Header Ads

Seni Senden Başka Kurtaracak Kimse Yok / Beden - Zihin - Ruh 25


Olmak kelimesini kullanırken bunun ne kadar incelikli anlaşılıp anlaşılmadığı konusunda biraz tedirginim açıkçası. Zira gündelik işlerimizde de çok kullandığımız bir kelime olduğu için, daha çok nesne boyutunda algılandığını ve bu sebeple doğru anlamlandırılamadığını görüyorum çok defa.

Aslında nesne boyutundaki netliği istediğimiz doğru ama bunu kişilik ve varoluş boyutunda deneyimlemek kastettiğim şey. Aynı bir nesne olduğunda nasıl bir farklı ve yeni bir şeye dönüşüyor ve artık o haliyle anılıyorsa, kişilik olarak da “olmak” dediğimizde artık eski senden bahsedemiyor olmamız, yeni bir sen ile tanışmış olmamız gerekiyor. Yani olduysan eğer eski sen ölmüş olması gerekiyor.

Tam da bu yüzden bunu sadece düşünerek ya da imgeleyerek değil, uzun ve istikrarlı tekrarlar ile duygusunu da dahil ederek yapabiliyoruz. Yine bu sebeple düşünce pratiğini yapıp, belli bir süre imgeleme ile uğraşmış olsan bile, gün içinde eskisi gibi hissetmeye ve duygusal olarak aynı tepki ve durumları yaşamaya devam ediyorsan başarının gelmesi çok ama çok uzun sürebilir.

Farkındaysan sebep-sonuç ilişkisinden başka bir şeyden bahsediyorum. Bir yenilikten, eskiye benzememek ve dönmemekten bahsediyorum. Dolayısı ile bu senin cesaretin ve gayretin ile doğru orantılı bir süreç. Bu sebeple de sürekli senin özdeğerinden ve kıymetinden dem vuruyorum ki harekete geç artık. Mutlu olmak için; zengin, başarılı, huzurlu ya da aklına gelen başka herhangi bir olumlu hal içinde kendini hissedebilmen için ille de başkasına ya da başka bir şeyin olmasına muhtaç değilsin. Bu olumlu halleri kendin inşa edebilir ve istediğin güzel his durumunu kendin seçebilirsin.

Eğer seninle onbirinci gün paylaştığım pratiği istikrarlı bir şekilde devam ettiriyor ve onbeşinci gün konuştuğumuz şekilde kendine bi’ on-onbeş dakika ayırıyorsan artık bu anlattığım seçimler o kadar zor olmasa gerek. Ha, ben onları biraz devam ettirdim ama sonra bıraktım ya da sadece okudum hiç uygulamadım diyorsan… ben yine seni sevmeye devam ederim lakin senin kendini sevip sevmediğin konusu büyük bir soru işareti olarak kalmaya devam ediyor demektir. Olma hallerinin bu kadar hayatı kolaylaştıran, çabasız birer mükemmellik durumları olduğunu bildiği halde neden insan bunu geliştirip huzurlu ve mutlu olmak varken tüm hayatını çabalayarak geçirmeye razı olur? … Bu da benim için koca bir soru işareti tabii ki.

Peki, bunu başarmazsan ne olur? Ölmezsin, korkma! Ama yaşadığın şeye hayat demek de pek mümkün olmaz. Çünkü ya geçmişe dair suçluluk ve üzüntü içinde ya da  geleceğe dair endişe ve kaygı içinde yüzüyor olacaksın demektir. Evet, nefes almaya devam edersin ama şimdide, şu anda değil, başka bir zamanda ve mutsuz olarak… Kurduğun cümleler ya “ama” ile başlayan geçmiş zaman alıntıları ya da “acaba” ile başlayan gelecek zaman uzantıları olur olur gider. Böyle böyle ömür biter ki, dediğim gibi yaşadığın şeye pek ömür demek de mümkün olmaz. Eziyet, sürgün, sefalet ve belki de rezalet olarak adlandırabileceğin boşa geçmiş bir şey işte.

Ve bununla baş edemez bir hale geldiğinde, suçluluk ve kaygı bir bağımlılık haline geldiğinde, düşüncede sürüklenmeye müptela olduğunda her bağımlı gibi bunlar birer bahane ve kendini haklı çıkarma nişanesi olur. Sigara içiyorum çünkü çok acılar çektim dersin, çok yiyerek kilo alıyorum çünkü çocuklarımın geleceğinden kaygılıyım dersin, sürekli kötü haberleri dinliyor veya seyrediyorum çünkü bunun bir duyarlılık göstergesi olduğunu zanneder, zaten olmuş bitmiş bir felaketin ya da sürecin ardından endişe duymayı sorumlu bir vatandaş olmanın gereği gibi göstererek kendi kuru merakını ve acıdan beslenme ihtiyacını tatmin etmene bir kılıf uydurup rahat edersin. Senin hiçbir suçun yoktur aslında, her şey kötüdür, herkes kötüdür ve tam aksine sen bu kötülüklerin arasında bir kurbansındır.

