Öz ve Hakikat Bilgisi Neden Anlaşılamaz ve Anlatılamaz? / Rupert Spira Türkçe 03
Öz ve Hakikat Bilgisi Neden Anlaşılamaz ve Anlatılamaz? / Rupert Spira Türkçe 03
Dünya kültürümüz, Büyük Patlama'nın maddeyi doğurduğu, bu maddenin zamanla dünyaya dönüştüğü, bedenin doğduğu, içinde bir beynin ortaya çıktığı ve geç bir aşamada bilincin geliştiği varsayımı üzerine kurulmuştur. Bunların hiçbiri doğrulanamaz çünkü farkındalık ya da bilinçten önce herhangi bir şeyin var olduğunu meşru bir şekilde iddia etmek mümkün değildir. Bu nedenle, gerçekliğin dürüst bir modeli Öz ile başlamalıdır. Başka bir yerden başlamak, inancın değişken kumları üzerine bir model inşa etmektir.
Yaygın olarak Öz’ün bedenin bir özelliği olduğuna inanılır ve bunun sonucunda dünyayı bilen ya da farkında olanın 'ben, bu beden' olduğunu hissederiz. Yani, deneyimlerimizin farkında olduğumuz bilginin bedenin içinde yer aldığına ve bedenin sınırlarını ve kaderini paylaştığına inanır ve bunu hissederiz. Bu, neredeyse tüm düşünce ve duygularımızın temelini oluşturan ve daha sonra faaliyetlerimiz ve ilişkilerimizde ifade edilen benlik ve öteki, zihin ve madde, özne ve nesne arasındaki temel varsayımdır.
Ancak, farkında olan 'ben, beden' değildir; farkında olan 'ben, Öz’dür. Bir beden Öz’e sahip değildir; Öz bir beden deneyimine 'sahiptir'. Beden, gerçekte deneyimlendiği şekliyle, sonlu zihindeki bir dizi duyum ve algıdır ve zihinde mevcut olan tek madde saf bilme veya Öz’dür. Bedeni kavramsallaştıran ve dolayısıyla Öz’ün dışında görünen maddeden yapılmış bir nesne olarak soyutlayan yalnızca düşüncedir. Ancak, deneyimin kanıtlarına sıkı sıkıya bağlı kalırsak, beden Öz’de bir görünümdür; Öz bedende bir görünüm değildir.
Öz’ün bedenin bir yan ürünü olduğu inancının kaçınılmaz bir sonucu da Öz’ün kesintili olduğu, bir görünüp bir kaybolduğu, bir anda başlayıp başka bir anda bittiği inancıdır. Bununla birlikte, Öz’ün yokluğunu gerçek bir deneyim olarak ileri sürmek için, bir şeyin bu deneyimin farkında olması gerekir ve bu 'bir şey' Öz’ün kendisi olacaktır. Dolayısıyla böyle bir iddia Öz’ün yokluğundan ziyade varlığını teyit eder. Sürekli olarak farkında olduğumuz bizim deneyimimizdir.
Sürekli olarak farkında olduğumuzu söylediğimde, meşru bir şekilde atıfta bulunulan 'biz'in kim olduğu sorulabilir. Sürekli olarak farkında olduğumuzun farkında olan 'biz' kimdir? Kim ya da ne farkında olma deneyimine sahiptir? Öz’ün var olduğunu kim ya da ne bilir? Öz tüm deneyimlerdeki farkında olan ya da bilen unsurdur ve bu nedenle kendi varlığı da dahil olmak üzere bilinen ya da deneyimlenen her şeyi bilmek için mevcut olan tek 'bir'dir.
Bu nedenle, farkında olma deneyimi veya 'Ben varım', 'Farkındayım' veya 'Farkındalık var' bilgisi Öz’ün kendisi hakkındaki bilgisidir. Yalnızca Öz, Öz olduğunu bilir. Yalnızca Öz farkındadır. Bu nedenle, Öz kendinin farkındadır. Tıpkı yeryüzündeki tüm nesnelerin güneş tarafından aydınlatılması ama güneşin tek başına kendini aydınlatması gibi, tüm deneyim Öz tarafından bilinir ama Öz’ün kendisi kendini bilendir. Dolayısıyla, Öz’ün sürekli ya da daha doğru bir ifadeyle ebediyen farkında olduğu deneyimidir.
