Header Ads

Kahve Nasıl Frekans Düşürür / Frekanslar Hakkında Her Şey 19


Kahve içtiğinde kendini daha enerjik hissettiğini düşünüyorsun değil mi? Daha zinde... Aslında bu birinci yanılsama. Kahve seni enerjik ve zinde yapacak bir etkiye sahip değil. Kahvede bir numara yok yani. Aslında hemen hemen tüm ilaçlarda olan şey de bu. Olay senin içinde gerçekleşiyor ama kahve sayesinde gerçekleştiği için sen kahvenin bir marifeti var sanıyorsun.

Gel bu senin içinde gerçekleşen olay neymiş bir bakalım. 

Mükemmel bir bedene ve aynı mükemmellikte çalışan bir sisteme sahip olduğumuzu konuştuk daha önce defalarca. İşte bu mükemmelliğin bir parçası da uykumuz. Yorgunluk hissettiğimizde, beynimiz bizi dinlenmeye çekiyor ve tüm sistemimizi ertesi gün tekrar yenilenmiş olarak devam ettirebilmek için uyku dediğimiz sakin deneyime geçiyoruz.

Uyku zamanı nasıl belirleniyor sorusu burada karşımıza çıkıyor. Beynimiz bizi ne zaman uyutacağına nasıl karar veriyor? Başka bir deyişle ne zaman yoruluyoruz?

Adenozin... Kanımızda Adenozin isimli bir kimyasal var. Kan dolaşımımız ile bedenimizde yolculuk eden bu kimyasal bizim yorgunluk belirtecimiz. Ve beynimizde bu kimyasalı algılayan reseptörler yani alıcılar var. Gün içerisinde bu alıcılarda Adenozin birikiyor, birikiyor ve reseptörlerimiz doluluğa ulaştığında beynimiz yorulduğumuzu ilan ediyor ve uyku moduna geçiyoruz. Bu birikim gün içerisinde zamanla sürekli gerçekleştiği gibi fiziksel faaliyetimizin çok olduğu durumlarda kan dolaşımımız da hızlandığı için dolayısı ile daha hızlı ve fazla bir birikim oluşuyor ve yorgunluk o oranda fazla ve hızlı gerçekleşiyor.

Uyuduğumuzda beyin ve beden aktivitemiz düşüyor. Bedenimiz bazal metabolizma sakinliğine iniyor. Kan dolaşımımız yavaşlıyor, dolayısı ile Adenozin dolaşımı da azalıyor. Beynimiz ise düşük dalga seviyelerine iniyor ve Adenozinler alıcılardan serbest bırakılıyor. Bu sayede tekrar dinç olma ya da dinlenme dediğimiz duruma geçebiliyor ve uyanıyoruz. Buradan, meditasyon veya meditatif halde yapılabilen ibadetler neden seni daha dingin ve uyanık hale getiriyor anlamış olman gerekiyor. 

Buraya kadar güzel geldik. Genel kültür bilgisi olarak uyku ve yorgunluk nasıl oluşuyor öğrendik. Ama kahve bu işin neresinde? Konuşmanın başında da dedim ya, kahvede bir numara yok aslında. Bundan sonrası tamamen kahvenin şansı. Bu şans ise Kafein ile Adenozin kimyasal yapılarının birbirine çok benzemesi. Yoksa bildiğin kara, kuru, acı bir şey bu kahve dediğin, neden hoşuna gitsin ki?

Kahve ile birlikte kafeini aldığında beyindeki alıcılara, benzerliğinden ötürü, Adenozin yerine Kafein bağlanıyor. Bağlanan Kafein kadar Adenozin beyne bağlanamadığı için, beynimiz de Adenozin miktarına bağlı bir yorgunluk hesaplaması yaptığı için seni yorulmadı varsayıyor, sen de zindeyim sanıyorsun. Fark ettiysen varsayıyor ve sanıyor kelimesini kullandım, ama tabii ki bu bir yanılgı ve bir hile. Bundan sonrasını anlayabilmen için yine basitleştirerek anlatmak istiyorum.

Sabah uyandın. Beyninde 10 Adet Alıcı / Reseptör var. Bunlara "10R" diyelim. Akşama kadar günlük aktivitelerin esnasında kan dolaşımın ile Adenozin sürekli beyninden birikmeye başladı. 10 Adet reseptör olduğu için dolayısı ile 10 Adet Adenozin bu alıcılara bağlandı. Bunlara da "10A" diyelim. Gece olduğunda "10A" kadar yorgun bir halde yatağa gidiyorsun ve bu "10A" uykunda serbest bırakılıyor ve sen sabah "0A" ile dinlenmiş olarak uyanıyorsun. Buraya kadar süper, Allah rahatlık versin tabii ki, sorun yok, neden? Çünkü bu kahve içmeyen adamın hesabı idi.

