Header Ads

Bana Güvendiğine İnanmak İstiyorum / Beden - Zihin - Ruh 18


Anda kalmak konusunda ne kadar konuşursak konuşalım, bu konu hala zurnanın zırt dediği yer. Bir türlü net olarak anlaşılamadığı gibi bir türlü de uygulamada başarılı olmak mümkün olmuyor. 

Bir de bunun üstüne her şey anda mevcut, her şey şimdide yaşanıyor, tüm zaman seçenekleri ve potansiyel aslında şu anda mevcut dediğimde, demek ki boşa yaşıyoruz gibi bir kaygı kendini gösteriyor. İyi hissetmek için bir şeyler öğrenelim derken çok daha berbat hissederken bulabiliyoruz kendimizi. 

Öncelikle sana ahkam kesmediğimi bilmeni isterim ama inan bana o kadar zor değil aslında fakat istikrar gerektirdiği de bir gerçek. Önce neden bu kadar zahmetli onu anlatmama izin ver, çünkü cevap da bu zahmetin içinde saklı.

Sürekli geçmiş anıların ve üzüntülerin etkisinde ya da geleceğe dair kaygıların içinde yüzmek bu kadar kolay ve kendiliğinden olabilirken, anda kalmak, geçmiş ve gelecek etkisinden korunmak neden bu kadar zor acaba diye düşünüyorsun ya, gel sorunun içindeki cevabı birlikte bulalım. Yani şöyle soralım: Geçmiş ve gelecek arasında dolanıp durmayı kolay yapan şeyi bulursak, anda kalma konusunda da o şeyi uygulayamaz mıyız? Öyle değil mi ama, geçmiş anıların etkisinde binbir düşünceye dalmak için hiçbir çaba sarf etmemize bile gerek kalmıyor. İstemediğimiz bir şey ama o kadar kolay ki... Kendiliğinden oluveriyor. İşte ne yapmalı ki, anda kalmak da kendiliğinden oluversin?

Şimdi buna cevap vermek için bir soru daha derine inelim: Geçmişin etkisinde kalmak neden bu kadar kolay ya da nasıl bu kadar kolay hale geldi? Ne yaptın da bunu bu kadar kolay bir hale getirdin? 

Aslında çok fazla şey yapmadın, daha doğrusu birden fazla bir şey yapmadın ama bir şeyi çok fazla yaptın. Yani aynı şeyi o kadar tekrarladın ki artık onu yapmak çok kolay ya da çabasız hale geldi. Travma, huy, halet-i ruhiye, mizaç, kişilik gibi isimlerle adlandırdığımız ve birilerinin belirgin özelliklerini tanımlamak ya da o kişinin nasıl biri olduğunu tarif etmek adına kullandığımız bu kelimeler aslında yıllar boyunca defalarca tekrarlanan duygu-durumların sonuçlarından başka bir şey değildir.

Bilinçaltımızın yansıması olan bu durumlar iki şekilde oluşabiliyor. Ya çok yüksek duygu içeren bir yaşanmışlık ya da sürekli tekrar eden bir yaşanmışlık. 

