Header Ads

Sen Kime Söyleniyorsun Farkında mısın? / Frekanslar Hakkında Her Şey 28


Yeryüzünde şu şikayet etmek kadar gereksiz bir şey var mıdır bilmiyorum. Böylesine saçma, böylesine amaçsız, böylesine işe yaramaz bir şey...

Öncelikle şunu anla lütfen, şikayet ettiğin şey aslında yoktur. Ya gerçekten yoktur, sen kendine bahane uyduruyorsundur ya da öyle bir şey vardır ama var olduğu için, çoktan gerçekleştiği için, zaten onunla değil yeni durum ve sonuç ile ilgilenmenin zamanı gelmiştir. Yani senin o şikayeti yapman mızmızlık, oyun bozanlık ve boşa vakit kaybıdır. 

En babasından başlayalım, herkesin dilinde, meşhur ve sanki her şeyin açıklaması: Param olsa... E, yok demek ki, param olsa dediğine göre şu anda yeterli paran yok demektir. Sen şu andaki bulunan parana göre hareket etmek yerine, param olsa demeye devam ettikçe, unutma benzer benzerini çeker, paran yetersiz kalmaya devam edecek. 

İkincisi ise: "zamanım yok"... Hepimiz aynı gezegendeyiz, hepimizin günlük meşguliyetleri var, hepimizin sorumlulukları var. Birileri aynı 24 saatin içinde neler neler başarırken sen neden zamanım yok diyorsun? Muhtemelen bu soruya da ama onların şöyle imkanı var, böyle olanakları var diye düşündün ki al sana yeni bir şikayet daha. Bu şikayet etme hastalığı hiçbir şeye benzemez, lütfen ama lütfen farkındalığını artır. Önce şikayet ettiğin farkında olmalısın ki bunun üzerinde konuşalım.

Üçüncüsü: "şartlar kötü"... Bunun bir de şöyle bir versiyonu var: "bu memlekette olmaz abi, Amerika'ya gideceğim ben." :)... Bu memlekette milyarder de var, bilim insanı da var, yazar da var, sanatçı da var, ne ararsan var. Sence memlekette olabilir mi tek sorun. Bir de bunun bir değişiği: "piyasa bozuk"... Tüm insanlık tarihini araştırabilirsin, dünyanın en karanlık, savaş yıllarında dahi nice zengin olan insanlar, nice icatlar yapan dahiler, nice üreten sanatçılar var. Genel olarak ne bozulursa bozulsun piyasa kişisel bir şeydir, herkesin piyasası kendinedir. Ve her sıkıntıda bir kolaylık, bir fırsat mevcuttur.

Şansım olsaydı, ailem arkamda dursaydı, zengin doğsaydım, insanlar böyle olmasaydı, vır vır vır, dır dır dır... Say say bitmez, şikayet etmek istedikten sonra her zaman bir tanesi sana uygundur. Ama bu bildiğin mızıkçılıktır. Mızıkçıları da kimse sevmez, bilirsin.

Şikayet denilen şeyin temeli suçlamaktır. Sürekli kendin dışında bir şeyi suçlar ve sebep olarak o suçladığın şeyi öne sürersin. Ve bu çok komiktir aslında. İstediğin gibi para kazanırsan, "başardım"... Ama işler kötü giderse, "piyasa bozuk." Kilo verirsen, "zor oldu ama verdim"... Ama kilo alırsan, "gıdalar bozuldu abi." Sınavı geçersen, "uykusuz kaldığıma değdi, hak ettim"... Ama düşük not ile kalırsan, "hoca bana taktı." Nasıl ya? E, yazık ama, kıyamam ben sana. :)...

Öncelikle bu suçlamayı kimin yaptığının farkına var, egon ile, nefsin ile yüzleş. Çünkü tertemiz olan ruhun bu olanların hiçbirinden şikayetçi olmazdı, eğer onunla hal edebilseydin. Fakat nefsin onun dilinden konuşmana izin vermiyor. 13ncü konuştuk seninle, ruhun tüm bu deneyimleri yaşamanın heyecanı ve sabırsızlığı ile geldi zaten dünyaya. Her ne olursa olsun, olmuş olanı deneyimlemek adına istekli ve kabullenmeye hazır. Hazır yani teslim.