Kahve içen ise... Sabah uyandın. Beyninde "10R" kadar alıcı var. Kahveyi içtin ve vücuda Kafein girdi. İçtiğin kahve ile 2 Adet Kafein aldın diyelim ve bu da "2K" olsun. Bu "2K" alıcılara bağlandı ve geriye "8R" kadar alıcı kaldı. Bunlara da "8A" kadar Adenozin bağlandı ve sen eskiye göre daha az Adenozin bağlandığı için daha zinde ve uyanıksın. Gece aynı zamanda yattın, uyudun ve çok da güzel uyandın çünkü Adenozin miktarı az olduğu için daha çabuk geri salındı kana ve şahanesin. 

E, hani kahve zararlı idi. Baya baya övdük ya biz bu kahveyi. Öveceğiz tabii ki, şaka yapmıştım sana, kahve zararlı mı olurmuş. Gördüğün gibi bilimsel olarak da kanıtladım ki için rahat etsin, doya doya iç..... diyeceğimi sanıyorsan, avcunu yalarsın :)...

Bu bahsettiğim hiç kahve tüketmemiş birisinin ilk başlarda yaşadığı "reklamlar" bölümü. Gel bir de gerçeklere bakalım.

Sen kahve tükettiğinde beynine bağlanan Adenozin miktarı az olduğu için gece uyuman gereken vakitte uykun gelmiyor. Neden? Çünkü sen "10A" kadar Adenozin olduğunda uyuyordun, ama Kafein yüzünden "8A" kadar Adenozin birikti. E, bunu nasıl "10A" yaparız diye düşünen beynin şöyle bir çözüm buluyor: eğer "12R" kadar alıcım olursa, "2K" kadar kafein ve "10A" kadar Adenozin bağlayabilirim. Ve böylece Adenozin bağlanabilecek alıcı sayısını artırarak "12R" kadar reseptör oluşturuyor. İşte bundan sonrasına dikkat... Sen uykunda "10A" kadar Adenozini serbest bırakıyordun. Ama geç uyudun, çünkü Kafein yüzünden uykun geç geldi ve sabah aynı vakitte kalkarsan sadece "8A" kadar Adenozini kana geri salmış ama "2A" kadar Adenozin hala beynine bağlı olarak uyanacaksın demektir. "Ya uyku bana yetmiyor, hiç dinlenemiyorum" diyorsun ya, tanıştırayım, işte o çok sevdiğin Kafein... hayrını gör :(...

İşin kötüsü bundan sonra başlıyor. Yorgun olduğun için, günlük Adenozin bağlantısını yavaşlatmak için, yani iş yerinde ya da gün içerinde uyumamak için tekrar kahveye yükleniyorsun. Ve bu defa daha çok içmelisin ki Adenozin çok daha az bağlansın ve zinde olarak günü geçirebilesin. Ama sen Kafeini çok alınca kanındaki Adenozin azalmıyor. Bundan dolayı beynin alıcıların sayısını gün geçtikçe 14R, 16R, 18R, 20R... artırıyor da artırıyor. 

Şimdi üçüncü aşamaya geldik. Bu aşamanın adı: "Ben kahve içsem de uykum geliyor" aşaması :). Çünkü artık "20R" kadar alıcın var. Ne kadar kahve içersen iç bu alıcıları dolduramıyorsun çünkü Kafein 6 saat içinde yarı seviyesine inecek kadar hızlı çözünüyor ama Adenozin miktarında bir azalma yok. Ve "10A" kadar Adenozin öyle ya da böyle birikiyor beyninde. Ve sen her sabah daha yorgun uyanıyorsun. Gün içinde yaşamına devam etmek için Kafein almaya devam etmek zorundasın. Bu da beyninin reseptör sayısını artırmaya devam etmesi demek. Vah sana, eyvahlar sana...

Ve dördüncü aşama... Artık reseptör sayın "30R" lere kadar çıkmış. Kafein hızlı çözündüğü için bunu karşılama imkanı yok. Eskiden gece olduğunda "10A" kadar yorgundun şimdi güne "12A" belki de "14A" kadar yorgun halde başlıyorsun zaten. O yüzden bu aşamanın adı: "Hafta sonu bi' gelsin, yataktan hiç çıkmayacağım" aşaması :)...

