Header Ads

Bir Çocuk Kadar Cesur Olmak



Sır -nam-ı diğer The Secret- hakkında hala çok konuşuyoruz. Aslında çoktan modası geçmiş olmalı diye düşünenlerin sayısı da az değil lakin hala devam ediyor. Çünkü kulağa çok hoş geliyor. Bunun sebebi de istediğini yapabilmek ve istediğini elde edebilmenin insanlık tarihi boyunca eskimeyecek bir amaç olması. Ve bence doğrusu da bu.

The Secret ile tanıştığımız bu söylem öylesine büyüleyici ki; fakirlik yerine zenginlik, yokluk yerine bolluk, savaş yerine barış ve hastalık yerine sağlıktan bahseden cümlelerine birçokları aşık oldu. Ve yine birçokları, hak etmediklerini ve ulaşılmaz olduğunu düşündükleri bu yaşamsal servetlerin dünya üzerinde bir sürü insan tarafından başarılabildiğini okuduğunda umutları yeşerdi. Rüyaları gerçek olabilir miydi sahiden? Hem de sıradan insanlar olarak kendileri tarafından.

Ve bahsi geçen yöntem çok basitti: yeter ki hayal et! Hala daha birçok insanı en çok ürküten de bu: bu kadar basit olabilir mi gerçekten? Anlaşılan o ki bu bir şaka değil. Ama zor bir şart var: ne hayal ettiğini net olarak bilebilmek.

Çocukluğumuzdaki gibi bir neşe vaad ediyor bize sır dedikleri bu şey. Nasıl sorgusuz sualsiz ve bir o kadar da hesapsız bir biçimde hayal ettiğimizi sen de hatırlıyorsundur bence. Hiç küçük hayallerimiz ve nasıl olur ya da olabilir mi gibi sorularımız yoktu çocukken. Dedektif olmak isterdik; astronot, büyücü, süper yetenekli bir uzak doğu dövüşçüsü… neler neler… Silahtan da korkmazdık, uzaydan da. Sihir bir oyuncaktı ve dayak yemek ihtimal dahilinde bile değildi.

Ne kadar acı ve üzücü olsa da, dillendirmeye korksak da belki, şimdi bakınca net bir sonuç ortaya çıkıyor aslında: bir çocuk kadar cesaretimiz yok artık. O korkusuz velet bir yerlerde unutulmuş sanki.

Büyükler

Büyüdük bir şekilde, bizden önceki çocukların büyüdüğü gibi. Sebepler ve koşullarla karşılaşa karşılaşa büyüdük ve bu yoruma açık ikili konusunda pek yardımcı olanımız yoktu. Çünkü büyükler büyümüştü ve çocukluklarını unutmuşlardı. Büyüdükleri için mi unuttular, unuttukları için mi büyüdüler hep bir muamma… Ve bizim de unuttuğumuzu fark etmediler.

Aksine, “olmaz” dediler, “hayır” dediler, “yok” dediler… “Öyle değil, gerçek değil, iyi değil, güzel değil, akıllı değil, uzun değil, zengin değil, güçlü değil, hızlı değil, yeterli değil… değerli değilsin… dediler de dediler.

Ama başka büyükler de var işte. Kitap okumuş ve kitap yazan büyükler. O büyükler, büyürken unutmamanın çaresini, büyürken unutturan zehrin panzehirini bulmuşlar: kitaplar. Hem büyümüşler hem de unutmamışlar.

Ve onlardan biri bu kitapla hayatımıza girdi. Sır dediği bu şeyle anlattıkları aynı çocukken yaptığımız gibiydi. Hayal etmemizi, sınırlardan korkmamamızı, yeterli olduğumuzu ve tüm gücün bizzat kendimizde olduğunu söylüyordu. Bu sebeple çok tanıdık geldi aslında, bilmediğimiz ya da yeni bir şey anlatmıyordu. Sadece unuttuğumuz bir şeyi hatırlatıyor ve hiçbir şey için geç olmadığı konusunda cesaretlendiriyordu bizi. Bu yüzden hatırlayanlar anlatılanları çok sevdi, çünkü kendileriydi.

Korkusuz bir kral, kendimizin kralı olmak fikri hepimiz için çok iyi bence. Ve anne babalarımızdan daha iyi bir iş çıkarmak… 

Bir Düşünce Kadar Uzakta

Hayatın ve bu dünyanın bizim rahat etmemiz için yaratılmadığını anlamak sanırım başlangıç için çok iyi bir nokta olabilir. Tarihin en önemli insanlarına, kitaplarda okuyup öğrendiğimiz şahsiyetlere baktığımızda bunu açıkça görebiliyoruz. Ve anlaşılan o ki, onlar bunun farkına vardıkları için kitaplarda yer alabilecek hayatlar yaşamışlar. Onların neler karşısında nasıl düşündüklerini ve bu düşünceleri ile ne yaptıkları her şeyi anlatıyor aslında.

