Header Ads

Konuştuklarımızın Namaz İle Ne Alakası Var / Frekanslar Hakkında Her Şey 40


İşte şimdi hazırsın... Ellerin iki yanında, ayaktasın. 

Çok merak ediyorsun ya, astral seyahat, boyutlar arası yolculuk, zaman içinde zaman falan... :)... Hepsine birden hazır ol... Büyük randevu zamanı: O'na gidiyoruz.

Önce niyet ediyorsun. Peki neden niyet ediyorsun? Yapmak istediğin bir şey var, belli, ayaktasın ve hazırsın da neden niyet ediyorsun? Çekim yasasını hatırladın mı? Niyet etmek ile istemek arasındaki farkı... İşte şimdi niyet ediyorsun çünkü yolun başına dikildin demek niyet etmek. Yapacak bir sürü şey var; işler, güçler, çocuklar, akrabalar belki... Ya da çalışman gerekenler, okuman gerekenler, çözmen gerekenler... Herkesin kendine göre meşguliyeti var ve tabii senin de ama sen istemekle kalmayıp niyet ettin ve o yüzden ayaktasın. 

Ve evet, yapacak bir sürü şey var belki ama o yapılacaklardan, o işlerden, o meşguliyetlerden, ve aklında gelen ne varsa işte, hepsinden... Söyle bakalım:

Allah'u Ekber / Allah daha büyüktür...

Allah lafzının başında, elif'te ellerin en aşağıda, Ekber lafzının sonunda ra'da ellerin en yukarıda... Ne yaptığının farkında mısın? Aşağıdan yukarı doğru ne yaptın? Buna iyi dikkat et, şimdi perdeyi kaldırdın. Artık bu tarafta değilsin. Perdeyi kaldırdın ve huzurdasın. Şimdi artık ayaklarının altında bir yer yok. Şimdi başının üstüne bir tavan yok. Sağ yok, sol yok, ilerisi, gerisi, aşağısı, yukarısı, uzak, yakın... Bu saydıklarım bu taraftaydı, perdeyi kaldırdın, artık hiçbir şey yok... Sen oradasın, sen O'nunlasın, sen O'ndasın... Hiçbir şeyin olmadığı bir yerdesin ama yükseliyorsun, nasılını sorma işte, öyle... Miracın başladı, artık sorular da yok...

Bu yok yokları neden saydım biliyor musun? Çünkü en başından izah etmem gereken şu ki, "huzurdasın" dediğimde bizler şöyle anlıyoruz: karşıda biri ya da birileri var biz de onun ya da onların karşısındayız. İşte karşısı falan da yok. Sen artık O'nunlasın. Çünkü böyle bir yanlış anlaşılma, göklerde oturan, bizi karşısına alan, sanki belli bir yönde, belli bir mekanda konumlanmış bir tanrı inancını, haydi inanç demesem de algısını oluşturuyor. İşte artık yönler de yok. 

Bizim algımızı zorlayan aslında Allah'a Allah dememiz. İşte bu çok iddialı bir söylem biliyorum ama beni dikkatli dinlersen sanırım anlatabilirim. Şey kelimesini biliyorsun değil mi? Şey kelimesinin manası şu: "tarif edilebilmesi ya da tanımlanabilmesi için kendisine bir isim gereken varlık"... Yani var olan tüm varlıklar birer şeydir ve eşya da şeyin çoğuludur. Bize eşya öğretildiği için biz herhangi bir varlığı tarif etmek, tanımlamak ya da onu işaret etmek için isim vermek zorundayız aksi takdirde bilgi olarak kullanamayız ki bilgi de bir şeydir. Ama işte burada bizim algımızın yanıldığı kısım kendini gösteriyor. Biz herhangi bir şeyi, bu boyutumuzda ve dünyamızda deneyimlerken onu görebiliyor, duyabiliyor, yön olarak ya da konum olarak işaret edebiliyoruz. İşte tam da bundan dolayı isim verdiğimiz her şeye bir somut vasıf vermek eğilimindeyiz. Dolayısı ile sanki bir isim verebiliyorsak o zaman bir tanrı imiş gibi algılamaya çalışıyoruz. Zeus'unda bir adı var, Shiva'nın da bir adı var, Allah'ın da bir adı var. Oldu mu, olmadı tabii ki.

Şurayı iyi dinle: "Allah da bizim için bir şeydir, ama hiçbir şey gibi bir şey değildir." Vardır ve var olduğu için bir şeydir, ama tanım, tarif, yön ya da ebatlar kapsamında, tüm kapsamlar kapsamında hiçbir unsura dahil edilemeyecek bir şeydir. O'nun şey olması var olmasındandır ve var olması da kendindendir. Şimdi diğer tüm öğretilerdeki tanrı denen şeylerin ne kadar basit ve komik kaldığını anlayabilmiş olman lazım. Şimdi neden bu halimiz ile O'nu yokluk, hiçlik, boşluk olarak algıladığımızı anlamış olman lazım. Ve işte şimdi Joe Dispenza'nın neden ha bire boşluk ile bağlantıya geçmek, kuantum alan ile iletişime geçmek deyip durduğunu anlamış olman lazım.

İşte biz Allah'a bu yüzden Allah diyoruz. Ve tam da bu yüzden onu sayısız diğer ismi ile anıyoruz ki her şey de O olduğu için. İşte bu yüzden O'nu anlat anlat bitiremiyoruz ki her şey O olduğu için. İşte bu yüzden O'nu sevmelere doyamıyoruz, övmelere bıkmıyoruz, ne yapsak yetmiyoruz. Çünkü anlatmak da O, bitmeler de O, sevmek de O, doymak da O, övmek de O, bıkmak da O, yapmak da O, yetmek de O... Her şey O, sadece O (huve)...

İşte bütün bunlara rağmen, senin bu algılarının hiçbirisi yetmediği için perdeyi açarken ne dedin: 

Allah'u Ekber / Allah daha büyüktür...