Açıklayıcı olduğumu ümit ediyorum. Hiç sakinleşemeyen bir beyin, hiç dinlenemeyen bir beden. Ve sen bana diyorsun ki: "Kahvenin kalbe yararı varmış diyor doktorlar." Canım benim, neden yapıyorsun ki bunu kendine? Ha, neden?

Buraya kadarını anladıysak şunu merak ediyor olabilirsin: "Ama kahve içtiğimde beni mutlu ediyor, bana kendimi iyi hissettiriyor. Bu neden oluyor?" İşte burası da kahvenin en sinsi hali. Kafein bir uyaran olduğu için, vücuda alındığında "adrenalin" hormonu salgılatıyor. Adrenalin ne idi? "Savaş ya da kaç" yani enerji patlaması. E, sen hala masa başındasın, neyden kaçacaksın ki? O zaman bu adrenalini beynin kendi emilim gerçekleştirerek adrenalinden ne yapıyor?: "Dopamin"... Ödül hormonu, haz hormonu, zevk hormonu. Şahane, acayip mutlusun. Peki düşün bakalım, sürekli gelen dopamin ne yapar?: "Bağımlılık" Hayırlı olsun... Çok düşük bir doz "Kokain" almış durumdasın ve artık her gün bunu istemeye devam edeceksin. 

İşin kötüsü, artık kendini nasıl kolay yoldan mutlu edeceğini de biliyorsun ya, bittin. Eğer canın sıkılırsa "bi' kahve içmem lazım" diyeceksin. Eğer kararsız isen, odaklanman gerekiyorsa "bi' kahve içmem lazım" diyeceksin. Eğer mutlu isen, mutlu olma halini onunla bağdaştırdığın için "bi' keyif kahvesi içelim" diyeceksin. Yemek yiyeceksin, yemek yemek de dopamin salgılattığı için "bi' kahve içelim" diyeceksin. 

İşte bedenini ve beynini bu derece beceriksiz bir duruma soktuğun için kahve frekansını düşürür. Beynin hiç dinlenemediği için Beta dalga seviyesinden bir türlü çıkamaz. Bedenin de normalde 60 - 70 Hz arası olması gereken frekans aralığını bir türlü 52 - 58 Hz aralığının üstüne çıkaramaz. Ve hastalıklar 58 Hz ve altındaki frekanslarda başlar. 

Buraya kadar hormon, kimyasal, beyin, kan dolaşımı derken biyoloji ve kimya ile geldik. Tamam ama biz seninle manevi bir yolda arkadaşlık ediyoruz değil mi? Peki bu işin manevi tarafı ne ola ki?

Gel bu açıdan bakmadan önce yine bir itiraf ile başlayalım mı konuya? Ha'di itiraf et, bu hayatta en çok fedakarlık yaptıkların tarafından kazık yedin değil mi? "Kazık YEME" tabirimi bağışla, yeme içme konusundayız biliyorsun, daha net anlaşılsın istedim. Doğru değil mi? Neden peki, neden fedakarlık yaptıkların böyle bir ihanete yöneldiler? Nankörlük değil mi bu? Halbuki sen onlara ne kadar iyilik yapmıştın? 

Yapmış mıydın acaba? Burası çok acayip. Bunu kabullenmek konusunda ben de çok zorlandığımı hatırlıyorum. Ama tecrübe ile sabittir ki, diyeceğim şey doğru, bana güven lütfen: "Fedakarlık, ruhun ezilmesi ve tecrübesinden yoksun bırakılması demektir." Lütfen karşılıklı ilişkilerinde bunu yapma. Birisi senden istemeden onun yerine sıkıntısını, göstere göstere giderme. 

Biraz uzattık farkındayım ama örnek vererek anlatırsam daha iyi anlayacağını düşünüyorum. 