Ama kendine kıymet veren ve her şeye rağmen kendine bir on dakika ayırma nezaketini ve değerini gösteren kişi; artık sigara içmemeliyim çünkü geçmişin acıları gösterdi ki güçlü ve sağlıklı olmalıyım, aynı acıları tekrar yaşamamak ve sevdiklerime yaşatmamak için bu kötü alışkanlıktan vaz geçmeliyim der. Ya da çok yiyerek hem kendime hem de bütçeme zarar vermemeliyim ki gelecek için çok daha güzel günlere hazırlanabilecek birikim ve enerjiye kavuşmalıyım der. Veya olan oldu, olanın kötülüğünü ve negatif durumu enerjim ve dikkatim ile çoğaltmak, beslemek ve büyütmek yerine bu durumun ortadan kalkması, en azından çok daha çabuk yaraların sarılması için bunları - şunları yapmalıyım der. 

Daha önce de belirttiğim gibi seni senden başka kurtaracak kimse yok. Ya hayatı elinden alınmış, yaşamaktan alıkonulmuş, pasif ve stres kaynaklı birçok hastalıkla yıpranmış bir toplum asalağı olacaksın ya da hayatının iplerini elinde tutan, yaşamın kontrolüne sahip, aktif ve sağlıklı, hayırlı bir birey olacaksın. Ve bunların hiçbiri benim dememle ya da ondan bundan tavsiye beklemenle olmayacak. Sadece sen yaparsan olacak. Ortada suçlu ya da sorumlu diye bir şey yok. Seçimler var. Senin seçtiklerin veya tercih etmediklerin…

Lütfen kusuruma bakma ama biraz daha canını sıkmam gerek. Söylemek istediğim şey şu: nankörlük ediyorsun. Suçluluk ve endişe ile meşgul olmak yaratılışı önmesizleştirmek ve Yaradan’a nankörlük etmektir. Çünkü Allah’ım tüm güzellikleri ile yaşamaya doyulmayacak bir gezegen ve özgür iraden ile bu gezegende tecrübe edebileceğin birçok imkan vermişken, tüm bu hediyeleri senin istifadene sunmuşken sen diyorsun ki: “Kusura bakma Allah’ım; şu astrolog falanca ayda başınıza kötü bir şey gelecek dedi, şu spiritüel bunlar birer hayal aslında hiçbiri yok dedi, zaten cennet / cehennem de yokmuş hepsi burada yaşadığımız kadarmış dedi, bilmem ne ekonomisti de piyasalar batacakmış, her şey çok daha kötüye gidecekmiş dedi, dedi, dedi… Ben onları senin halihazırda önüme sunduğun ve var olan tüm bu hediyelerinden, kitabından, sözünden, vaadinden daha muteber kabul ediyorum. O yüzden seni dinlemek ve sana sırtımı dayamak yerine onları dinleyerek yoluma devam edeceğim.” Diyebiliyor musun bunu gerçekten? Ya da sen bu kadarcık mısın gerçekten? Alemlerin Rabb’ine güvenmek, dayanmak, tevekkül etmek ve bu güvenle, bu motivasyon ile yoluna devam etmek varken hala birilerinin seni korkutmasına ya da yaşamını ve varoluşunu anlamsızlaştırmasına izin verecek kadar mısın?

Rica ediyorum anla artık, kaygı bir akıl hastalığıdır. Çünkü sen kaygılanınca değişen hiçbir şey olmadı şimdiye kadar ve bundan sonra da olmayacak. Endişe ile geçireceğin vakti eylem ile geçirmen gerekiyor ki aslında en güzel ilacı da budur. Ne yapman gerekiyorsa onu yap ve sadece yap. Yaparsan bir şeyler olacak endişelenirsen değil. Ve tüm korkular sen ona önem verdiğinde varlık bulabilir. Sen onu yok saydığında ya da ondan hiç haberin yokmuşcasına yapman gerekeni yapmaya devam ettiğinde gerçekten hiç haberin olmadan kaybolur giderler.

Peki neden bu kadar güven arayışı içinde olduğunu fark edebiliyor musun? Çünkü kendini güvensiz hissediyorsun. Çünkü asıl güvenilmesi gerekeni unutup, ne kadar artarsa artsın sürekli bir yenisini istemekten öteye gitmeyen maddi unsur ve imkanlara güvenmeye, tutunmaya alıştın ya da alıştırıldın. Çekim yasası hakkında konuştuğumuz 31. gün “Belirsizliğin Dayanılmaz Hafifliği”nden bahsetmiştim hatırlıyorsan. Ama bu hafiflik yerine tüm maddi güvencelerin ağırlığını tercih etmekte ısrar ediyorsun. 