Şimdi isteyen istediği tanrısından bahsetsin, isteyen yaratıcı güçten bahsetsin, isteyen kozmostan, isteyen yüce akıldan, isteyen evrenden bahsetsin, sen ne dedin:

Allah'u Ekber / Allah daha büyüktür...

Ve tüm saygın ile, tüm bu büyüklüğün karşısındaki aczini bilerek ve bilemeyeceğin kadar olduğunu bildiğin Allah'ımız huzurunda ellerini birleştirdin, bağladın. Boynun bükük, ellerin bağlı ve tek bir noktaya bakıyorsun, secde noktasına. 

Öncelikle seni tebrik ederim ki bu bilimsel bir tespittir. Yaradan'ın huzurunda bulunduğunu düşünmek seni en geç 30 saniyede Teta dalga boyuna indirdi. Bunu nasıl yapıyordun meditasyonda, tek bir nesneye ya da tek bir sese odaklanıyordun ve bu ne işe yarıyordu: epifiz bezinin çok daha iyi çalışmasını. Epifiz bezinin çalışması ne işe yarıyordu, şuur ve üst bilinç aktivitesinin artmasını. Şimdi o mantıralar, nefes odaklanmaları neden işe yarıyormuş anlamış olman lazım. Teta dalga boyundasın ve artık sen ne dersen, ne dilersen, neyse muradın gerçekleşmeye çok yakın. Ve işte şimdi neden "Namaz kılarak sabredin" dendiğini anlamış olman lazım.

Bu arada ellerini nerede bağladığına dikkat ettin mi? Tam da çakra merkezlerinin üstünde. Ellerini kaldırırken de kök çakrandan tepe çakrana kadar tüm enerji yolunu aktif etmiştin, şimdi de çakra merkezlerinin üstünde birleştirdin. Daha anlatacak çok şey var ama şunu belirteyim: Şimdi neden İslam son, neden İslam tamamlanmış olan ve Allah yanında tek din, anlamış olman lazım.

Artık O'nunlayız, O'ndayız ve O'nunla konuşmaktan daha güzel ne olabilir ki? Haydi söyle bakalım:

Subhanek'allahumme ve bihamdik(e) / Allah'ım seni subhan ve hamd ederim.

Subhan ne demek? Türkçe karşılığı yok diyeceğim ama aslında hiç karşılığı yok. Buna konuşmamızın ilerleyen bölümlerinde geleceğim. Ama subhan kelimesinin manasını araştırdığında karşına şu çıkacak: "Tüm eksik sıfatlardan tenzih ederim." Yani herhangi bir nitelik ve nicelikte, bildiğin ya da bilmediğin ya da bilemediğin her tür özellik bağlamında Allah sonsuzdur, sınırsızdır, kusursuzdur. En kısa haliyle sonsuz, sınırsız ve kusursuz olarak tercüme edilebilir ki aslında edilemez :)... Çok daha fazla kafanı karışıtrmak istemiyorum, dediğim gibi detayına ineceğim ama burada dikkat etmeni istediğim husus aslında şu ki, ellerini bağlayıp boynunu büktükten sonra "subhan" ile başlamış olman. 

Peki hamd ne demek? Övmek manasına geldiğini bulabilirsin ama aslında bu kadar değildir ama buna da geleceğiz. Ama şimdilik övmek ve güzellemek olarak düşünebilirsin ki sadece bununla sınırlı değil :)... Buna da geleceğiz. Bana kızma, sonradan geleceğiz dememin sebebi var, biraz pekişmesi lazım ki yeri geldiğinde anlattığımda burayı da daha iyi anlayacaksın. 

Gördüğün gibi daha konuşmaya başlar başlamaz ne diyeceğimizi bilemediğimiz, nasıl seveceğimizi, nasıl hitap edeceğimizi bilemediğimiz, elimizin dilimizin bağlandığı bir Allah'ımız var, çok şükür, ve sen O'nunla konuşuyorsun, O'na  hitap ediyorsun farkında mısın? Bunun heyecanında mısın? Bunun sevincinde misin? Kendine gel ve devam et bakalım:

Ve teberake'smuk(e), Ve teala cedduk(e) / İsimlerin mübarek, şanın yüce oldu.

Mübarek ne demek? Bereketli demek değil mi? Peki bereketli ne demek? Daha çok ya da çoğalmış demek. Peki o zaman bolluk varken, çokluk varken bu bereket denilen de ne ola ki? Bereket bolluk ya da çokluk değil, az olandan çıkan çokluk, az görünenden çıkan bolluk demek. Mübarek geceler denir ya, işte onların mübarek olması onların içinceki özel zamanlar ve kıymetli anlardan ötürü bir geceden çok daha fazla kıymetli olmalarından dolayı. Hani bir adam vardır da parası bereketlidir. Ondan kazandığın 100 lira her şeye yeter de kimisinden kazandığın 100 liranın da ne zaman harcandığını anlamazsın ve birincinin parasına bereketli, ikincinin parasına bereketsiz dersin. Bereket bir nar meyvesinden bin nar tanesi çıkması, bir üzüm salkımının yüz üzüm tanesi vermesi gibi durumlarda kullandığımız bir sözcük. İşte burada da o yüzden diyorsun ki, ben senin 99 güzel ismini bilirim belki, bunların dışında binlerce ismini de sayarım belki, kainatta ise milyonlarca hatta milyarlarca ismini görürüm belki ama senin ismin bu görünenden de, bilinenden de, benim öğrenebileceğimden de çokçadır. Ancak sen kadar sen vardır, bunu ben bilemem... Ve işte bu sonsuzluğundan, bu sınırsızlığından, bu kusursuzluğundan ötürü tabii ki en yüce şan sana aittir. 