Bir arkadaşın kirasını ödeyememiş olsun. Sen de bunu biliyorsun. Arkadaşın senden kirasını ödemek için borç ister ya da bunu ima edebilmek için konuyu açar ise ona ister ise ona yardım edebileceğini bildir ve yapabiliyorsan mutlaka yardım et. Bu fedakarlık değil iyiliktir. Karşı tarafı gücendirmez, onun ruhunu ezmez çünkü ruhu sıkıntısını çekmiş, çabasını ortaya koymuş, isteme ve parayı bulma eylemini kendi gerçekleştirmiştir. Dolayısı ile sen ona borç verdiğinde onun başarısıdır, borcunu geri ödeyene kadar bu sıkıntıyı tecrübe edecek ve onu da başararak sana mutlu bir halde geri dönecektir. Bu  durum hem senin için hem de onun için çok güzel bir deneyim süreci olacaktır. Sen veren olarak, o sadakat gösteren olarak bu deneyimden çok karlı bir biçimde çıkmış olacaksınız. Kutlu olsun.

Ama arkadaşın senden bu kira için para istemedi, ima da etmedi ama senin bir şekilde haberin oldu. Sen de çok iyi yüreklisin, çok cömert, çok merhametlisin ya. Gittin kirasını ödedin ve aradın: "Kardeşim, canını sıkma ben senin ev sahibine kirayı ödedim" dedin. İşte bu fedakarlık. Ve sen cömert, merhametli falan değilsin, kibirlisin. Cömert olsaydın, merhametli olsaydın, ev sahibine kim olduğunu söylemez, arkadaşına da bunu hallettiğini arayıp haber vermezdin. Şimdi o arkadaşın ne hissediyor biliyor musun?: "Ben yetersizim, ben beceriksizim, ev sahibine de mahcubum kiramı gidip başkası ona verdi, bir de borçlandım". Sen o arkadaşının o sıkıntıyı çekmesine izin vermedin, onun ruhunun bu deneyimi yaşamasına ve bu sayede bir aşama daha güçlenmesine, nefsinin eğitilmesine, öğrenmesine, terbiye edilmesine izin vermedin. Onun ezilen ruhu, çoğu zaman kendi dahi fark etmese bile artık senin ruhuna karşı kendini iyi hissetmiyor. Ve evet, ne yazık ki bu sebeplerden ötürü, yarın öbür gün sen ihtiyaç sahibi bir duruma düşersen o sana, senin olduğunu sandığın kadar "iyi, cömert ve merhametli" davranmayacak. Sen de diyeceksin ki: "Hani, iyilik yapan iyilik buluyordu, ben zamanında herkese koştum yetiştim, şimdi kimse bana yardım etmiyor."

Sen mi koştun yetiştin. Bütün beceri sana aitti yani öyle mi? Sen aracı değildin de, sen vesile değildin de, sen sadece bir "gönderilen" değildin de; gidendin, koşandın, yetişendin öyle mi?  Vay be... sen neymişsin öyle? İşte sen öyle büyük olmadığını anla diye, bu kadarcık olduğunu anla diye, şimdi sana istediklerinden beklediklerin gelmiyor. ismini hatırlamıyorum ama bir filmde şöyle bir replik vardı: "Tanrıyı oynamaya çalışıyorsun ama O'nun kadar becerikli değilsin." İşte şimdi bunu anlama zamanı. Senin eğitimin de böyle gerçekleşecek. Bunu anlarsan bu sıkıntılar da bir gün geçecek, eskisinden daha iyi olacaksın hem de çok daha iyi. Ama bunu anlar, bu tecrübeyi kabullenir ve bundaki faydayı görürsen. İsyan edersen, yakınmaya, söylenmeye, tecrübeni reddetmeye devam edersen debelenir durursun. 

Şimdi "Sağ elin verdiğini sol el görmesin" ne demek, anlamış olman lazım. 

Konumuza dönersek, o kahve ile senin de ruhuna yaptığın şey aynı şey: fedakarlık. Aman canım sıkılmasın, bi' kahve içeyim de kendime geleyim. Aman ruhum daralmasın, bi' kahve içeyim bastırayım. Sıkılsın, daralsın... Sıkılsın ki çözülmeyi öğrensin, daralsın ki genişlemeyi öğrensin. Bunu 13. gün konuştuk seninle, biz bu dünyaya deneyimlemek için geldik, farkına varmak için geldik. Ruhunun da istediği bu, sen onu kahve içerek bu tecrübelerden mahrum bırakıyorsun, onu güçsüzleştiriyorsun, öğrenmesine ve ustalaşmasına engel oluyorsun. O da, bu becerilere sahip olamadığı için, güçlü olmasını beklediğin gün sana nankörlük edecek, sakin olmasını beklediğin gün çileden çıkacak, sabretmesini istediğin gün isyan edecek. Bunu yapma.

KAHVE İÇME!

Yarın sarmısak - sovan günü :)... 

Blogger tarafından desteklenmektedir.