Soğan Sarımsak Frekans İlişkisi / Frekanslar Hakkında Her Şey 20
Soğan doğrarken ağladın mı hiç? Çok di' mi?
E, bizim mutfağımız da soğansız sarımsaksız olmaz. Soğanlar pembeleşinceye kadar kavrulmadan başlanabilen bir yemek bilmiyorum ben :). Salata, garnitür ve ekmek arası olan her hızlı tüketimde de soğan olmazsa olmaz. Sarımsak zaten şahane. Şöyle bir kayseri mantısı, sarımsaklı yoğurt ile, üzerine de yağda salçayı gezdiriyorsun, aheste aheste. Allah'ımmmm!!!!.... Sen affet :).
Soğansız ve sarımsaksız, en azından birini tüketmediğimiz bir gün yok sanırım. Çok da faydalı zaten. Eskiden ninelerimiz hep bu ikisinden acayip şifalı ilaçlar yaparlardı. Soğuk algınlığı ve grip konusunda her zaman ilk sırada soğan ve sarımsak. Ve her defasında da işe yarar, net. Mantar ve bakterilere karşı inanılmaz etkili. Kan temizleyici, yüksek kolestrolü düşürücü etkiye sahip. Rabb'im resmen yuvarlacık paketler halinde antibiyotiği paketlemiş, hizmetimize sunmuş. Mucizeleri ve faydaları say say bitmiyor.
E, tamam da ben niye ağlıyorum abi o zaman bu soğanı doğrarken? Bi' terslik yok mu? Bir şey var ve bedenim buna tepki veriyor. Hem de çok az şeye verdiği kadar çok güçlü bir tepki veriyor. Bütün salgı bezlerim anormal seviyelerde çalışıyor, gözüm, ağzım, burnum... salya, sümük göz yaşı... N'oluyoruz? Sevinç göz yaşları mı yani: "Yaşasın soğan gibi mükemmel bir şeye sahibim" :).. E, çok yanıyor ama. :)...
İşte ayın karanlık yüzü... Acaba, hiç temas etmediği halde, gözüne burnuna bunu yapan, midene ne yapar? Bu sorunun cevabı az çok hayvanlarda gösteriyor kendini. Soğan ve sarımsak; kedi, köpek, at ve bir çok hayvan için ölümcül bir yiyecek.
Bunu test edip etmediğini bilmiyorum ama lütfen dene, soğan doğradıktan sonra ya da özellikle çiğ soğanı tükettikten sonra biraz dinlenme ihtiyacı, bir yorgunluk hissedeceksin mutlaka. Ve bu çok garip, çünkü soğanın ve sarımsağın yaklaşık %90'ı su. Karbonhidrat ve şeker seviyesi de çok düşük, ki bu da hamur işlerinin yaptığı gibi bir etki yapmasına sebep olmaması gerekiyor. O zaman biz soğanı sarımsağı yediğimizde neden devrilip kalıyoruz? Bedenimiz bunlara karşı neden bir savunmaya geçiyor?
Cevap çok ilginç: Sülfür Gazı... Soğan ya da sarımsağı doğramaya başladığında, ya da çiğnemeye başladığında Allicin adlı bir gaz ortaya çıkıyor. Kendi içinde bulunan enzimler ile birleşiyor ve sülfür gazına dönüşüyor. Bu sülfür gazı gözünün saydam tabakası ile birleştiğinde bir asit halini alıyor, tahriş ediyor ve yakıyor. Bu sebeple beynin göz kapaklarını kapatman için muazzam bir baskı uyguluyor ama ne doğradığını görmen için açık tutmak zorundasın. İşte gözyaşların da bu asidi temizlemek için şırıl şırıl akmaya başlıyor. Daha önce çok defa konuştuk, bedenimiz mükemmel bir organizma, çok şükür.
