığını artır ve eğer "keşke" kullandığın bir cümleni yakalarsan hemen dur. O cümleyi yut, çıkar aklından. Ve hakikaten pelesenk bir kelime bu, öyle bir yapışıyor ki bir süre sonra iyi bir şeyler olsa bile, keşke aşağı keşke yukarı... Kurtulamıyor alışkanlık haline getiren. Örneğin, arkadaş bir konuda bir şeylerde takılmış, ama çözüm bulamamış. Böyle yılları geçmiş. Anlatıyorum, anlıyor ve o konu hakkında net bir fikir aydınlığına kavuştuğu için çok mutlu oluyor. Ama sadece beş saniye... Çünkü sonra "keşke" geliyor: "Ben bunu keşke gençliğimde öğrenseydim" vay efendim, "Keşke seni daha önce tanısaydım" neymiş "Keşke bunları okulda da anlatsalardı"... "Keşke, keşke demesen keşke" diyesim geliyor benimde :)... Rica ediyorum, keşke farkındalığını oluştur ve her ne olursa olsun "keşke"li cümleni bitirme. Lütfen...

Pişmanlığın bir başka türevi de duam kabul olmadı anlayışı. Şu bir gerçek ki Allah her duana cevap verdi şimdiye kadar. Ve bundan sonra da öyle olacak. Ama bunu söylediğimde çoğunluk; "Allah her duamı kabul etmedi ki" diye bir karşı savunmaya geçiyor. Fakat gözden kaçan bir ayrıntı var: "hayır" da bir cevaptır. Yine tekrarlayalım; Sen bilmezsin Allah bilir. Eğer bir duan senin istediğin gibi ya da senin istediğin zamanda olmadı ise daha iyisi senin için hazırlandığından dolayıdır. Ama bu "daha iyi" geleceğe varman da yine senin teslimiyetin ve şüphesiz inancının uyumlanması ile gerçekleşebilir. En başında söylemiştim, baş aktör SENsin. Allah kuluna zulmetmez, ne yapıyorsan SEN yapıyorsun. 

Bu biraz da "ısmarlama tanrı" sevdasından kaynaklanıyor. Şöyle ki, "her ne dediyse kabulümdür, Allah ne dediyse o" demek yerine kendi kafasına yatan, kendi isteklerine uygun ya da kendi işine gelen bir Allah isteyenimiz de çok ne yazık ki. Bu yüzden içeriden şöyle fısıldamalar duyuyor bazıları: 

  • Ya, abi... sarhoş etmedikten sonra alkol niye haram olsun? Akşam, yemeğin yanında bir kadeh kırmızı içmişim, kime ne zararı var şimdi bunun?
  • Tamam, ben sadaka ya da zekat vereyim ama, bu defa onları tembelliğe alıştırıyoruz, vermesek çalışmayı öğrenirler bence.
  • Şimdi hacca gidip de Arap'ları zengin mi edelim? Onun yerine ben kendi memleketimdekilere yardım ederim daha iyi.
gibi gibi... :)... Bak hiçbirimiz mükemmel değiliz, hiçbirimiz de yapmamız gerekenleri eksiksiz yapıyor da değiliz. Lakin teslim olmak kendini burada gösteriyor işte. İnkar ya da isyan etmek yerine, şunu diyebilmektir teslimiyet: 

"Allah'ım... Senden başka bir şey yok, sen varsın. Sen de hiçbir kusur, eksik yok. Olmadı, olamaz. Sen tanımlara, tariflere, derecelendirmelere, sınıflara, izahlara sığmazsın. SEN SENSİN. Ne kadar eksik, kusur varsa bendedir. Üstüm başım hatalarım, sırılsıklam acziyetim, bütün kirimle pasımla ben geldim. Çünkü senden başka bir şey yok, sen bana yetersin."

... Oh be! ...

Blogger tarafından desteklenmektedir.