Ve canım dostum, sen o kadar şanslısın ki daha iki cümle de anlatımlara sığmayan Allah'ımız ile konuşabiliyorsun şu an. Bunun kıymetini anlayabiliyor musun? Bunun değerini hayal edebiliyor musun? Kendine gel ve devam et bakalım:

Ve La İlahe Gayruk(e) / Senden başka tanrı yoktur.

Bu kadarcık dahi farkına vardıktan sonra bile, artık şu tanrılar meselesinin ne kadar komik, ne kadar cılız kaldığının farkında mısın? Şu anlayıştan sonra tanrılık iddiasında bulunan birine, tanrılık atfedilen bir unsura acıklı bir gülümsemeden başka ne ifade bırakabilir insan. Ama bunu kısa kesemeyeceğim, çünkü sen tanrı dediğim zaman Olympos'un tepesindeki Zeus'u, yerin dibindeki Hades'i, bilmem kaç kollu bacaklı Shiva'yı ya da ne bileyim kendini tanrı ilan eden Ramses'i, Nemrut'u kastettiğimi sandın ya sadece, o kadar mı acaba? Bunların hiçbiri yok artık bu çağda, bu modern yaşamda ama senin medet umduğun, önünde el pençe durduğun, varlığından ümit yokluğundan korku duyduğun bir şeyler yok mu? Var var, bunu ikimiz de biliyoruz. Ama detayına sonra gireceğiz. Bu yüzden burada tekrar söyle bakalım:

Ve La İlahe Gayruk(e) / Senden başka "hiçbir şey" yoktur. 

Şimdi daha iyi oldu :)... Devam edelim:

Euzu billahi mineş şeytanir'racim, Bismillahirrahmanirrahim / Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım. Rahman ve Rahim olan Allah'ın adı ile... 

Rahman ve Rahim olan Allah... Buna da az sonra geleceğiz. O'nun adı ile başlıyor olmanın sevinci yeter şimdilik. Ve bu sevinç ile söyle bakalım:

El Hamdu lillahi Rabb'il Alemin / Hamd alemlerin Rabb'i olan Allah içindir. 

Geleceğiz dediğim duraklardan biri olan "hamd" kelimesine geldik. Ama ondan önce dikkatini çekmek istediğim başka bir nokta var: RABB... Kuar'an Kerim'in ilk ayeti olan cümlede isimlerinden RABB ismini öne çıkarıyor Allah'ımız. Ayrıca ilk inen ayet olarak, Alak Suresi'nin ilk cümlesinde de RABB ismi ilk zikredilen isim. Ne demek bu RABB? Daha önce konuştuk aslında biraz, öğreten, eğiten, öğretmen, eğitmen ve dolayısı ile en kısa anlamı ile: Efendi... Buraya dikkatini vermeni istiyorum, Efendi olan Allah'tır. Bu anlayışı kaybettiğinde bu sana hatırlatılır. Sen işine gelen her mahluğa efendi muamelesi yaparsan, her menfaatinde kendine efendilerden efendi beğenirsen, her ihtiyacına göre kendine başka efendi seçersen, eğitilmek, öğretilmek, aklı başına getirilmek adına bazı ödevlere maruz kalırsın. Bunun adına da imtihan denir işte. Önce bunu bir hatırla lütfen.

Ve geldik "hamd" kelimesine. Kelime manası olarak övmek, güzellemek olarak çevrilebilir belki ama asla yeterli değildir zira övgü için "sena" güzellik için "hasen" kelimeleri mevcut zaten. E, hamd ne demek o zaman? Hamd iyilik, güzellik ve övgü adına söyenebilecek tüm sözcüklerin genel ve toplam adı aslında. Tek bir karşılığı yok yani. Peki iyilik, güzellik ve övgü adına söylenebilecek tüm sözcüklerin genel adı dediğimde aklına gelen başka bir kelime var mı? Bir düşün bakalım, konuştuk bunun üstünde biraz... İpucu vereyim, baş harfi: "O"... 

Olumlama... Evet, bunun farkına vardığımda ben de çok şaşırmış ve heyecanlanmıştım. Allah Allah... Bu namazda da herşey mi varmış böyle? :)... Ne sandın? Namaz farsça bir kelime, aslında ibadetimizin adı "Salat". Salat ise yönelmek demek. Kime? Tabii ki Allah'a. Ve o yüzden de söylenebilecek, akla gelebilecek, üretilebilecek, türetilebilecek; iyilik, güzellik ve övgü adına ne varsa hepsi ama hepsi ama hepsi, Allah içindir.

Normalde olumlamaları nasıl yapıyorduk?: "Ben böyleyim, ben şöyleyim..." Ama günde yüz kere "ben böyleyim, ben şöyleyim" dedikten sonra ne diyorduk?: "Aman, sakın egona yenik düşme." E, Ego ne demek?: "Ben"... Haydaaaa, Atilla Mayda.... 

Yahu sen kimsin sen? Ne diyoruz en başından beri?: Allah var sen yoksun. Allah var hiçbir şey yok. Senin boyun belli, kilon belli... Ömrün şu kadarcık, gücün bu kadarcık. Sonra da hayıflanıp duruyoruz ya her zaman: "Olumlamalar bende işe yaramıyor", "Afirmasyonların etkili olması için ne yapmalı?", "En etkili ve hızlı afirmasyon teknikleri..." :)... Çok afirma da, kulağını bana ver :)... Olumlamalar işe yarar, çünkü senin özün yine Allah'tan, kendi ruhundan üfledi Yaradan. Zira sonsuzu kaça bölersen böl yine sonsuz eder. Dolayısı ile bugüne kadar içimizdeki ilahi güç, ilahi öz diye bahsettiğimiz de bu idi ama işte şimdi O'nunlasın, O'ndasın. 40 gündür anlatıp durduğumuz her şey burada, ve her şey O. Sen güzel sözü, övgüyü kendine söylersen, nefsinle cebelleşir durur, koparabildiğini alırsın ama O'na söylersen... Senden sana... E, sen yoksun zaten. O'ndan O'na... İşte burada kötü söz yok ve söyleyeceğin tüm güzellemeler de sana dönecek, daha ne isteyebilir ki insan? Şimdi bunun mutluluğu ile devam et lütfen:

Er Rahman Er Rahim / Rahman ve Rahim olan Allah içindir.

