Header Ads

Düşünmeyi Bırakmak İsterken Daha Çok Düşünüyorum / Eckhart Tolle Türkçe Dublaj


Son zamanlarda bağımlılıklar hakkında çok şey konuşuluyor. Bir çok insan çeşitli maddeler bağımlı. Ama en büyük bağımlılıklardan biri ya da belki de en büyüğü düşünme bağımlılığı. Aslında düşünmeyi bırakamamak bir bağımlılık haline dönüşüyor. 

Bu bir tür uyuşturucu ve uzun zamandır dünya üzerinde mevcut. Ve buna bağlı, sahte bir benlik algısı. Birçok insan düşünmeyi bırakıp bırakmama konusunda tereddüt ediyor hatta. Çünkü düşünmeyi bırakmayı bir tür uyku gibi algılıyorlar. Ve hep şöyle bir soru: "E, yani ne yapacağız, ne anlamamız gerekiyordu?"

Bunda anlaşılacak pek bir şey yok aslında. Egonun nasıl çalıştığına dair bir kaç şey var ama bu bile kendini gözlemlemek demek değildir. Buna dair en önemli şey varoluş ve varoluş düşüncesiz bir alan. Ama varoluş, düşünce gerçekleşse bile aynı zamanda arka planda gerçekleşiyor olabilir. Varoluş gerçekleşebilirse düşünüyor olsanız bile artık bu düşünme hali bir etkiye sahip değildir. Artık bu düşünme hayatında bir yıkım ve kafa karıştırma yeteneğine sahip değildir. 

Şimdiki anın daha fazla farkında olarak ve olduğu gibi kabul ederek, fazla akif olan zihni yavaşlatmak bu yollardan biridir. Çünkü zihnin fazla aktif olması rahatlıktan, şimdiki anın basitliğinden bir kaçış girişimidir. Bu yüzden çalışma olarak şimdiki anın daha fazla farkında olmanın, ofiste, evde, arabada bazı küçük belirtileri vardır. Şimdiki anı simgeleyebilecek her ne sembol varsa ve şimdiki ana giriş noktaları vardır.

Şimdiki an farkındalığı düşüncenin yavaşlatılması, yatışması ve sakinleşmesi demektir. Tümüyle kaybolmayabilir belki, ama öncelikli olan bir şeyin ortaya çıkmasıdır. İşte buna varoluş ya da farkındalık diyoruz. 

Anda olmak için, öncelikle şimdiki anı kullan... Peki şimdiki ana dair nasıl ve ne zaman bilinçlenirsin? Anladığında, bir zaman sonra şimdinin varlığını, deyim yerindeyse doğrudan algılayabilirsin. Ama seni düşünceden çıkaran yardımcı şeyler duyusal algılarındır. Tabii ki, duyu algıların ile gelenleri yargılamıyorsan. Her neredeysen, çevrene bakın. Duyusal algıların ile algıladığın şeye herhangi bir isim verme zorunluluğu olmadan bakmaya çalış. 

Bu güzel bir çiçek. Adı nedir acaba? Adını bilmiyorum. Bunun ne faydası var acaba? Bunu düşünmek zorunda mıyım? :)... Böyle değil... :)... Adını biliyor olsam zaten bu bir "şu çiçeği" derdim değil mi? Kavramların, kelimelerin müdahalesi olmadan algılamanın ne olduğunu anlamaya çalış lütfen. 

Şöyle düşün, benimle konuşurken beni anlamak için herhangi başka bir çaba sarf etmen gerekiyor mu? Geçmiş ile gelecek arasında bir şeyler düşünmen ya da benim dediklerimi anlayabilmek için herhangi başka bir işlem yapman gerekiyor mu? Hayır, gerekmiyor değil mi? Sen sadece beni dinliyorsun ve bu anlaman için yeterli oluyor. Yani dinlemek için ayrı, sonrasında anlamak için ayrı, bunları kavramsallaştırmak için ayrı bir eylem yapmıyorsun. Sadece dinliyorsun. 

İşte burada da anlatmak istediğim bu. Dinlemek birincil eylemdir, anlamak ikincil eylemdir. Ama birincil eylem kusursuz hale gelirse ikincil eylem zaten anda ve çabasız olarak kendiliğinden gerçekleşir. Varoluş da aynı şekilde. Şimdiki anda  kalma becerisi ne kadar çok tekrarlanır ve ustalaşılırsa, varoluş kendiliğinden gerçekleşecektir. 