Ve inan bana bu dünyada deneyimleyebileceğin en güzel şeylerden biridir bilinmezliğin, belirsizliğin ve gaybın kendisi. Ve yine inan lütfen, bugün bilim, icat, buluş ya da araç dediğin imkanların hepsi bu bilinmezliğe ve gayba hayran insanların gün yüzüne çıkardığı şeylerdir. Er-Rahim olan Allah’ım tüm olasılıkların yaratıcısıdır ve sen O’na inanır ve güvenirsen o bilinmezliğin içinden ne istersen sana verir. Böylece artık mutsuz, huzursuz ve tedirgin olmak yerine heyecanlı, enerjik ve güvende hissedersin kendini. Bilinmeyen artık senin için bir tehlike değil sürpriz olabilir sadece. Sürprizi yapan da O olduktan sonra ne gam! Burası O’nunla çok ama çok güzel yaşanacak bir yerdir.

Cevabını bildikten sonra sorunun ne cazibesi var? Kazananı bildikten sonra zaferin ne heyecanı var?  Yürümedikten sonra yolun ne önemi var? E, peki can dostum; Rabb’ini bildikten sonra soruya, savaşa, durmaya ne gerek var? O’nu bilmeyi, O’nu aramayı, O’nu sevmeyi ilk sıraya koymadıktan sonra bir sürü soruna bir sürü isim vermenin bir faydası yok. Ve O olduktan sonra da artık sorundan bahsetmeye de hacet yok.

Yaşamaya geldik buraya, her haliyle ve her yönüyle yaşadıklarımızda O’nu görmeye, duymaya, hissetmeye ve O’na yaklaşmaya… Ne var ki… Önce parçalanacaksın ki yeni bir sen inşa edebilesin. Önce yanacaksın ki küllerinden yeni bir sen doğabilsin. Önce hastalanacaksın ki şifaya ulaşabilesin. Şunun güvenini içinde hissettikten sonra neticeden korkmana gerek yok: Yeter ki yeni senin harcında O olsun, yeter ki aradığın şifa değil O olsun, yeter ki seni yakan O’nun aşkı olsun. Hepsi geçtikten sonra yeniden doğan sen eskisi gibi olmayacak. Artık geri kalan ömrünü çok daha güzel yaşayabilecek bir sen olacak. Belki üç ay çekeceksin sonraki üç yılın kurtulacak, belki üç yıl çekeceksin sonraki otuz yılın kurtulacak. Yeter ki sevdiklerinin birinci sırasında O olsun, yeter ki en sevdiğin, en sevgilin O olsun. Gerisi gerçekten çok ama çok güzel olacak. Ama nasıl olacağı senin işin değil güzel arkadaşım.

“Ben kulumun zannı üzereyim” diyen bir Allah’ımız var. Bu kadar güzel bir vaad varken neden onun bunun lafına bakıp da karalar bağlıyorsun ki? “Ben seni dinleyeceğim” diyor işte. Böylesine nazik ve böylesine de latif… Ama sen onu dinlemeyip başkalarını mı dinleyeceksin hala? Yapacağın şey basit, sırtını ona yaslayacaksın ve ne olmasını istiyorsan hayatında, neyin nasıl sonuçlanmasını istiyorsan güzel güzel hayal kuracaksın. Nasıl olacağını, kimler ile olacağını, hangi aşamalar ile olacağını düşünmeyeceksin. Sadece olmuş halini, olduğunda nasıl güzel hissedeceğini, ne kadar mutlu olacağını ve olduğunda nasıl da keyifli olacağını hayal edeceksin. O da sana verecek. Nasıl olacağını O’ndan iyi bilemeyiz ya neden kendini bunlar ile yoruyorsun? Yorma…

Kendini bunlar ile yoracağına güzel duyguların ile yor. Evet, n’olur bunlar için kendine zaman ayır ve bunları hatırlamak ve hayatına çekmek için, yaşamına daha fazla dahil etmek için gayret göster. Al eline kalemi kağıdı, en erken hatırladığın çocukluğundan itibaren yaz bakalım: Nelere minnettarlık besledin, neler seni neşe ve sevince boğdu, seni heyecanlandıran şeyler ne olmuştu, ne için büyük bir azimle çabalamıştın, seni çok şaşırtan, sana sihirmiş gibi gelen neler görmüş ya da beğenmiştin, en çok neleri merak ettin hayatında, seni güçlü hissettiren şeyler ya da olaylar nelerdi, neye gıpta ettin, ne ya da kim gibi olmak istedin, neye ya da kime karşı veya hangi konuda dikkatli, kibar, nazik olmaya çalıştın… Bunları uzun uzun yaz lütfen. Hem kendini çok iyi hissedeceksin, hem ne kadar güzel şeyler de yaşadığını görecek ve aslına buranın senin için hazırlanmış ne kadar da güzel bir hayat olduğunu anlayacaksın. Ve bir de sürpriz ile karşılaşabilirsin eğer detaylı ve özenli bir çalışma yaptıysan. Bak bakalım bu anıların içinde sürekli tekrarlayan ya da sürekli seni aynı konu veya duruma sürükleyen bir şey var mı? Eğer varsa yaşam amacını (dharma) bulmaya çok yaklaştın demektir. Büyütecini o alana tutabilirsin.

Blogger tarafından desteklenmektedir.