Rahman, evrensel yasalar dahilinde, herkesin, her canlının ve her şeyin istifadesine sunulmuş kurallar ve düzen bütününde herkese, her canlıya ve her şeye veren Allah. Tam da bu adaletli yaklaşım sebebi ile meditasyon da işe yarar, olumlamalar da işe yarar, yoga da işe yarar, mantıralar da işe yarar. Bunlardan istifade edebilirsin. Hep örnek veiryorum ya, yer çekimi gibi, topu kim atarsa atsın o top yere düşecek. Kim bir iyilik yaparsa yapsın, ona iyiliğinin karşılığı verilecek. Kim yalan söylerse, biri ona yalan söyleyecek. Kim birinin dedikodusunu yaparsa onun hakkında da birileri dedikodu edecek. Hindu, budist, ateist ya da ne aklına geliyorsa, fark etmez. 

Peki Rahim dediğimde aklına ne geliyor? Ana rahmi değil mi? İşte Rahim olan olarak Allah, kendisine yönelenlere, kendisine gelenlere özel bir iltifat ile muamele edendir. İşte şimdi sen rahimdesin. Dolayısı ile sen ne istersen olacak, sen isteyeceksin O verecek, sen dileyeceksin O yaratacak, sen okuyacaksın O cevap verecek:

Malik-i yevmid-din / Din gününün sahibi olan Allah içindir.

Din ne demek? Yol demek... Yol arkadaşım ol, deyip duruyorum ya sana, beraber gidelim, beraber varalım Rabb'imize, özümüze... İşte o yolun sonunda, inşaAllah, becerebilirsek Canım Allah'ımız var. Ama burada "sahip" kelimesinin kullanıldığına dikkat edersen, din kelimesinin etimolojisine de bakarsan, "borç" anlamını da bulabilirsin. Evet, din kelimesi borç kelmesi ile aynı kökten geliyor. 

Şimdi burada devam etmeden bi' araya gireyim. Şöyle bir söylem ile karşılaşıyorum: "Kelimeler ile çok oynuyorsunuz, etimoloji diyerek istediğiniz kelimeden işinize gelen anlamı çıkarıyorsunuz" diyorlar. Canım benim, ben sana ingilizce "glass" dediğimde; içine su doldurulursa bardak, göze takılırsa gözlük, uzaklara bakılırsa dürbün, pencereye takılırsa cam demek olduğunu anlıyorsun ya...  E, işte hıytırık ingilizcenin bile böylesine bir anlam derinliği olduğunu kabul ediyorsun da Allah kelamındaki anlam sonsuzluğuna mı şaşırıyorsun? Lütfen ama :)... 

Evet, borcun sahibi olan Allah... Nedir bu borç, neyi ödünç aldık biz?: Aklına gelen ne varsa... Nefs emanetin var, onu eğitip sahibine döndüreceğiz, bunu çok defa konuştuk. Can var, duyular ile tabir ettiğimiz, yapmak etmek fiilleri ile tabir ettiğimiz, doğuştan gelen ya da sonradan öğrendiğimiz ve her birinin "esmalar" yani isimler olarak bizde bir kompozisyonu bulunan tüm kabiliyetleri tamam edip öze varacağız, öze ulaşacağız. Hepsi bizde, ondalık olarak mevcut. Örnek olması açısından söylüyorum: 0,1 rahman var, 0,2 alim var, 0,02 rahim var, 0,09 halim var... Biz bunları önce "1" yapacağız, sonra "BİR" edeceğiz, özümüze iade edeceğiz ki bizden bir şey kalmasın da biz de O'nda BİR olalım.

Nasıl güzel bir yolculuk anlatıyorum, nasıl kutlu bir menzilden bahsediyorum farkındasın değil mi? Hani bir yol var, ve yolun sonunda, ufukta bir menzil var lakin vardığımızda öylesine güzel bir varış olacak ki, bu sebeple yolun kendisi de çok ama çok ama çok güzel. Ve bu konuda hiç ama hiç şüphe yok. Bunun nasıl bir mutluluk olduğunu hissedebiliyor musun? Bu ana kadar eğer mutlu olamadıysan ben içimdekini anlatmayı beceremiyorum demektir. Ama eğer demek istediğimi anladıysan haydi devam edelim:

İyyake Na'budu ve iyyake nestain / Yalnız sana kulluk eder, sadece senden isteriz.

İşte Rahman ve Rahim isimlerinin açılımının hakkını şimdi burada veriyorsun. Rahman ismi ile zaten her imkanın sahibi olan Allah'ımız varken sen neden başkasına kulluk edesin ki? Kulluk etmek demek sadece ibadet etmek demek değil. Kulluk etmek demek insan gibi insan olmak demek. Tüm canlılığa iyilik ve hizmet etmek demek. Tekrar ediyorum bak, Allah var sen yoksun. Allah var hiçbir şey yok. O zaman bir çocuğu sevindirdiğin zaman o bir çocuk değil, sen Allah'ı sevindirdin, O da seni sevecek seni sevindirecek. Bir ihtiyaç sahibinin sıkıntısını paylaştığın zaman, ona yardım ettiğin zaman o ihtiyaç sahibi yok. Allah var, sen O'na yardım ettin, O da sana yardım edecek. Bir sokak hayvanını doyurduğun zaman, o sokak hayvanı yok. Allah var, O da senin rızkını verecek. 