Şimdiki anda kalırsan, düşünmeyi bırakabilirsen varoluş gerçekleşecektir. Ama bu pratiğin üzerinde konuşamazsın. Yani aklına düşünceler hücum ettiğinde "düşünmemeliyim", "şimdi sakinim", "hiç düşünce yok" demeye başlarsan zaten bu olmamasını istediklerini düşünüyorsun demektir ki bu da hiç düşünce değildir :)... Bu konuda konuşamazsın.  Aynı beni dinlerken hiç düşüncenin olmaması gibi. Yani şöyle şey yapmıyorsun: "Ben dedi, demek ki kendini kastetti. Sonra 'sana' dedi, bununla da beni kastediyor. Yani o bana.... 'diyorum' dedi, yani o bana bir şey söylüyor.... :)... Beni anlamak için böyle bir süreç yaşamıyorsun. Dinlemek hemen hepimizin kusursuz olarak başarabildiği bir varoluş biçimi aslında. 

Konuşurken, durakladığım anlarda, sözcükler arasındaki boşluklarda ve bir süreliğine konuşmayı kesersem dahi bu düşüncesiz var oluş biçimi ortadan kalkmaz.  Ne var ki bu biraz uzun bir süre devam ederse "neden sustu ki?" düşünmeye başlarsın ama ben konuşmaya başladığım anda hemen tekrar bu varoluşa geri dönebilirsin. Bu senin dikkatini vereceğin düşünce ile seçimine dair bir şeydir. Ve zihin bunu her zaman yapar. Buradaki önemli olan şey, düşüncenin onun gitmeni istediği yere gitmesine izin verecek misin? Onun ortaya çıkmasına izin verecek misin?

Ona izin verirsen bir zincirleme yaşanabilir. Bir düşünceden diğer bir düşünceye savrulursun. Aynı bir köpeğin duyduğu bir kokunun peşinden kontrolsüzce ilerlemesi gibi. Ve çoğu zaman başlangıç ile son birbirinden çok farklı ve olumsuza doğrudur. Karnının acıktığını düşünerek başlamışsındır. Bu seni yakınlarda yemek yiyecek bir yerler arama düşüncesine, ondan başka bir düşünceye derken, bir de bakmışsın 20 dakika sonra hayatının ne kadar zor ve kötü olduğunu düşünürken bulursun kendini. 

Bu yüzden düşünceyi izlememelisin. Aklında bir düşünce gelebilir, ve bu karnının acıkması gibi fiziksel bir sebebe dayanabilir fakat düşünceyi takip etmeye başlarsan bir sonraki düşünce bilinçlilik alanında ortaya çıkacaktır. Dikkatin orya kaymıştır. Ama onu takip etmezsen ve dikkatini ona vermez isen artık senin bilinçliliğini çekemez ve sen tekrar varoluş alanına geri dönebilirsin. 

Çoğu insan varoluşsal bir alanı olmayan içerik takıntılı bilinçliliğin içinde sıkışmış durumda. İçeriğe giren her düşüncenin boyunduruğu altına girmiş haldeler. Alan yok, sadece içerik var. Biri bitmeden diğeri gelir. Bu korkunç bir hal. Varoluş tecrübe edildiğinde düşünce aşamalı olarak, seni tamamen ele geçirme gücünü kaybedecektir. Ama varoluş seçmen, duyu algılarını seçmen gerekiyor. Düşünmeyi bırakıp duyu algılarına yol açman gerekiyor. 

Dinle... Nerede olursan ol, sesleri dinle. Onları yargılama, düşünce çağrışımlarını takip etme, sadece dinle. Bak ve gör, dokunabiliyorsan bir şeylere dokun ve hisset. Duyu algılarına yol açmak ve izin vermek seni düşünceden çıkarır ve daha canlı kılar. Böylece tüm canlılığın tadını çok daha iyi çıkarabilirsin. Bunun öncesinde nasıl da kavramsal ve taraflı, yargılarla dolu tanımlar içeren bir dünyaya sıkışmış olduğunu fark edersin. 

Çok güzel bir sahilde yürürsün ama hiçbir şey göremez, hiçbir şey hissedemezsin. Çünkü orada değilsindir. Ama orada olmanı sağlayacak şey duyu algılarındır. Dalgaların sesi, suyun ayaklarını ıslatması, güneşin sıcaklığı, rüzgarın teninde uyandırdığı o güzel akış... Ama sen düşünceye öncelik verdiğinde, bunların hiçbirini hissedemezsin. Bu saydıklarımın hepsi sadece var olmaları ile güzellerdir zaten ve duyu algıları alanı bunları hissedebileceğin uyanık bir dinginlik alanıdır. BU sayede varoluş gerçekleşir ve işte artık bu sensindir. Artık düşünce olmaz...

Tam da bu sebeple, trafik ışıklarında bile olsa o kırmızı ışığa bakın diyorum. Bu pratikler çok önemli. Bugün bir kırmızı ışığa ya da çevrede gezinen insanlara veya sokak hayvanlarına odaklanmak sana garip ya da saçma gelebilir belki ama, zaman geldiğinde o sahilin güzelliğinin tadını çıkarmanı sağlayacak pratik budur işte.  

Blogger tarafından desteklenmektedir.