Header Ads

Bugün de Böyle Olsun / Frekanslar Hakkında Her Şey 13


Konuşmaya başlamadan önce ha'di gel önce itiraf edelim: Epifiz bezinden bahsetmek, onun hakkında konuşmak çok heyecanlı değil mi? Neden? Çünkü doğru düzgün bir şey bilmiyoruz da ondan. :)...

Gizemli, bööle mistik bir şey. 

Peki bilinmeyene olan bu merak ve keyif nereden geliyor sence? Çünkü gayba (bilinmeyene) inanmak ve varmak senin ilahi özünün yegane amacı da ondan. Var olduğun günden beri bir şeylerin eksik olduğunun farkındasın. Bilmediğin bir şeyler ya da bildiğin ama hatırlayamadığın. Hani görsen, deneyimlesen "tabii yaaa!!!" diyeceksin, zihninin derinliklerinde bir şey. 

Kendini çeşit çeşit hallerde hissettiriyor, sana sesleniyor içeriden bir yerlerden: "Sen bu kadarcık değilsin. Sen sadece beden değilsin. Sen sadece bu zihin değilsin. Sen sadece aldığın maaş, oturduğun ev, bindiğin araba, kazandığın para... sadece anne, baba, evlat, kardeş... Sen sadece beşer değilsin."

Bu sese güven olur mu? O ses memleket hasretidir çünkü. Geldiğin yere geri çağrılışındır. Varmak istediğin, varman gereken menzilin yankısıdır. Sen beşer değilsin, insansın.

İnsan ne demek biliyor musun peki? İnsan Nisyan köküyle unutan, Ünsiyet (İnisiye) haliyle hatırlayan demektir. Unuttuk, doğrudur. Ama aklımızın bir köşesinde o memleket buram buram tütüyor hala. 

Neden geldik peki? Memleketten neden geldik bu gurbete? Çünkü biz istedik, söz verdik. Bütün ruhlar yaratıldığında, hepimiz bir yerdeyken, hepimiz birken Rabb'im sordu biz "evet" dedik.

Bu dünyanın yalan olduğunu bile bile, bu dünyanın geçici olduğunu bile bile, bu dünyada acı, hüzün, ıstırap, ayrılık, ikilik, kötülük var diye o kadar heyecanlandık ki. Evet, şimdi kulağa çok garip geliyor değil mi? Biz bunlara neden heyecanlandık? Melekler bu dünyanın kara yüzünü görmüşlerdi de "Bozgunculuk yapacak ve kan akıtacak birini mi yaratacaksın?" diye sormuşlardı. Ama biz sabırsızlanıyorduk. Neden? Çünkü melekler bilmiyorlardı kendisine bildirilenden başkasını ama bize öğretilmişti.

Biz biliyorduk ki: Acı da Allah'dı, hüzün de Yaradan'dı, ıstırap da Rabb idi... O olmayan hiçbir şey olamazdı ve biz sadece bir ışık olarak kalmak yerine bütün bu tecellileri deneyimleyebilme şansına sahiptik. Her deneyimde O olacaktı, her nefeste O'na yaklaşacaktık, her demde O'nda, O'nunla olabilecektik. Bundan daha güzel bir şey olabilir miydi? Bundan daha başka bir şey olabilir miydi? Taştık, coştuk, çok ama çok istedik... 

Nefisimiz oradaydı ve biliyorduk. Şimdilerde ego dediğimiz, benlik dediğimiz ve dünyadaki bozgunun mimarı olacak, en büyük sıkıntımıza şahittik ve ona rağmen...

Bize soruldu: "Elestu bi Rabbikum" (Ben sizin Rabbiniz değil miyim?)... Hep bir ağızdan ve tereddütsüz (Kaalu : Hepsi birden dediler) olarak cevap verdik: "Bela"... (Bela : Evet)

Hiçbir varlığın kabul edemediği, cesaret edemediği, sorumluluğunu alamadığı nefs emanetini sırtımıza yüklemeye gönüllü olduk. Çünkü buna değerdi. Hiç bir varlık bizim kadar O'nunla muhatap olamazdı artık. Hiç bir varlık O'na bizim kadar yaklaşamazdı. Hiçbir varlık O'nun tecellilerini, isimlerini, sıfatlarını bizim kadar deneyimleyemezdi artık. O her şeydi, O'nun için her şeye değerdi. 

"Bela" dedik, kabul ettik. En büyük düşmanımız ile birlikte geldik. Nefsimiz ile birlikte bir bedende doğduk. Ama Rabb'imiz, yani öğretmenimiz, yani eğitmenimiz, yani terbiye edenimiz vardı ve biz de O'nu dinleyerek aldığımız emaneti temizleyip O'na geri dönebilirdik.

Nefsimiz bize emir verirdi, biz onu dinlemez Rabb'imizi dinlerdik. Nefsimiz her şeyi suçlardı, biz de Rabb'imize sığınıp onu suçlar onu kınardık. Rabb'imiz bizi terbiye eder, biz de onu terbiye ederdik ve artık bir şeyleri ilham alır, bir şeyleri anlar hale getirebilirdik. Sonra o da bizi anlardı artık, tam, tamam olurduk, birbirimize destek mutmain olurduk. Sonra birbirimize destek olur Rabb'im ne derse, ne isterse, ne buyurursa, ne gönderirse razı olurduk. Biz hiçbir işte O'ndan daha önde O'ndan daha iyi olabilir miyiz hiç? En son O da bizden razı olurdu. Bundan sonra sadece vuslatı bekler, saf ve olgunlaşmış halimizle O'na geri koşardık. Hiçbir varlık böylesine kutlu bir yolculuğu yaşayamazdı bizden başka, ve buna değerdi tabii ki, kabul ettik. 