Farkında olmak Öz’ün birincil deneyimidir. Öz başka herhangi bir şeyi bilmeden önce kendi varlığını bilir. Dolayısıyla, Öz’ün kendi varlığını bilmesi, tüm nesnel bilginin dayandığı orijinal bilgi, birincil, temel ve öznel bilgidir. Tıpkı renksiz ekranın tüm görüntülerin üzerinde oynadığı temel olması gibi, tüm deneyimin yükseldiği ve üzerinde durduğu zemindir.
Öz’ün kendi varlığını bilmesi aynı zamanda onun nihai ya da son bilgisidir, yani her düşünce, his, duyum ve algı yok olduktan sonra geriye kalan bilgidir, tıpkı bir film bittikten sonra perdenin geride kalması gibi.
Normalde farkında olanın ya da farkındalığa sahip olanın 'ben, beden' olduğuna inandığımız için, bedenin ve buna bağlı olarak dünyanın Öz’den önce geldiği düşünülür. Dolayısıyla, Öz’ün beynin bir epifenomeni olarak bedenden türediği düşünülür. Ancak, bunu meşru bir şekilde iddia edebilmek için, Öz deneyiminden önce bedeni deneyimlememiz ve ardından bedende ortaya çıkan Öz deneyimini fark etmemiz gerekir. Hiç kimse bu deneyimi yaşamamıştır ya da yaşayamaz. Eğer bilim insanının dürüstlüğünü ve titizliğini korursak, ki o bilim insanı deneyimin sonuçlarını ya da etkilerini dikkate almaksızın yalnızca gerçekleri ifade etmeye isteklidir, Öz’ün tüm deneyimlerdeki birincil unsur olduğunu kabul etmeliyiz.
Farkında olmak ya da Öz’ün kendisi bir kişinin, benliğin ya da bedenin özelliği değildir. Bir beden hakkında bilinen tek şey sürekli değişen duyumlar ve algılar akışıdır. Tüm duyumlar ve algılar zihinde belirir ve zihinde mevcut olan tek madde Öz veya bilincin kendisidir. Dolayısıyla, beden zihindeki bir görünümdür ve zihnin ve dolayısıyla bedenin nihai gerçekliği Öz’dür.
Öz’ün esas doğası farkında olmaktır, tıpkı güneşin doğasının parlamak olması gibi. Basitçe kendisi olarak, Öz kendisinin farkındadır, tıpkı güneşin sadece kendisi olarak kendisini aydınlatması gibi. Öz farkında olmaktan vazgeçmez, çünkü farkında olmak onun doğasıdır. Farkında olmaktan vazgeçerse, Öz olmaktan da vazgeçmiş olur. Öz sona erecek ve dolayısıyla yok olacak olsaydı nereye giderdi? Deneyimlerimizde - yani Öz’ün deneyimlerinde - Öz’ün kendisinden daha önce veya 'daha geride' olan ve Öz’ün içinde kaybolabileceği hiçbir şey yoktur.
Öz’ü yanlışlıkla bedenin sınırları ve kaderiyle özdeşleştiren ve dolayısıyla Öz’ün kesintili olduğuna inanan düşüncedir. Ancak, Öz’ün kendi deneyiminde - ve Öz kendisi (zatı) hakkında herhangi bir şey bilebilecek konumda olan tek 'bir'dir - Öz ebedidir ya da her zaman mevcuttur.
Öz ebediyen kendisinin farkında olsa da, beden sonlu zihnin içinde ve onun bir görünümüdür ve sonlu zihnin kendisi de Öz’ün bir ifadesidir. Dolayısıyla, beden Öz’ün geçici bir ifadesidir ve Öz’de bir görünümdür; Öz bedende bir görünüm değildir. Öz’ün kendisi kesintili değildir. Sürekli ya da daha doğru bir ifadeyle, her zaman mevcut olan, nesnel olmayan bir deneyimdir.
Her zaman mevcut olan bir şey nasıl olur da kesintili olan bir şeyin yan ürünü olabilir? Öz’ün bedenin bir yan ürünü olduğuna inanmak, bir ekranın üzerinde görünen film tarafından üretildiğine inanmaya benzer. Ekran süreklidir; film gelir ve gider. Film ekranın bir yan ürünüdür. Öz kendinin farkında olan bir ekran gibidir: kendi deneyiminde sürekli veya her zaman mevcuttur.