Burada hemen bir çelişki gelebilir aklına: "Allah sevinir mi, Allah borç mu alır, Allah yardıma mı muhtaç?" Allah'ın hiçbir şeye ihtiyacı olmadığı muhakkak, şu algılarını aç lütfen. Senin gördüğün her fiil ve durum O'nun olabilme kapasitesindeki sonsuzluğun sana görünen tezahürleri sadece. Sonsuz olasılıklar kuantum alanı diye sürekli bahsettik ya, işte o olasılıkların hepsi de her şey gibi Allah'tan. Senin O'nu anlaman, O'na yaklaşabilmen, deneyimleyebilmen adına sana tenezzül edilmiş olasılıklar bunlar sadece. Allah o olamaz, bu olamaz dersen Allah'ın olamayacağı şeyler de var demiş olursun, nerede kaldı o zaman "Subhan" dediğimiz nokta. Şu "tanrı" kafasından bir çık lütfen. Allah hiçbir şey olmaya muhtaç değildir, ama isterse her şey olabilecek olan da bir tek O'dur. Her beyanın sonunda "inşaAllah" demeyi neden eksik etmiyoruz?: İşte inşaAllah, Allah isterse demek. Hiçbir şeye mecbur değildir ama sen bir deneyimi yaşayabil diye, sana tenezzül eder, seni sevdiği için senin istediğini O da ister de senin istediğin de yine O'ndan olur. Yani sen O'na mecbursundur.

Ve bu mecburiyetten ötürü tabii ki, sadece O'ndan isteyeceksin. Bunu alışkanlık haline getir. Sadece O'ndan istersen gerekli tüm olasılıklar yine O'ndan olmak kaydıyla, başka bir çare ya da ihtimal de yok zaten, senin önüne serilir. Ama sen önce Ali'den Veli'den, falandan filandan isteyip, olmayınca aklına Allah gelirse. Kuldan aradığını bulamayınca dua etmek aklına gelirse, birazcık eğitime tabi tutulman da doğaldır. Bu eğitimler de aslında yine senin içindir. Biraz aklını başına al, biraz kafayı çalıştır artık diyedir. Başkasına el açıp durma, o başkası sandıkların da yok ki zaten, benim farkıma var ve gel benden iste diyor Canım Allah'ım. Benden istersen, o aranıp durduğun başkasını ben sana göndereceğim diyor. Yorulma, beyhude debelenme, kendi başına iş açma diyor da bunu anlamayınca yine anlatma, öğretme işini de kendi yapıyor.

İşte bu bağlamda anladığın zaman, şu gibi bir soruya gülüp geçebilirsin: "Benim ibadetime ihtiyacı olan ya da istediği olmadığında cezalandıran bir tanrıyı kabul edemem." :)... Güleyim de boşa gitmesin :)... 

Tekrar edeyim, şu tanrı kafasından bir çık lütfen. O ibadet O'nun için değil, senin O'na yaklaşman için. O'nun hiçbir şeye ihtiyacı yok, senin O'na varmaya ihtiyacın var; sürekli bahsettiğin o içindeki boşluk var ya, ondan bahsediyorum. O hiçbir şeye mecbur değil, sen O'na mecbursun. Mecbursun ama mecbur bırakıldığını sanıp da bir isyan ediyorsun ya, bak tekrar edeyim, O seni mecbur kılmıyor, sen zaten mecbursun. O'na varırsan rahata ereceksin. O seni mecbur kılıyor olsaydı, istediğin gibi inkar edemez, isyan edemezdin. İstediğin gibi isyan ediyorsun, inkar ediyorsun ya da boş veriyorsun, sonra: "İçimdeki bu anlamsız boşluğu dolduramıyorum.", "Hayat çok anlamsız geliyor.", "Biz bu dünyaya niye geldik ki?", "Neden varız?"... E, ama yani... 

Bak daha hala ayaktayız, dünyanın en güzel şeyinin başındayız ama ne kadar açıldı ufuklar... Ufukta bir menzil var, oraya varacak bir rota lazım değil mi? Bu rotayı bize kim verecek? E, başkasından isteyemeyeceğimizi öğrendiğimize göre, söyle bakalım:

Ihdines-sıratal mustekıym / Bizi dosdoğru yola ilet.

Şimdi sana neden en başından beri dosdoğru yol, dodsdoğru yol deyip durduğumu anladın mı? Neden ha bire yol arkaşım olur musun dediğimi aladın mı? Biz kelimesine dikkat et lütfen. Bu menzile tek başına gidilmez, bize biz lazım. Tek başına olmaz, beraber gitmemiz lazım. Kolkola, yanyana, adım adım ve durmadan. Ne demiştim hatırlıyorsan, her gün bir adım, hiç durmadan, hep ileri. E, bunu da tabii ki isteyebileceğim tek merciden istedim, çok şükür benim aklımdan geçenden, umduğumdan, hak ettiğimden çok daha fazla yol arkadaşı verdi bana. Şimdi O'nun bu ikramı ile, senin varlığın ile çok daha güzel şeyler hayal edebiliyorum, çok daha büyük iyilikler için umutlanabiliyorum. Peki bu yol, nasıl bir yol? Sen sor yeter ki tüm cevapların sahibi sana cevap verecek:

Sıratal-lezine en'amte aleyhim / Üstünde olanlara nimetler verdiğin yola...

Al sana müjdelerin en güzellerinden biri. Neden müjde dedim? Çünkü bunu sen istiyorsun ya, bizi dosdoğru yola ilet ve bu yolda olanlara da nimetlerinden ver diyorsun ya. Ha, işte bunu sana öğreten kim? Bu okuduğun satırlar kimden? :)... Daha önce de dedim ya, sana rağmen seni düşünen, sana rağmen seni seven, sana rağmen sana tenezzül eden Allah'ım yine senin yerine seni düşündü ve ne isteyeceğini de nasıl isteyeceğini de sana hem öğretti hem söyletti işte. 