Sonra anne rahmine indik. Anne rahimine gelince, gerçek Rahim olanı... unuttuk. Doğduk, biz doğduk diye hiç doğmamış olanı... unuttuk. Anneyi gördük Hannan'ı... unuttuk. Baba ekmek getirdi, gerçek Rezzak'ı... unuttuk. Büyüdük, biz büyüdük diye en büyük olanı... unuttuk. Arkadaşlarımız, dostumuz oldu, gerçek dostu... unuttuk. Birini sevdik, aşık olduk, gerçek aşkı... unuttuk. Canı sevdik, Canan'ı... unuttuk.

Ama böyle olmayacaktı. Söz vermiştik, emaneti kabul etmiş, "Bela" (evet) demiştik.

Biz O'nu unuttuk ama O bizi unutmadı. Hatırlayalım diye "bela" geldi. Hatırlamadık, eğitemediğimiz emanet bizim adımıza konuştu: "Hani Allah varsa bu insanlar neden hastalıktan ölüyor, neden kanser var, neden salgın var?" dedi. Ona uyduk, anlamadık, hatırlayamadık. Hastalık yoktu, ölüm yoktu. Burası gurbetti, yalandı, kimse yok olmuyor, hatırlıyor ve memleketine geri dönüyordu, ama biz hatırlamadık.

Bize rağmen bizimle ilgilenmeye devam etti, "Bela" (evet) dediğimizi hatırlayalım diye bela geldi. Hatırlamadık, emanet bize hıyanet etti, bizim adımıza konuştu: "Hani Allah varsa bu çocuklar neden açlıktan ölüyor, neden bombalar patlıyor, neden savaşlar var?" dedi. Ona uyduk, anlamadık, hatırlayamadık. Biz israf ettik onlara vermedik diyemedik, o silahları biz yaptık, O'nda kusur yok, ne yaptıysak biz kendimize yaptık diyemedik. Hatırlamadık.

Biz O'nu unuttuk ama O bizi hiç unutmadı. Biz de hatırlayalım diye "Bela" (evet) dediğimizi, bela geldi. Hatırlamadık, dost edemediğimiz düşman bizim adımıza konuştu: "Allah varsa nede fakirlik var, neden adalet yok, onda varken sen de neden yok?" dedi. Ona uyduk, anlamadık. Olan ne vardı ki? Ev mi, araba mı, para mı, zenginlik mi, altın mı, gümüş mü? NE? Bunlar var mıydı ki zaten? Burası Dünya idi. Dünya aşağıda olan demekti, uzakta olan demekti. Yukarıyı unuttuk, memleketi unuttuk, hatırlamadık.

Emanetin anlamadığını sen anla lütfen artık. Şöyle düşün ki, annen seni bir gün çağırdı, karşına aldı ve dedi ki: "Evladım, şu sigarayı bırak artık. O sigarayı içersen bütün hayatın kötü geçecek. Paran azalacak, keyfin bozulacak, sağlığın elden gidecek. Beni dinle ki iyilik bulasın." Sen de bunun ardından gece rüyanda kendi hayatını gördün. Kötü bir kabus... Paranı sigaraya harcadın, fakirlik sefalet çektin. Mutsuz oldun. Sonra hasta oldun, bin bir eziyet, acı ilaçlar, kötü doktorlar, yalnızlık ve ıstırap dolu ameliyatlar. Her sıkıntında annenin öğütleri geldi aklına. Tüm hayatının ne kadar kötü geçtiğini bir rüya da yaşadın ve uyandın. Uyandın ve anneni dinlersen ne kadar sağlıklı ve mutlu olduğunun farkında vardın. Böyle bir durumda anneni suçlayabilir misin? İşte... O anne O Hannan... O rüya bu Dünya... 

Sen benim canım, dostum, kardeşim. Şu emanetin sözlerine kanma artık. Şuna bir lafını geçir, sözünü dinlet artık. Abuk subuk söylenir, ne konuştuğunu da bilmez, ne dediğini de anlamaz. O burada kalmak ister, sonsuz seneler kalalım desen memleketi özlemez. 

Ama sen şimdi anladın mı neden merak eder durursun gizli olan her şeyi? Neden bilinmeyen bir şey olduğunda hemen gözlerini kısar, kulaklarını kabartırsın? Özlediğin bir yer var, hasretliğin bir vuslat var, doyamadığın bir YAR var. 

Dosdoğru yolda yol arkadaşın olurum demiştin, bu yol O'na çıkar, çünkü her yol O'na çıkar. Din demek YOL demek ve yol uzun. Tek başına çıkılmaz, bize biz lazım. Beraber gidelim, yoldaş olalım, destek lazım. İyilik ve hizmet etmeden birbirimize bu yol aşılmaz. Ben senim, sen bensin, her şey O iken başkası nasıl mümkün? 

Allah...

Ben böyle yapınca kızanlar oluyor biliyorum, her şeyi de dine bağlıyorsun diye. Ne yapalım, ne konuşacaktık ne oldu? Girişi yaptık ama çıkış yine aynı yere oldu. Artık bugünlük affını, sabrını ve anlayışını rica ediyorum. Bugün de böyle olsun. 

Yarın kaldığımız yerden devam edelim.

Blogger tarafından desteklenmektedir.