Öz kendi içinde titreşir ve sonlu zihin biçimini alır. Dolayısıyla sonlu zihin kendi başına bir varlık değildir; Öz’ün faaliyetidir. Tıpkı bir filmde gerçek karakterler olmadığı gibi, Öz’de görünen, her biri ayrı bir kimliğe sahip gerçek nesneler, varlıklar veya benlikler yoktur. Yalnızca Öz ve onun faaliyeti vardır, tıpkı yalnızca ekran ve onun ifadesinin olması gibi.
Öz kendini bedenle özdeşleştirerek sonlu zihin biçimine bürünür ve bu beden aracılığıyla dünyada bilinir; tıpkı geceleri kendi zihnimizin, bakış açısından hayal edilen dünyanın bilindiği hayal edilen karakterin zihnine çökmesi gibi. Tıpkı bireysel zihnimizin faaliyetinin kendisine hayal edilen dünya biçiminde görünmesi gibi, Öz de kendisine her bir zihnimizin faaliyeti biçiminde dünya olarak görünür. Öz’ün artık sınırlı ve geçici gibi görünmesi ve beden ile dünyanın nesneler olarak kendi bağımsız statülerine sahipmiş gibi görünmesi yalnızca görünürdeki beden-içinde-Öz varlığının - sonlu zihnin - bakış açısından kaynaklanır.
Öz dünyayı eşzamanlı olarak inşa etmek ve bilmek için sonlu zihin biçimini alır ama kendini bilmek için zihin biçimini almasına gerek yoktur. Öz saf bilme veya farkında olma halinden oluşur ve bu nedenle sadece kendisi olarak kendisini bilir. Öz kendini bilmek için bilgisini bir nesneden yansıtmaya ihtiyaç duymaz, tıpkı güneşin kendini aydınlatmak için ışığını aydan yansıtmaya ihtiyaç duymaması gibi.
Bir çocuk bazen bir ayna alır ve onunla güneşin ışığını yakalar, güneşin ışığını bir arkadaşının gözlerine yansıtır. Öz’ün kendini bilmek için sonlu bir zihne ihtiyaç duyduğuna inanmak, güneşin ışığını küçük bir ayna parçasından yansıtarak kendini aydınlattığına inanmak gibidir. Güneşin kendini aydınlatmak için bir aynaya ihtiyacı yoktur; o kendi kendini aydınlatır. Aynı şekilde, Öz’ün de zihin veya beden gibi bir nesnenin içinde veya üzerinde parlamasına gerek yoktur; bu nesnenin yansıyan ışığı aracılığıyla bilinir. Öz’de mevcut olan farkında olmak ya da saf bilmektir. Dolayısıyla, kendisini bilmesi ne yaptığı değil, ne olduğudur.
Bir nesneyi aydınlatmak için güneş ışınlarını kendinden uzağa, o nesneye doğru yönlendirmelidir, ancak kendini aydınlatmak için güneş ışınlarını herhangi bir yere yönlendirmek zorunda değildir. Aynı şekilde, bir nesneyi, ötekini veya dünyayı bilebilmek için Öz’ün zihin biçiminde yükselmesi gerekir; bunu da kendisini bir bedende konumlandırarak yapar; bu bedenin bakış açısından artık bilmesinin ışığını o nesneye doğru yönlendirr. Ancak kendini bilmek için bilgisini belirli bir yöne yönlendirmesi gerekmez. Herhangi bir yere gitmesi veya herhangi bir şey yapması gerekmez. Öz için kendisi olmak kendini bilmektir, tıpkı güneş için kendisi olmanın kendini aydınlatması gibi.
Tüm nesneler ve benlikler Öz tarafından bilinir ama Öz yalnızca kendisi tarafından bilinir. Dolayısıyla, tüm nesneler ve benlikler Öz’e bağlıdır ve Öz’e görelidir, ancak Öz hiçbir şeye bağlı ve göreli değildir. Öz’ün kendi varlığını bilmesi dışında tüm bilgiler görecelidir. Öz’ün kendisi hakkındaki bilgisi bu nedenle mutlaktır. Aslında, Öz’ün kendisi hakkındaki bilgisi var olan tek mutlak bilgidir ve bu nedenle tüm göreli bilgilerin temeli ve kaynağıdır.
