Header Ads

İyi Para Veren Herkese Mutluluğun Tarifini Satarım :)...



Çok kişiyle görüşüyor, konuşuyor, okuyor ve yazdıklarına cevap veriyorum. Genel sorun o kadar ortadaki: Hayata dahil olamamak. Bu konuda çok şanslı olduğumu düşünüyorum. Çünkü benimle konuşan herkes akademik ya da profesyonel bir dil kullanmadan içinden geldiği gibi anlatıyor. Bu, sorun diye adlandırılan yaşanmışlığı hem çok daha iyi anlayabilmemi hem de çabalamama gerek kalmadan tekrar ve tekrar yinelenmesiyle çok kolay öğrenmemi sağlıyor.

Bu rahatlıktan olacak ki kendim gibi davranabiliyorum: dümdüz :). Popüler ve çok satan, çokça da çok satma amaçlı yazılan kitaplar gibi cümleler kurmak yerine, ben de içimden geldiği gibi cevap verebiliyorum. Ve sanırım bu da işe yarıyor. Zira neşeli bir hayat öznel bir eylem ve kişisel bir başarı. Bu da benim tavsiye ve komut vermemin dışında, karşımdakinin kendisini anlaması ve bilmesini gerektiriyor.

En Sıkıcı Danışılan :)

Konuşurken kimseye sıkıcı gelmesem de netice itibari ile en sıkıcı danışılan kişi olma ünvanına çok yakınım :). Çünkü kısa yolları ve teorik uyuşturucu kalıpları ne biliyorum, ne inanıyorum ne de anlatıyorum. Yaşamak tamamıyla pratik bir iş ve neşe de o pratiğin yoğunluğunda saklı. Benimle yaptıkları konuşmalar genellikle şöyle bitiyor: onu, bunu, şunu, falan, filan, her neyse artık… YAP!... ve YAŞA!

Kısacası, anlaşılır olma gayesi yüksek ve çoğunlukla da başarılı ama kullanıcı dostu bir arkadaş değilim. Daha da kısacası, sıkıcıyım :). Bilimsel dayanağa sahip olmayı önemserim. İlk yöneldiğim konu da mutluluktur. Çünkü bana göre mutlu musun sorusunun cevabı, sorun ne kadar çeşitli ya da çetrefilli olsa da, teknik olarak sıkıştırılmış bir ipucudur. Eğer alabiliyorsam, bir “teşekkür” cümlesinin başarının sıkıştırılmış bir nişanesi olması gibi. Ve aslında bu “teşekkür” benim anlatmama gerek olmayan ama hatırlanması gereken bir ilham, kişinin kendine yardım edebilme cesaretinin bir ipucudur. Bu ipuçları ise bence her birimizin asli görevi ve kurtuluşu olan eylemin ışığıdır: katkıda bulunmak. Bu da benim dilimden düşürmemeye gayret ettiğim, sürekli farkında olmak dediğim: “salat.”

Konuşmanın başlangıcında bahsettiğim mutlu olmaya odaklanmak da bir tecrübenin sonucu tabii ki. Çünkü anladığım o ki, herkes mutluluğun peşinde olduğunu iddia etse de ne olduğuna dair net bir fikri olan pek yok. Sağlık ve para başta olmak üzere çeşitli tarif edilebilir ve tanımlanabilir hedeflerin adına mutluluk dense de bu hedeflere ulaşıp da “sonsuza kadar mutlu yaşadı” diyebileceğim birine rastlamadım. Ulaşınca ilk varılan nokta, kısa süreli bir esrime yaşansa da, mutsuzluk veya en azından can sıkıntısı. Ve anladığıma göre, ki doğru anladığıma eminim, aslında mutluluk adına tarif edilen şey canımızı sıkacak hiçbir şeyin olmaması durumu. Ama bu mümkün değil. Çünkü canımızı sıkacak hiçbir şeyin olmaması dünyanın en can sıkıcı durumu :).

Padişahlardan Bile Konforlu Bir Hayat

Bunu anlamak çok zor değil aslında. Öylesine güzel bir çağda ve o kadar bol imkanlar içinde yaşıyoruz ki, bundan sadece 40 - 50 yıl öncesindeki insanların büyük emek harcadığı gündelik işlerimiz bile çok kolay hale geldi. Ama sağlık hizmetlerine kavuşmak olsun, ama temizlik ve hijyen ihtiyaçlarımız, ama gıdadaki çeşitlilik ve ulaşımdaki kolaylık  olsun, her şey çok kolay. Şu anda sahip olduğumuz imkanlara sadece bir yüzyıl öncesinde padişahlar bile sahip değildi. Bu durumda son yüzyıl içinde mutluluktan delirmiş olmalıydık. Fakat tam tersine teknolojinin getirdiği kolaylıklar arttıkça mutsuzluk da çoğalıyor sanki. Ve olmayan mutluluğun yerini sabırsızmışcasına dolduran endişe, herkesin yakasına yapışmış durumda.