Peki benden iste deyip, ne isteyeceğini ve nasıl isteyeceğini de söyleyen Allah'ım vermez mi? Öyle bir verir ki aklın şaşar emin ol. Dosdoğru yolda giden hem bu dünyada rahat eder, hem gerçek aleminde... Dosdoğru yolda ilerleyenin bu dünyada da derdi olmaz, gerçek alemde de... Nereden mi biliyorum? Bak bunun cevabı da O'ndan, her şey gibi:

Gayri-l mağdubi aleyhim ve le'd-da''ll''lin / Gazaba uğrayanların ve sapanların yoluna değil...

İşte sen dosdoğru yolda kal, bu yolda ilerle, bu yoldan ayrılma... Yok sana sıkıntı, yok sana ayrılık gayrılık, yok sana elem keder. Ben hiçbir konuşmamızda sana iddialı laflar söylemedim biliyorsun, kesin konuşmalardan kaçınıyorum. Öyle şunu yap hayatın değişecek, bunu yap hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, şöyle yap hayatın şifresi, böyle yap mutluluğun anahtarı gibi şeyler söylemedim hiç...

Benim neyim eksik değil mi? İşte söylüyorum: "Hakkını vererek, anlayarak, bilerek, gönülden namaz kıl, Vallahi de hayatın değişecek, Billahi de hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, hem hayatın şifresi hem de mutluluğun anahtarı sen de olacak." 

Böyle bir mutluluk yok, bundan daha büyük bir garanti yok, O'ndan daha büyük bir garantör yok. Oh! Ne güzel, Fatiha, açılış demek, açılım demek, anahtar demek, daha ne başında anahtarı aldık. Dedim ya konuşmanın başında hiçbir yön vesaire yok ama yükseliyorsun diye, Allah için söyle, yükselmedik mi şimdi? Şimdi çok daha keyifli değil misin? Çok daha mutlu, umutlu ve güzel hissetmiyor musun? Bu keyfin üzerine ne denir? Söyle bakalım:

Amin / Öyledir...

Olumlamalar konusunda ne demiştik hatırıyor musun? Öyle güçlü bir inançla yap ki, olumlamalarını olmuş gibi hissederek bitir. Ve bir çok kılavuzlu olumlalama cümlelerinin sonunun şöyle bittiğini de duymuşsundur: "Ve, öyle de oldu." Bunu söylerken çok defa bunu hissedemediğini biliyorum ama bak bu defa sana çok daha net bir şey söyletildi. Amin...

Evet, doğru. Amin, öyledir demek. Şimdiye kadar tercümelerin hepsinde "Sen kabul et Allah'ım" diye çevrildiğini biliyorum. Senin de Amin gibi tek bir kelimenin nasıl dört kelimelik bir anlamı olduğunu merak ettiğini de biliyorum. Ve bunu araştırmak yerine öylece kabul ettiğini de biliyorum :).. Amin, emin olmak, güvenmek, koşulsuz, şüphesiz güvenmekten gelir ve evet, "öyledir" demektir. 

Ve tabii ki de öyledir. Sonsuz, sınırsız ve kusursuz olan O. İstemeyi veren de O, istediğini verecek olan da O, ne isteyeceğini sana öğreten de O, nasıl isteyeceğini söyleten O. Nasıl bir şüphe olabilir ki, nasıl bir eksiklik, ihtimalsizlik, olanaksızlık olabilir ki? Olamaz... Allah var, gam yok...

Şimdi artık bu garantiyi aldın, ve özel dileğine geldi sıra. Evet, daha da isteyeceksin, neden istemeyeceksin ki, sonsuz diyorum anlasana. İsteyebildiğin kadar iste. Nasıl mı isteyeceksin? İçinde her şeyin ama her şeyin yazılı olduğu bir kutsal kitabımız var. Onun içinden senin özel isteğine uygun bir çok ayetten bir kaçını seç ve şimdi de oradan oku biraz. Ve emin ol, o da "öyledir"...

Şimdi anladın mı yaptığın ibadetin Allah için değil de senin için lazım olduğunu. Kendisine bir istediği yok. Sen bir şeyler iste diye hepsi. Sen iste ki O da versin. Şimdi bu mutlulukla ve rahatlama ile ellerini sal önce, ama doyabildin mi Rabb'ine? Doyamadın değil mi? Doyulabilir mi? Mümkün değil. 

Şimdi eğileceksin ama eğilirken kendine gel. Sen bu kadar saydın, döktün ama Allah'ı anladın, kavradın, bildin mi sanıyorsun? Tabii ki tam anlamı ile bilemedin. O zaman eğilirken söyle bakalım:

Allah'u Ekber / Allah daha büyüktür.

Evet, sen ne kadar kavrarsan kavra, Allah hep daha büyüktür. Bunu hiç aklından çıkarma. Hani Joe Dispenza ne diyordu, zihninize başka bir düşünce geldiğinde onu kovun ve tekrar konsantrasyonunuzu sağlamak için odaklanacağınız bir olumlu düşünce olsun. Hani Eckhart Tolle ne diyordu, bir belirteciniz olsun, geçmiş ya da gelecek kaygısı aklınıza düştüğünde hemen o olumlu belirtece odaklanıp ana geri dönün diyordu. Hani çekim yasası ne diyordu, olumlu düşüncenizi ya da dileğinizi bir düşünce ile çapalayın, onu aklınıza getirdikçe dileğinizin gerçekleşeceğine olan konsantrasyon ve inancınıza geri dönün diyordu ya...

İşte senin de aklına bir şeyler mi girmeye çalıştı? Yetişecek acele bir iş mi var? Çözülmesi gereken bir sıkıntı mı var? Bu dünyanın derdi bitmiyor mu? Hiç kafanı takma, çünkü her ne varsa kafanda büyüttüğün:

Allah'u Ekber / Allah daha büyüktür.

Şimdi rükudasın. En başından beri dik ve doğru olan omurgan şimdi yere paralel bir biçimde eğildi. Burayı aklında tut, sonra tekrar değineceğim. Bu halinin kıymetini bil. Sana gelene kadar hiç bir ümmetin ibadetinde rüku yoktu. Sadece sana verildi. Sen de bunun hakkını ver, söyle bakalım:

Subhan'e Rabbi'yel Azim / Azametli (Büsbüyük) olan Rabb'im Subhandır.