Tıpkı güneşin kendi etrafında dönüp özne-nesne ilişkisi içinde kendini aydınlatamayacak kadar kendine yakın olması gibi, Öz de ayrı bir deneyim öznesi olarak kendinden ayrı durmayacak ve kendisi bir nesne olarak bilinemeyecek kadar kendine yakındır, kendidir. Dolayısıyla, Öz’ün kendi varlığına ilişkin bilgisi tamamen benzersizdir. Diğer tüm bilgi ve deneyimleri aşan bir bilgi kategorisidir. Kutsal bir bilgidir.
Mutlaktır. Her zaman, her yerde ve her koşul ve şart altında aynı kalır. Diğer tüm bilgilerin göreceli kesinliğini ödünç aldığı tek kesinliktir.
Öz’ün kendi varlığını bilmesi bozulamaz, yok edilemez, söndürülemez, bölünemez, değişmez, ölümsüz, zarar görmezdir. Ona dokunulamaz ama tüm bilgi ve deneyimler onun tarafından dokunulur. Deneyimin görünürde özne ve nesne ikiliğine bölünmesini gerektirmeyen tek bilgidir ve bu yüzden ikili olmayan bilgidir.
Bilen benlik bilinen benliktir, tıpkı aydınlatan güneşin aydınlatılan güneş olması gibi. Diğer tüm bilgi ve deneyimler, deneyimin perspektifinden bir nesnenin, ötekinin veya dünyanın bilinebileceği görünür bir özneye bölünmesini gerektirir. Tüm nesnelerle ilişkili olarak, Öz’ün deneyimin nihai öznesi olduğu söylenebilir, ancak onun kendi varlığını bilmesi özne ve nesne ikiliğini aşar.
Öz’ün kendini bilmek için bir zihne ihtiyacı olduğu inancı, ikilik-dışı ve bilim disiplinlerinin buluştuğu Bilinç Çalışmaları olarak bilinen alanda ve özellikle de ikilik-dışı anlayışın çağdaş ifadelerinde yaygın bir yanlış anlamadır. Öz’ün ayrı bir nesneyi, ötekini veya dünyayı bilmek için yalnızca görünüşte ayrı bir deneyim öznesi, sonlu zihin biçimini alması gerekir. Kendini bilmek için ayrı bir özne biçimine bürünmesi gerekmediği gibi, bir nesne olarak da bilinemez.
Öz için kendisi ile kendisini bilmesi arasında hiçbir mesafe yoktur. Aynı anda hem kendi öznesi hem de nesnesidir, sadece kendisidir, kendilik de bitmiş, O O’dur. Öz’ün indirgenemez doğası yalnızca kendisi olmak ve kendisini bilmektir. Kendi nesnesiz varlığının bilinmesi Öz’ün birincil özelliğidir. Sadece kendisi olarak, kendisini bilir. Öz bilinen veya deneyimlenen her şeydeki bilen unsurdur ve bu nedenle kendisi de dahil olmak üzere herhangi bir şeyi bilmek veya deneyimlemek için mevcut olan tek 'bir'dir. Sadece farkında olmanın sıradan, samimi ve tanıdık deneyimi Öz’ün kendisinin farkındalığıdır.
Bildiği ya da bulduğu her şey yalnızca Öz’den oluşmasına rağmen zihin Öz’ü asla bilemez ya da bulamaz, tıpkı bir filmdeki karakterin bildiği ya da bulduğu her şey yalnızca perdeden oluşmasına rağmen perdeyi asla bilemeyeceği ya da bulamayacağı gibi. Öz’ü bilmeye veya bulmaya çalışan zihin, bir filmde ekranı aramak için dünyayı dolaşan bir karakter gibidir. Okyanusta su arayan bir akıntı gibidir. Zihin tam da arayış içinde olduğu şeyden yapılmıştır, ancak bu şeyi asla kendi terimleriyle, yani zaman ve mekanda nesnel bir deneyim olarak bulamaz.
Fiziksel uzayı, içinde herhangi bir nesnenin ortaya çıkmasından önce, sadece geniş, sınırsız bir alan olarak hayal et. Şimdi bu uzaya farkında olma ya da bilme niteliğini eklediğini düşün. Uzay artık sınırları olmayan ve nesnelerden arınmış geniş bir farkındalık ya da bilme alanıdır. Şimdi bu farkında olma ya da bilme alanından uzay benzeri niteliği çıkaracak olursak, saf, boyutsuz bir bilme ya da farkında olma, yani Öz ya da bilincin kendisiyle karşılaşırız.