Mutluluk Mutluluk Dedikleri

Mutluluğu yanlış yerde mi arıyoruz? Doyumsuz muyuz, tatmin olup, kırıp dizimizi  oturmalı mıyız? Neden mutlu olamıyoruz ve insan nasıl mutlu olur? Ya da doğrudan sana sorayım: En çok ne zaman mutlu oldun? Hayatında seni en çok mutlu eden an ya da dönem ne zamandı? Bunu keşfetsen ya da ben sana anlatsam ne kadar güzel olur değil mi? Ama… anlatmayacağım :)...

Kötü biri değilim. Sevdiklerimi kızdırmayı ya da onlara gıcıklık yapmayı sevdiğim doğrudur ama buradaki sebep bu değil. Mesele şu: tarif ve tanım ile sabitlenebilecek ve kısıtlandırılabilecek bir şeyden bahsetmiyoruz mutluluk derken. 2+2=4 gibi değil ve n’olur öyle tanımlar yapanlara da inanma. Herkes için özel ve öznel olan bu nimet, yine herkes için farklı.

Ne olmadığından bahsedebilirim ama istersen. Öncelikle şans ya da baht ile ilgili değil, gelip başına konmayacak. Dışarıda bir yerlerde hiç değil, çok yakında ve hemencecik içinde bir yerlerde. Para ile satılmıyor ki satılsa bile başkasının sana verebileceği bir şey de değil. Öyle olsa iyi para veren herkese mutluluğun tarifini satardım emin ol :). Öyle yaptığını iddia edenler de var biliyorum, bakma sen onlara :).

En başından beri içinde, en başından beri onunla birliktesin; sadece bakman, ilgilenmen, büyütmen, yetiştirmen, geliştirmen gerekiyor. Yani sadece senin yapabileceğin, sadece senin olabileceğin bir şey, bana güvenebilirsin.

En büyük yanılgılardan biri de mutluluğu aramak. Arayarak bulunabilecek bir şey de değil ve tam tersine aramak mutlu olamayacağının garantisi. En başta söyledim; hayata dahil olmalısın. Ama istediğin hayata ya da yaşamın sevimli, güzel yanlarına değil, hayatın her anına dahil olmalısın. Bunu yaptığında mutluluk; bedava, çabasız ve kendiliğinden ortaya çıkacaktır. 

Yol Tarifi

Peki, doğrudan tanımlayamasak bile, ona giden yolun tarifini yapabilir miyiz? Bence, evet. Anlaşılan o ki, bu yol zihnimizi, düşüncelerimizi, duygularımızı ve davranışlarımızı, daha genel bir anlatımla bilincimizi kontrol edebilmekten geçiyor. Zira tarafsız olarak baktığımızda kontrol edebilecek daha fazla bir şeyimiz de yok. Ne ekonomiyi, ne afetleri, ne savaşları gibi gibi… Dışsal etkenlerin bir çoğunu kontrol edemiyoruz.

Ama, bence biraz düşününce senin de hatırlayabileceğin bazı muhteşem anlar vardır hayatlarımızda. Her şey bize karşıymış gibi gözükse de bir şekilde, azim ve istikrarda çok dirayetli olduğumuz ve tüm o düşmanlara rağmen zafer kazandığımız, aklımızdan bir ömür boyu çıkmayan başarılı dönem ya da olaylar olur bazen. Ve o dönem ya da durum her ne ise artık, bizim bir daha eski biz olmadığımız keskin bir virajdır hayatlarımızda. Ondan önce ve ondan sonra diye anlatabildiğimiz kişisel bir zaferdir bizim için.

Dediğim gibi biraz düşünürsen sen de böyle bir ya da birkaç anı bulabilirsin. İşte oralara dikkatlice bakmanı tavsiye ederim. Çünkü oralarda gezinirken nasıl mutlu ve tatmin olmuş bir şekilde hissettiğini tekrar hatırlayabilirsin. O, sözde büyük çaba ve zorluk içindeki serüvende ne kadar kendin olduğunu, ne kadar büyük ve ne kadar yenilmez olduğunu bulduğunda büyük bir şaşkınlık yaşayacağına eminim. 

Ve ne kadar enteresandır ki o zorluk ya da kesintisiz uğraş, bir şekilde seni mutlu etmiş, her şeyden özgürleştirmiş, tam bağımsız bir moda sokmuş, dışarıdan bakanların acıyacağı bir mücadelede iken seni tam tersine çok yüksek bir motivasyona gark etmiştir. Ve yine eminim ki, oralarda bir yerde gerçekten akmış, kanatlanmış ve zafere ulaştığında, gerçekten öncesi ve sonrası arasında muazzam bir fark oluşturan bir “aydınlanma” yaşanmıştır. Tam olarak ondan önceki sen ile ondan sonraki sen artık aynı sen değildir.

İşte oralara bi’ bakmak lazım.

Blogger tarafından desteklenmektedir.