Hatırladığın üzere ilk Subhan dediğimizde ellerimizi bağlamış boynumuzu bükmüştük. Şimdi de eğilmiş bir haldeyiz ve yine Subhan ediyoruz Rabb'imize. Burayı da aklından çıkarma lütfen. Bu kez Azim ismi ile onu överek Subhan ettik. Dolayısı ile tabii ki bir hamd'dir bu ayrıca. Şimdi ayağa kalkıyorsun tekrar ve ellerin iki yanda yine. Şimdi yine söyle bakalım ama bu kez biraz farklı:

Semi Allah'u limen hamideh / Allah hamd edeni işitir.

Farkı anladın mı? Şimdiye kadar tüm cümlelerini sen adına kurmuştun. Ama şimdi Allah kendi vaadini senin ağzınla söyletti. Sen ona hamd ediyorsun, O da seni işittiğini sana sen ile bildirdi. An itibari ile senden daha mutlu bir kimsenin olma ihtimali yok. Olamaz, olmamalı. Rabb'in seni işitti, kendi ağzınla söyledin, kendi kulağınla duydun. Sen O'nunla konuştun, O sana cevap verdi. Ellerin iki yanda, dimdik duruyorsun ve yüzünde kocaman bir gülümseme, içinde kainat kadar bir huzur var. İçin içine sığmıyor ama yetti mi? Doydun mu Rabb'ine ham etmeye. Doydun mu O'nunla konuşmaya? Doyamazsın tabii ki, şimdi o zaman en şen halinle söyle bakalım, bir daha söyle o zaman:

Rabb'ena ve lekel hamd / Rabb'imiz hamd sanadır.

İşte şimdi bu ağzın, bu dudakların, bu nefesin ve bu sesin hakkını bir daha verdin, çok şükür, ne mutlu sana. Peki şimdiye kadar övdün, başlarken subhan ettin, fatiha ile hamd üstüne hamd ettin, ayetler ile hamdini süsledin, rükuda tekrar subhan ettin, ayağa kalktın ve tekrar hamd ettin de bildin mi, anladın mı, öğrendin mi Allah'ı tastamam... Hayır, hala tam manası ile bilemedin. O zaman söyle bakalım:

Allah'u Ekber / Allah daha büyüktür.

Şimdi secdedesin. Başın yerde, alnını koydun o hep odaklandığın noktaya. Omurgan tekrar eğildi ve bu kez hem daha kıvrık hem daha eğimli.

Ne diyordu Joe Dispenza: "Omurga ve omurilik bölgesi kan dolaşımı açısından çok yetersiz bir yoğunluğa sahiptir. Dolayısı ile hem nörotransmitter'lerin hem de epifiz bezi salgılarının vücutta aktif olabimesi için omurgayı hareket ettiren, eğip büken hareketler yapmak gerekiyor." 

Ayrıca şu ana kadar tüm hissetiklerin ve yüklü anlamlar ile, hem ellerini koyduğun enerji noktaların ile hem de bizzat kendi sesinle ifade ettiklerin ile ilk 5 çakranı çok etkin bir şekilde çalıştırdın. Şu ana kadar okuduğun tüm dua, ayet ve tesbihattaki harflerin okunuşlarına, seslerin çıkış yerlerine dikkat ettiysen timüs bezinde daha önce hiç olmadığı kadar çalıştı. Şimdi altıncı çakrana basınç uyguluyorsun, alnın yerde. Hem omurilik sıvısı, hem kan basıncı hem de prefrontal kortekse yaptığın baskılama ile epifiz bezin hiç olmadığı kadar elektriklenmiş durumda. Ve biliyorsun ki beyin elektrikle çalışır. İkna olmak için secdede birazcık uzun kalman yeterli. 

Şimdi O'na ulaşmaya en yakın yerdesin. Ama acele etme, doydun mu yoksa Rabb'ini sevmeye. Doyamadığını biliyorum, o zaman bu aşk ile, bu huşu içinde söyle bakalım:

Subhan'e Rabbi'yel A'la / Yüceler yücesi Rabb'im Subhandır.

Bundan öncesi subhan anlarında bulunduğun hallere dikkatini çekmiştim hatırlıyorsan. Şimdi de secdedesin. Önce boynu bükük ve hazır, saygılı bir haldeydin. Sonra yetmedi eğildin. Şimdi de yere kapaklandın ve yine subhan ediyorsun. Önce hamd ile subhan ettin, sonra azameti ile subhan ettin, şimdi de yüceliği ile subhan ediyorsun. Biraz anladığını tahmin ediyorum ne demek olduğunu...

Sonsuz, sınırsız ve kusursuz dedik ama bu karşılamıyor tüm eksikliklerden ari oluşunu. Hala yeterli değil. Muhteşem diyebilir miyiz mesela, ihtişamlı... Ama bu da yetmez zira bunu da günlük hayatta kullanabiliyoruz ki yücelik ile zaten hemen hemen aynı anlamda. Mükemmel desek o zaman, ama o da olmaz çünkü kusursuz olduğunu ifade etmiştik, bu da bilindik bir kelime. Ne dersek diyelim, nasıl ifade edersek edelim, zaten ifade edebildiğimiz için, ne kadar geniş çaplı da olsa bir anlam dairesinde sıkışmış olacak. O zaman...

İşte Subhan, ben ne yaparsam yapayım, ne dersem diyeyim, ne kadar düşünürsem düşüneyim, ne kadar çabalarsam çabalayayım seni hakkıyla bilemem, seni hakkıyla anlatamam, seni hakkıyla anlayamam demek. O yüzden el pençe boynu büküğüm, o yüzden eğiliyorum, o yüzden yerlere kapandım aczimi anlıyor seni anlamaya çalışıyor, sana teslim oluyorum demek.