İşte hayvanların ölmesi de buna çok yakın bir sebepten. Soğan ve sarımsakta bulunan bu reaksiyon hayvanların vücutlarında sülfoksit ve sülfitler oluşturuyor. Ve bu iki unsur onların alyuvarlarını bozarak anemiye neden oluyor. Lütfen o acayip fast foodların artalarını sokak hayvanlarına verme. Çok acı çekmelerine sebep olabilirsin.
Soğan ve sarımsak senin enerjini alır, seni düşürür, bitirir. Fazla tüketildiği zaman nasıl yerle bir olduğumuzu, kafamızı kaldıramadığımız, yorgun ve bitkin hissettiğimizi hepimiz biliriz. Neden? Az önce de nasıl bir tahriş edici olduğunu anlattım. Gözlerine yaptığını midene indiğinde yapmadığını mı sanıyorsun. yapıyor tabii ki. Çünkü soğan ve sarımsak muazzam birer antibiyotik.
E, antibiyotik demek iyi demek değil mi? Değil. Biraz farkındalığını artırabilirsen anlaması çok kolay. Anti + Biyotik... Anti yanı karşıt, karşı, düşman, yok eden... Biyotik yani canlı... Antibiyotik eşittir canlı karşıtı. E, sen ölümüsün? :)...
İşte genel olarak yapılan ilk itirazlardan birine burada ışık tutabiliriz: Peygamber Efendimiz'in (s.a.v) hadis-i şerifi: "Soğan ve sarımsak şifadır." O biriciğin ağzından çıktı diye soğan ve sarımsağı kutsamanın manası yok, soğana ve sarımsağa dikkat etmek yerine cümlenin yüklemine dikkat etmek, mana açısından daha makbuldür diye düşünüyorum: "şifadır"... İşte sana şifa kelimesinin anlamı: "hastalıktan kurtulmak, iyileşmek." E, peki sen o lahmacunun içine soğanı boca ederken hasta mıydın canım kardeşim. Hiç sanmıyorum, iştahına bakılırsa baya baya sağlıklısın. Bu hadis-i şeriften yola çıkarak soğan ve sarımsağı övmek ve korumaya çalışmak şöyle bir hikayeyi hatırlattı bana:
Bir doktor, alkoliklerin tedavi gördüğü bir klinikte, alkolün zararları konusunda küçük bir sunum yapıyormuş. Masasının üzerine iki adet su bardağı koymuş. Her ikisi de şeffaf bir sıvı ile doluymuş. Doktor yanında getirdiği iki elma kurdunu sırayla bu bardaklara atmış. Birinci bardaktaki elma kurdu biraz çırpındıktan sonra bardağın yüzeyine tutunmayı başarmış ve yavaşça dışarı doğru hareket ederek kurtulmuş. İkinci bardaktaki elma kurdu ise çok daha şiddetli çırpınışlar içinde erimiş ve yok olmuş. Doktor, birinci bardaktaki sıvının su olduğunu ve canlılara nasıl da zararsız olduğunu, ikinci bardaktaki sıvının ise alkol olduğunu ve bir canlıyı nasıl yok ettiğini anlatmış. Ve sunumun sonunda "bundan ne anladınız?" diye sormuş. En arkadan kafası güzel bir abimiz el kaldırmış ve cevap vermiş: "İçki içtiğimiz sürece asla kurtlanmayız." :)...
Şimdi sen soğan ve sarımsak yemek istiyorsan kimse seni durduramaz. Açıkçası benim de öyle bir amacım yok. Ben, daha önce defalarca da söylediğim gibi, okuduklarımı, dinlediklerimi, öğrendiklerimi anlatıyorum. Bunları dışarıda çok anlatınca deli diyorlar, ben de burada sana anlatıyorum. Tek istediğim şu: Tamamen bunlardan kurtulmak ya da vazgeçmek mümkün olmayabilir. En azından hemen mümkün olmayabilir. Tamam, anlayışla karşılıyorum. Bari çiğ tüketme, bunu başarmak çok kolay. En azından her gün tüketme bunu başarmak da çok kolay. Bunları yapmaya başlasan bile o kadar çok faydasını göreceksin ki.