Şöyle düşünebilirsin. Diyelim ki, çocukluğunda bir köpek tarafından kovalandın. Uzun süre o köpekten kaçmak zorunda kaldın. Kaçtığın sırada köpeğin arkandan sana yaklaştığını, nefesinin ve çenesinin birbirine vurarak çıkardığı sesi an be an hissettin. Bu hafızanda yerleşiyor. Önce her köpek gördüğünde bu korku dolu anı sürekli zihninde canlandırdığın için ve bu yıllar boyunca tekrar ve tekrar devam ettiği için köpek korkusu olan biri oluyorsun. Bunun yanı sıra, arkandan yaklaşması şeklinde bir anı yaşadığın için, arkandan yaklaşan herhangi bir nesne ya da insan hissettiğinde de sürekli aynı anıyı zihninde tekrar ederek canlandırdığın için köpek korkusunun yanında arkadan yaklaşan her şeyden korkan biri oluyorsun. Eğer bu anıyı, arkadan yaklaşanı "görmediğin" bir şey olarak özdeşleştirmeye başlarsan ve her görmediğin şey veya seste aynı anıyı zihninde tekrar ve tekrar canlandırırsan, hepsinden öte pimpirikli biri oluyorsun. Bu tekrarlar hayatın boyunca o kadar çok sayıda oluyor ki, artık bu korku konusunda bilinçli ya da farkındalık içeren bir tepki vermiyorsun. Tüm bu korku hallerinde bedenin hep aynı kimyasalları salgılıyor ve her birinde artık zihnin değil bedenin tepkilerine karar verir hale geliyor, dolayısı ile bedenin zihin gibi davranıyor. 

İşte cevap bu tekrar etmede gizli. Anda kalma konusunda da başarılı olmak istiyorsak, yapmamız gereken tek şey, zihnimizin zamanda geri ya da ileri gittiğini, bilinçsizce bir seyahat halinde olduğunu fark ettiğimiz anda, hemen şimdiye odaklanmak, mümkünse duyularımıza konsantre olmak şeklinde yapacağımız farkındalıklı seçimler ile bunu da çabasız bir şekilde yapabilecek ustalığa çekmek.

Bunun çok da kolay olmadığını biliyorum. Ama merak etme ilerleyen günlerde detaylarını konuşacağız birlikte. Şimdilik bunu başarabileceğimizi bilmen yeterli. Tek ricam ilk denemelerinde hemen vazgeçme. Kilo verme kararı aldıktan hemen bir saat sonra tartılsan bir şey değişecek mi? Tabii ki değişmeyecek. Ama bir saat sonra hala aynı kiloda olduğun için bu kararından dönmek sana bir fayda sağlamayacağı gibi, anda kalma çabanda da ilk beceremediğinde vazgeçersen olmayacak tabii ki. Tekrar ve tekrar... Olup olmadığı, yapıp yapamadığın, ne zaman olacağı veya ne vakit başaracağın konusunda hiçbir şey düşünmeden sadece yap lütfen. Olacak. Bana güvendiğine inanmak istiyorum, sen sadece yap, olacak.

Bu konuda da yine başrolde sen varsın. Bana güvenmeni istememin sebebi artık zihninin kandırmacalarından kurtulman için ama bunu benim tek başıma sağlamam mümkün değil. Çünkü sen inanmazsan, sen olumlu düşünmezsen, pozitif bir tavır sergilemezsen, ben ne anlatsam boş. Placebo konusunda yapılan tüm istatistiklerin sürekli değişkenlik göstermesi, belirli bir oranda sabit kalmamasının sebebi de tam olarak bu. Sen inanmadığın sürece, bırak placeboyu, en etkin kimyasallarla dolu gerçek bir ilaç verilse de işe yaramayacak. Yani sen nasıl dersen ona "Evet" diyecek Alemlerin Rabb'i, senin zannın nasıl ise tezahür o şekilde gerçekleşecek. Özgür irade sahibisin ve kendinle ilgili kararlar konusunda bu hak sana verilmiş durumda. 

Benim sana anlatmak istediğim ise şu anda zan ettiklerinin yani düşüncelerin aslında sana ait olmadığı, daha doğrusu senin bilinçli seçimlerin olmadığı, en azından çok büyük çoğunluğunun. 

Şöyle düşün: Kilo vermek istiyorsun ama bir türlü o makarnaya hayır diyemiyorsun ya, ondan bahsedelim beraber. 

Birinci Aşama: Düşüncenin Gelişi

Karnın acıkıyor ve aklında nedense inanılmaz bir makarna yeme isteği. Aslen makarna en sevdiğin yemeklerden biri, ama bu neden acaba? İşte bu düşüncenin sonucu oluşan şey: karar. Makarna yemeye karar veriyorsun.