Bin defa dünyaya gelsen, bin defa bin insanlık tarihi boyunca yaşasan da Subhan'i idrak etmeye çalışsan yine sonunu getiremeyeceksin, yine sonunu bilemeyeceksin. O zaman şimdi bunun idraki ile, idrak edemeyeceğinin idraki ile söyle bakalım:

Allah'u Ekber / Allah daha büyüktür.

Miracın tamamlandı, oturuyorsun şimdi. İdrakini tamamlayamayacağını bilerek yolculuğunu tamamladın. Ama doydun mu Rabb'ine? Doyamazsın... Şimdi de bu güzeliğin hepsi için, bu yaşadığın mucize için, bu dünyanın en güzel varışı için teşekkür etmek istemez misin? O zaman tekrar söyle bakalım:

Allah'u Ekber / Allah daha büyüktür.

Şimdi tekrar secdedesin. Bir önceki yolculuğunun son secdesi idi, bu teşekkür ettiğin secde. Ve tekrarla ve bu defa daha uzun kal. Daha uzun kal ki tadını çıkar. 3 de yetmez, 5 de yetmez, 7 defa söyle bakalım:

Subhan'e Rabbi'yel A'la / Yüceler yücesi Rabb'im Subhandır.

Ve şimdi, artık neden söyleidğini biliyorsun, tekrar söyle bakalım:

Allah'u Ekber / Allah daha büyüktür.

Sen her defasında Allah daha büyüktür diyeceksin ve her defasında yine doğruyu söylemiş olacaksın. Sen her vakitte miracına başlarken yine Allah daha büyüktür diyeceksin ve yine doğruyu söylemiş olacaksın. Sen bir ömrün boyunca hep Allah daha büyüktür diyeceksin ve emin ol hep doğruyu söylemiş olacaksın. Çünkü Allah daha büyük değildir aslında. Ben kastedilen anlamı kuvvetlendirmek için bunu tekrarlamak istedim konuşmamız boyunca. Çünkü Allah daha büyük olsa, az büyük ya da çok büyüklerin olması gerekir. O zaman Allah en büyükdür mü diyeceksin. Bu defa da en büyük olmayan ama ona yakın ya da onun gibi büyük olan ama onun kadar büyük olanlar mı vardır. Hayır... O zaman şimdi tekrar söyle bakalım:

Allah'u Ekber / Allah TEK büyüktür. 

Şimdi oldu...

Secdede yeterince, yetmez ama hadi biraz daha uzun kaldıysan diyelim, kaldıysan eğer şimdi oturduğunda artık başının tepesinde bir karıncalanma, bir titreşim fark edebilirsin. İşte yedinci çakran da aktif olmaya başladı ve farkındaysan tam da O'na vardğında, yolculuğunun sonunda aktif oldu.

uzun zamandır konuşuyoruz seninle ve az çok beni tanıdın. Fark ettiğini düşünüyorum ki ben günümüz öğretilerinin bir çoğu ile ilgili ve belli seviyede bilgilere sahip biriyim. Ateizmin kıyılarından tut, deizmin diyarları, mistisizmin ve spirituelizmin o gizemli, büyülü ve süslü bağlarına kadar her yerde dolandım ama dönüp dolaşıp neden tasavvuf der dururum şimdi anlamış olduğunu ümit ediyorum. 

Bunu şöyle düşün lütfen: Matematik biliyoruz hepimiz. Toplama, çarpma... Matematiği çeşitli şekillerde öğretebilirsin ama matematik sayılarla konuşan bir dil biliyorsun. Birisine matematiği öğretir ama sayılardan sadece "1" i öğretirsen, bu kişi bir sayının kendisi ile toplamı kendisi ile çarpımından büyüktür diyecektir sana. Çünkü 1+1, 1x1'den büyüktür. Ama ona sayılardan "2"yi öğretirsen, bu kişi bir sayının kendisi ile toplamı kendisi ile çarpımına eşittir diyecektir. Çünkü 2+2, 2x2'ye eşittir. Ama ona sayılardan "3"ü öğretirsen, bu kişi bir sayının kendisi ile toplamı kendisi ile çarpımından küçüktür diyecektir. Çünkü 3+3, 3x3'ten küçüktür. İşte tasavvuf eksi sonsuzdan artı sonsuza kadar bütün sayıları öğrenmek demektir. Öğrenebildiğin kadar... 

Ama astral seyahat ise işte seyahat, boyut farkı ise işte fark, çakralar ise işte felekler, letaifler... meditasyon, yoga, mantıra, epifiz bezi aktivasyonu, timüs bezi çalıştırma, anda kalma, odaklanma, kuantum alan ile iletişim, sonsuz olasılıkları evreni ile bağlanma vesaire vesaire... Tüm öğretilerde var olan tüm rahmani güzellikler namaz rahiminde sana verilmiş durumda. 

Bu konuşmamız çok uzadı biliyorum; tahiyyat, salavatlar ve sonrası senin araştırman olsun artık. Bu konuşmanın uzadığını biliyorum ama çok kısa kestiğimi de biliyorum.

Sana demek istediğim tek şey şu aslında, anladığın üzere: Namaz kıl :)... Böylesine bir mucize, böylesine bir hediye, böylesine bir lütuf varken, kendini bundan mahrum etme. Her birimizin yolculuğu kendine özgü ama hepimizin yolu BİR. Her ne yaşıyorsan yaşa, her ne meşguliyetin varsa vardır bilemem. Ama hiçbir unsur sonucu değiştirmez. Hiçbir şey bunun dünyanın en güzel şeyi olduğu gerçeğini değiştirmez. Hiçbir şey seni namaz kadar güzelleştirmez, hiçbir şey seni namaz kadar değiştiremez.

Namaz kıl ve n'olur ama n'olur bana da dua etmeyi unutma. 

Blogger tarafından desteklenmektedir.