Canım Efendim'in hadis-i şerif'ine geri dönersek, evet soğan ve sarımsak birer şifadır. O'nun sözünden şüphe edilmez. Hastalandığında, rahatsızlandığında tabii ki ondan faydalan. Neden? Çünkü adı üstünde antibiyotik olduğu için seni rahatsız eden o organizmaların canına okur, senin iyileşmene vesile olur. Ama her gün yersen senin canına okur. Şifa konusunu anladıysak O biricik inci tanesinin bir hadis-i şerif'ine daha bakalım: "Ben soğan ve sarımsak yemiyorum. Cebrail (melek) gelmeseydi ben de yerdim." Frekanslar üzerine konuşuyoruz, gelmiş geçmiş frekansı en yüksek insan, Cebrail Aleyhisselam ile doğrudan münasebeti, Miraç hadisesi ile kendini çok belli eder ki tabii ki o En Sevgili'dir. Dolayısı ile melek boyutuyla iletişimini sağlayabilecek frekansını düşürmemek adına, soğan, sarımsak ve pırasa yemezdi ve bunları yiyenlerin, o koku geçene kadar mescide yaklaşmasını da men etmişti.
Hadi bir örnek daha vereyim. Herhangi bir hocaya gittin diyelim. Negatif varlıklardan şüphe ediyorsun, üç harfliler öcü yapıyorlar sana :). Tamam tamam, biliyorum sen hiç gitmedin öyle hocalara :)... Ama mutlaka giden birileri vardır akrabalarında, duymuşsundur. Onların da yapılmasını istedikleri ritüeller sürecinde koştukları şart şu değil mi?: "Soğan, sarımsak, pırasa, kuzu eti yemek yok." Neden? Çünkü bunlar senin frekansını düşürüyor ve negatif unsurlar ile seni aynı seviyeye çekiyor ve onların seninle iletişim kurmalarına çok daha büyük olanaklar sağlıyor. Sen bunlardan uzaklaşır uzaklaşmaz zaten frekansın yükselmeye başladığı için artık o iletişimden uzaklaşıyorsun. Neyse, sevdiğim konular değil bunlar.
Aynı şifa yanılgısı sütte de var. O seçilmiş, biricik canım Efendi'm "Süt şifadır" dediği için süte de laf söyletmeyenler var. Aynı şekilde, şifadır. hastalandıysan, vücudunun protein desteğine ihtiyacı var ise, bir hastalık atlattın ve yeni hücre yapımına destek olan gerekiyorsa sütten faydalan ama her gün süt içmek nedir Allah aşkına? Sütte "Kazein" isimli bir enzim var? Bu enzim ne mi yapıyor? 30 kilogram civarı doğan buzağı var ya, bücük... İşte onu bir senede 1 ton (1000 kilogram) yapıyor. Böyle bir şey istediğini sanmıyorum :). E, ama çocuklar doğduğunda süt içiyorlar, diyebilirsin. İşte bak bakalım, o doğduğu ilk günlerde mindere koyduğunda yarısı boş kalan bebiş şimdi ne kadar olmuş? Lütfen, ergenlik dönemi bittikten sonra şu sütü hayatından çıkar artık. Sana hiçbir faydası yok, senin de ona hiç mi hiç ihtiyacın yok.
Ben ille de gözümle görmek istiyorum diyorsan, bak burada sorumluluk sana ait ben yap demiyorum, sen ille de gözümle görmek istiyorum diyorsan: Soğanı ve sarımsağı kes, derinin üzerine koy. Bir süre sonra kızarmaya başladığını hatta bir süre daha beklersen kabardığını göreceksin. İç organlarının hassa yapısını düşün bir de.