Aslında, boyutları olmayan bir şeyi hayal etmek mümkün değildir. Aslında, zihin için, boyutları olmayan bir şey bir şey değildir. Düşünebildiğimiz her şey nesnel niteliklere ve dolayısıyla zaman ya da uzayda bir boyuta sahip olmalıdır. Öz’ün kendisinin boyutları yoktur ve dolayısıyla herhangi bir nesne değildir; yine de Öz ya da farkında olma, nesnel olmasa da inkar edilemezdir. Ancak bu durum Öz’ü düşünme girişimini geçersiz kılmaz. Kendisinden oluştuğu Öz’ü hayal etmeye çalışırken, zihin kendi sonunu getirecek ve sonuç olarak nesnesiz farkındalık olduğu gibi parlayacaktır.
Aslında zihnin sona ermesi diye bir deneyim yoktur. Gerçekte zihin diye bir şey de yoktur. Zihinde mevcut olan tek varlık, Öz veya bilincin kendisidir ve Öz veya bilinç asla sona ermez, hatta başlamaz bile. Zihin yalnızca Öz’ün başlayıp bittiğine inanır çünkü Öz’ü sınırlı ve geçici bedenle özdeşleştirir. Ancak, Öz’ün kendi bilinmekliğinde - ve Öz hakkında bir şey bilen tek şey yine Öz’dür - Öz her zaman mevcuttur.
Zihin Öz’ün faaliyetidir. Dolayısıyla, tıpkı bir film bittiğinde ekranın sona ermeyip sadece geçici rengini kaybetmesi gibi, Öz de zihin durduğunda sona ermez, sadece zihnin faaliyeti biçiminde kendini renklendirmeyi bırakır.
Zihin Öz’ün kendi kendini renklendirmesidir, tıpkı bir filmin perdenin kendi kendini renklendirmesi gibi. Yapıldığı Öz’ü bilme girişiminde zihin basitçe rengini kaybeder ve saf, boyutsuz, renksiz farkındalık olarak ortaya çıkar - kendisinden başka hiçbir şeyle karışmamış olması anlamında saf ve zaman ya da mekana yayılmış nesnel niteliklere sahip olmaması anlamında boyutsuzdur. Bu sıfır boyutlu farkındalık kimsenin erişemediği veya bilgi sahibi olmadığı bir düşünce soyutlaması değildir. Her birimizin şu anda deneyimlerimizi bildiği Öz’ün ta kendisidir.
Aslında, deneyimlerimizi bildiğimiz Öz değildir. Bu boyutsal olmayan Öz benliğimizin bir niteliği olmadığı gibi, benliğimize de ait değildir. O bizim asli benliğimizdir - ve hatta benliğimiz bile değildir. Eğer benlik olarak adlandırılabilirse, o benliktir. Öz’ün ait olduğu bir 'ben' ya da 'biz' yoktur. O kendisine aittir.
Öz’e sahip değiliz; biz asli olarak Öz’üz. Öz bedenin bir özelliği değildir, tıpkı perdenin filmdeki bir karakterin özelliği olmaması gibi. Öz bedende de değildir; daha ziyade 'kendindedir'. Ekranın filmdeki karakter için var olan mekan ve zamanda görünmemesi gibi, Öz de sonlu zihin için varmış gibi görünen mekan ve zamanda sınırlanmaz.
Öz hakkında düşünmek isteyen zihne bir taviz olarak, ona görünüşte nesnel ve dolayısıyla düşünülebilir, tanımlanabilir nitelikler kazandırmak için ince bir uzay benzeri nitelik eklemek meşru ve hatta başlangıçta gereklidir. Dolayısıyla, Öz hakkında düşünme ve konuşma arzumuzu karşılamak için, onu geniş, sınırsız, boş, kendinin farkında bir alan, doğası basitçe bilmek veya farkında olmak olan bir alan veya ortam olarak düşünelim. Zamanla Öz üzerine düşünmek yerini Öz’ün tefekkürüne -kendisi üzerine tefekkürüne- bırakır.
Her şey zihne kendi anlayışına uygun olarak görünür. “Bir insan nasılsa, öyle görür.” İşte bu nedenle bilim bize Öz’ün doğası hakkında hiçbir şey söyleyemez. Giderek daha popüler bir alan haline gelen Bilinç Çalışmaları, neredeyse her durumda, bir bilinç çalışması değil, beyin aktivitesi çalışmasıdır. Bilinç hakkında yalnızca bilinç bilgi sahibidir. Yalnızca Öz Öz’ün farkındadır. Bilim sonlu zihnin bir faaliyetidir, yani bir düşünce ve algı faaliyetidir ve zorunlu olarak zihnin sınırlamalarını bildiği veya algıladığı her şeyin üzerine bindirir.