Ve bu çok ilham verici bir motivasyon: her ne ise istediğin; huzur, başarı, sağlık… sadece bir düşünce kadar uzakta. Ve zihinsel huzura kavuşmanın da kainatla bir olmanın ön şartı olduğunu düşünürsek, gerçekten çok büyük ve önemli bir sırdan bahsedildiği doğru bence.

Peki, bu konu bu kadar açık, net ve önemliyken neden huzur hala en çok aranan şey? Anlatılanlar işe yaramıyor mu?

Ben yine sorunun temelinin Yaradan’a olan güvensizlikten kaynaklandığını düşünüyorum. Parmaklıklar ardındaki katilden, çitlerin arkasındaki vahşi hayvanlardan, bir arabanın kırmızı ışıkta duracağından korkmayan insan, yaşamaktan öylesine korkuyor ki sürekli bir güvensizlik içinde hissediyor kendini.

Benimle konuşanları çokça hayal kırıklığına uğrattığım konular belli: rüyalar, astroloji, doğum haritaları, numeroloji, yıldızname, atalardan gelen aktarımlar, mizaçlar, enneagram  gibi gibi… Bunların hiçbirinden anlamıyorum ve ilgilenmiyorum. Dolayısı ile bunlar ile ilgili gelen konulara verdiğim cevap da belli: bilmiyorum. Çünkü bilmek de istemiyorum.

Güvenli Yolculuk

Allah var ve güveniyorum. Yarın ne olacağını bugünden bilmek ya da bilmeye çalışmak hiç eğlenceli gelmiyor gönlüme. O’ndan bir şüphem ve endişem yok ve geleni seyretmenin lezzetini, sürprizini kaçırmak istemiyorum. Bir zahmet veya gayret gerektiriyorsa gelen, buna uygun imkan ve donanımlara sahip olduğuma ya da olacağıma dair de bir güvensizliğim yok. Heyecanı kaçmış bir hayat istemiyorum.

Ve bu güven, tüm vesveseleri boşa çıkarıyor çok şükür. Çünkü taksiye bindiğimde şöförü kontrol etmiyorum sürekli, yemek sipariş ettiğimde mutfakta aşçının başını beklemiyorum ya da merdivenden inerken her basamağın sağlam olup olmadığına tek tek bakmıyorum. Şöföre, aşçıya, yapıya bu kadar güvenirken, sonunu bilemediğim tüm kainatı ve bu kainatın içindeki her mikro unsuru milyarlarca yıldır kusursuz bir düzende idare eden Allah’ıma nasıl güvenmeyeyim?

Madem ki yolcu olduğumuzu söylüyorum sürekli, yolun sahibine güvenmemek az önce verdiğim örneklere bakarak en kibar tabirle tutarsızlık olur. Güvenmek lazım. Güvenirsek bu kadar telaşlı olmamıza gerek kalmayacak. Sakinleşeceğiz ve o sakinik bize aradığımız huzuru getirecek.

Madem ki dünya ağır geliyor bazen, kendimi güçlü hissetmiyorum bu sıklet altında, O’nun gücüne sığınacağım ki dünya da hafifleyecek, ben de.

Madem ki emin olmak istiyorum, güven içinde rahat etmek istiyorum şu yeryüzünde emaneti emin olana “teslim” edeceğim ve “teslim” olacağım ki huzur içinde yürüyebileyim yolumu.

Madem ki kalabalık geliyor benden başka her şey, sağlama almak istiyorum kendimi, sırtımı O’na dayayacağım ki artık korkacak bir şey kalmasın.

Kendi Kanatlarını Kırmak

Şu yaşıma geldim; ne güneşin doğmadığı bir gün oldu, ne sonu gelmeyen bir sorun gördüm, ne açlıktan öldüm ne de batıp da boğuldum. 

Bunca zaman sonra fark ediyorum ki, kanatlarım varmış ve uçabilirmişim. Havalanmak yerine her seferinde yük kaldırmaya çalışmışım ve her defasında kırmışım kendi kanatlarımı. Uçamadığım için hep koşmuşum ve bu yüzden hep yorulmuşum.

Yüklerin sahibine güvenmek lazım. O’na teslim olmak ve havalanmak lazım.

Koşmak yerine süzülmek lazım menzile…

Blogger tarafından desteklenmektedir.