Duygusal yönlerine bakacak olursak: Soğan ve sarımsak uyarıcıdır. Algını, duygu durum yapını değiştirir ve bozar. Enerjini düşürür. Konsantrasyon ve odaklanma becerini inanılmaz kötü etkiler. Manevi refahın açısından çok kötüdür ve seni kötü etkiler. Ben şimdi sana her gün odaklanmadan, meditasyondan, huşu içinde namaz kılmaktan bahsederken nasıl "soğan ve sarımsak yiyebilirsin" diyeyim. Demem...
Bugünlük de bu kadar demeden önce bir konuyu açığa kavuşturmak istiyorum. Şu yeme içme konusuna girdiğimizden beri senden şöyle serzenişler duydum. "E, ama bunlar madem zararlı Allah bunları neden yarattı?" ya da "Sen dinimizin mubah kıldığı bir şeyi nasıl yeme diyebiliyorsun ki?" ya da "Onu yeme bunu yeme, madem iş bu kadar yemeklerle alakalı idi hani nerede kaldı düşüncenin gücü?"... Bununla alakalı da çok güzel bir rivayet var bildiğim, müsadenle anlatmak isterim.
Zamanında, bir genç, ailesinden izin almış ve tekamül yolculuğunda kendisine rehberlik etmesi için AbdulKadiri Geylani Hazretlerinin dergahına katılmış. Aradan bir süre geçtikten sonra annesi evladını merak etmiş, dergaha bir varayım da bizim oğan nicedir, hali vakti nasıldır bir göreyim istemiş. Dergaha gittiğinde odasını tarif etmişler. gencin odasına vardığında aralık olan kapıdan evladını görmüş annesi. Genç zikir halinde ama nasıl zayıflamış, süzülmüş, kafası bir sağa bir sola: "Lailahe İllallah, Lailahe İllallah." Yanında da bir kuru dilim ekmek, bir tas su. Ana yüreği dayanamamış, evladına ünlemeden seğirte seğirte Hazret'in yanına varmış. Hazret ise, afiyet bal şeker olsun, önünde kızarmış bir tavuk, parçalar parçalar onu yermiş. Kadın celallenmiş: "Oh, ne güzel ya" demiş, "Hoca efendi sen burada tavukları götür, bizim oğlan kuru ekmek ve bir tas su ile iğne ipliğe dönmüş. Bu nasıl iştir" diye söylenmiş. Hazret gülümsemiş, ve tavuğa doğru seslenmiş: "Kum Bi-iznillah (Allah'ın izni ile birleş)", ağzına kurban. Tavuk parçaları kendiliğinden birleşmiş ve birleşmiş, tekrar bütün bir tavuk haline gelivermiş. Kadına da aynı tebessüm ile cevap vermiş: "Senin oğlan da bunu yapabildiği zaman ona da tavuk vereceğiz."
Şimdi sen de böyle bir şeyler yapabiliyorsan, vallahi sana hiçbir lafım yok. Canın ne isterse ye, sana her şey şifadır. Ben bu rivayetteki genç olma derdindeyim. O yüzden böyle şeyler anlatıyorum sana. Benim dediklerim yasa değil, kanun değil, sakın dediklerim haram değil, kabul dediklerim şart değil. Ben bir yola çıktım, kendime yol arkadaşları arıyorum, bunu da her fırsatta dillendiriyorum. Elimden geldiğince, tüm gayretimle. Tek bildiğim bir mottom var: "Her gün bir adım, hiç durmadan, hep ileri."
Kendi başıma beceremeyeceğimi biliyorum. Benden bir halt olmaz, Benim ne haddime, neyime... Sen de bana katıl beraber yürüyelim istiyorum. Dosdoğru yolda, insanlığa ve tüm canlılığa iyilik ve hizmet için koluma gir istiyorum. Tüm derdim bu.
Yarın şeker ve ekmek var sırada. Ama bu ikisinde müsamaha yok, haberin olsun. :)...