İkinci Aşama: Eylem

Kararını verdiğine göre önce makarnayı yapıyorsun. Bi' güzel hazırladın ve tabii ki üzerine ketçap, mayonez ve belki de özel bir sos... Düşüncenin ürettiği kararın ardından gelen eylem ile artık makarnan hazır.

Üçüncü Aşama: Tecrübe

Bu kadar hazırladın sonuçta, ben burada bir kaç lakırdı ediyorum diye onu yememezlik mi edeceksin? :)... Tabii ki hayır. En bol soslu yerinden dolu dolu bir kaşık aldın ve ağzına götürdün. Afiyet olsun. Eyleminin sonucunu artık deneyimliyorsun. 

Dördüncü Aşama: Duygu (Gerçek Deneyim)

Makarna yeme eylemini deneyimlediğinde iş bitmiyor işte. Asıl yoğun deneyim, his dediğimiz şey o tecrübenin ardından geliyor. O beklediğin an... karbonhidratın parçalanması, kan şekerinin yükselmesi, dopamin salgısı, makarnanın tadı, ılık dokusu, sosun lezzeti, serotonin patlaması derken üst üste gelen keyif bombaları.

Ve sır bu dördüncü aşamada gizli. Çünkü bu dördüncü aşamadaki yoğun his, -bu yüzden gerçek deneyim diye isimlendirdim- bu anı bilinçaltına öylesine kuvvetli çakıyor ki, buna alışman için çok tekrar etmene hiç gerek yok :). Şimdi birinci aşamada neden karnın acıkınca aklına makarna geldiğini anlayabildin mi? Ve sence o düşünceyi seçen özgür iraden miydi? Pek sayılmaz. Tam da bu sebepten, her gün düşündüğümüz on binlerce, yaklaşık 70 Bin civarı düşüncenin %90'ı bilinçli seçimimiz değil, ve bu bilinçli seçimimiz olmayan düşüncelerin de %90'ı bir önceki gün düşündüklerimizden farklı değildir. Ve yine bu yüzden, aşamaların sürecinden de anlayabileceğin gibi, neredeyse senin suçun olmayan bir şey sebebiyle sen sorun yaşıyorsun.

Ama bundan, bu sorumluluktan böyle kolay sıyrılamayız tabii ki :)... Çünkü sen, insan olarak, küçük bir kainatsın ve evrendeki tüm özellikler ve yetenekler sen de mevcut. Yani makarnaya yenilmiş olmanı anlayışla karşılayabilsek de mazur göremeyiz :). 

Fakat bu mazur görme, özellikle kişilerin kendileri açısından bile isteye ve bilinçli olarak yapılıyor çoğu zaman. Genellikle, özellikle dedikodu yapmamak, kötülüğünü gördüğün bir kişi hakkında kötülük görmemek veya tepki vermemek, tevekkül etmek gibi konularda nasihat ettiğim zaman karşılaştığım cevap hep aynı: "Neyin kafasını yaşıyorsun sen? Biz peygamber değiliz ki!" Peygamber olmadığımız konusunda hem fikirim ama sanırım hepimiz peygamberlerin de birer insan olduğunu, insanlar arasından seçildiğini biliyoruz. Peygamber olmadığımız doğru olsa da peygamber gibi olmaya çalışmak değil midir doğru olan? Olabildiğimiz, yapabildiğimiz kadar yaklaşmak, o örnek insan modeline, bizim birincil önceliğimiz olmalı diye düşünüyorum. Bu yetenek ve kabiliyetlerin verdiği özgüven olmasaydı, kimselerin kabul etmediği emaneti de kabul etmezdik herhalde değil mi?

Bence kıvırmak, kaytarmak ve boş bahanelere sığınmak yerine kutsiyetimizin hakkını vermenin zamanı ve devri çoktan geldi de geçiyor bile.

Blogger tarafından desteklenmektedir.