Zihin tarafından bilinen her şey kendi sınırlamalarının bir ifadesi ve yansımasıdır. Kendisi de geçici ve sonlu olan zihin, Öz’ün de aynı şekilde olduğuna inanır. Nesnel gerçekliğin bilindiği çoğu zihin kendi sınırlamalarını unutur ve bunun yerine bildikleri ya da algıladıkları her şeye bunları yansıtır. Böylece zihin tarafından deneyimlenen her şey zaman içinde geçici ve/veya mekan içinde sonlu gibi görünür. Kendi sınırlamalarını gerçekliğe yansıttığını unutan zihin, deneyimliyor gibi göründüğü zaman ve mekanın nesnel gerçekliğin doğuştan gelen nitelikleri olduğuna inanır, oysa bunlar aslında sadece kendi sınırlamalarının yansımalarıdır.
Zaman ve mekan aslında sonlu zihnin prizmasından kırılan, yani düşünce ve algı yoluyla kırılan boyutsuz farkındalıktır. Bunlar Öz’ün kendi gerçekliğinin dünya biçiminde algılanan filtreleridir. Gerçeklik bir pirenin zihninden kırılırsa, pire zihninin sınırlamalarına uygun olarak; bir köpeğin zihninden kırılırsa, köpek zihninin sınırlamalarına uygun olarak; ve bir insanın zihninden kırılırsa, insan zihninin sınırlamalarına uygun olarak görünecektir.
Bununla birlikte, zihin gerçeklikten ayrı bir şey değildir. Bu zihinlerin her birinin formuna bürünen ve onların aracılığı ile kendi sonsuz potansiyelinin bir bölümünü dünya formunda bildirebilen ya da algılatabilen gerçekliğin kendisidir - Öz’ün kendisidir. Başka bir deyişle, ayrı bir özne tarafından bilinen nesnelerin çokluğu ve çeşitliliği yanılsaması baki kalır; gerçekliğine dair cehalet ortadan kalkar.
Zihnin özsel doğasının farkına varıldığında bile, gerçeklik, bilindiği zihnin sınırlamalarına uygun olarak, nesnelerin ve benliklerin çokluğu ve çeşitliliği olarak görünmeye devam edecektir. Ancak bu görünüm, gerçekliğin görünürdeki çokluğu ve çeşitliliğinin gerçekliğin kendisinin bir niteliği olmadığı, ancak içinden ve içinden algılandığı zihnin bir niteliği olduğu anlayışıyla bilgilendirilecektir. Çokluk ve çeşitlilik görünümünün altında yatan gerçekliğin kendisinin sonsuz, bölünmez bir bütün olduğu kabul edilecek ve bu anlayış böyle bir zihnin sonraki tüm faaliyetlerini bilgilendirecektir.
Zihin kendi doğasını bilmeden gerçekliğin doğasını bilemez, dolayısıyla zihin bilimi en yüksek bilimdir. 'Zihin bilimi' derken zihnin içeriğinin incelenmesini kastetmiyorum; zihnin özsel doğasının bilgisini kastediyorum. Zihnin özsel doğası, zihnin değişen tüm bilgi ve deneyimleri boyunca sürekli olarak mevcut kalan unsurudur. Zihnin kendisinden çıkarılamayan unsurudur. Orijinal, koşulsuz zihin, saf bilme, Öz ya da bilincin kendisidir. Dolayısıyla, nihai bilim bilinç bilimidir.
Bununla birlikte, bilinç bilimi eşsiz bir bilimdir çünkü bilincin sonlu zihin formunda yükselmesini ve bu şekilde kendisini nesnel bilgi veya deneyime yöneltmesini gerektirmeyen tek bilgi dalıdır. Bilinç bilimi tamamen bilinç ile kendisi arasındadır. Öz’ün kendinden kendine hakkındaki bilgisiyle ilgilidir.
Öz’ün kendinden kendine bilgisi tek mutlak bilgidir. Bu kutsal bilgidir; Yaradan’ın Kendisi hakkındaki bilgisidir. Bu, sonraki tüm bilgilerin dayanması gereken en yüksek anlayıştır.