Teslim olursan tüm sorun çözülecek, kabullenirsen tüm bu deneyimler senin olacak, reddedersen hepsi sadece birer dert olacak. Şöyle bir hikaye anlatabilirim sana: 

Ahmed adından genç bir derviş, ormana odun toplamaya gönderilmiş. Henüz genç ve yeni olduğu için, pek de memnun değilmiş aslında dergah hayatından. Zahmetsiz rahmet olmaz, ama zahmet çekmek de pek arzuladığı bir şey değilmiş. Günler geçmek bilmez, işler yap yap bitmezmiş. Ormana da bu kafayla gittiği için, bir kenarda birikmiş dal parçalarını görünce, "gitmeden bunları yüklenir giderim, biraz oyalanayım bari" buralarda demiş ve bir ağacın altında sineklenirken uyuya kalmış. Bir müddet sonra "Ahmed, Ahmed" diye birinin seslendiğini duymuş. Gözlerini açtığında bir aksakallı dede bulmuş karşısında, şaşkın tabii. Dedeyi bir süzmüş şöyle; Yüzü kırış kırış ama pek bir genç, boyu kısa ama uzunca gibi, çirkin ama güler yüzlü acayip bir dede imiş. "Kimsin, necisin?" demiş ve dedem tebessüm ile cevap vermiş: "Ben zamanın ruhuyum evladım" demiş, "pek bir sıkıntılı idin, bir çare getirdim sana." Kırmızı taşlı, altın işlemeli bir tespih uzatmış. "Bu" demiş "tılsımlı bir tespih. Uğraşmak istemediğin işler de, beklemek istemediğin vakitlerde, bu tespihi çekersen, seni, 'olmuşuna' götürür. Derviş tespihi almış, taşıması gereken odunlara bakmış, tespihinden üç tane çekmiş. Çıt, çıt, çıt... Bir de bakmış ki, dergaha gelmiş, odunlar parçalanmış, üst üste dizilmiş... Bu çok hoşuna gitmiş tabii ki, ve başlamış çekmeye. Çıt, çıt, çıt, gece oluvermiş. Uyku tutmayınca, çıt, çıt, çıt, sabah oluvermiş. Hoca ders demiş, çıt, çıt, çıt, bakmış 5 sene sonra dergah eğitimi bitmiş. Bir zanaat öğretelim demişler, çıt, çıt, çıt, 5 sene sonra, usta olmuş bile. Evlendirelim demişler, çıt, çıt, çıt, çoktan düğün olmuş bile. Hanımı gebeyim demiş, çıt, çıt, çıt, evde 3 kız çocuğu. Cıvıl cıvıl ama bir o kadar da gürültülü, çıt, çıt, çıt, son kızın düğünü. Ona çıt, çıt buna çıt, çıt derken bir yorgunluk hissetmiş, bir de bakmış, bir yatakta sırt üstü yatmakta, karşısında da aksakallı dedecik. Demiş "n'oldu bana?". Dedem aynı tebessümle cevap vermiş: "Ömrünün son günündesin, tespihimi geri almaya geldim, senin bir işine yaramaz artık" demiş. Derviş derin bir üzüntü ve pişmanlık ile itiraz etmiş: "Ama daha sadece bir saat oldu. Ben hiçbir şey yaşamadım ki." 

Bak, bu hayat senin, bu yolculuk senin ve başrol de sensin, kahraman da sensin. Dervişin yaşadığı gibi bir şey mi istiyorsun. Ne istersen hemen oluversin, sen hiçbir deneyimi yaşama sadece oluversin. En kısa sürede aklına gelecek tek şey intihar etmek olacak, emin olabilirsin. Sen buraya Yaradan'ın farkında olmaya geldin ve tüm tecrübelerin O'nun için. Önce bunu anla, kabul et, teslim ol, deneyiminin devamını getir ki, "yaşıyorum" diyebilesin.

Beyaz halıya vişne suyu döküldüğünde, söylenip dövünme, hiçbir şey değişmeyecek. Hiç de öyle senin detaylandırdığın gibi bir şey yok ortada, cümle çok kısa aslında: "halıya vişne suyu döküldü." istersen önce söylenip, sövüp sayıp, kendini üzer, kırarsın, sonra suyu sabunu eline alırsın. İster hiç söylenmeden suyu sabunu eline alırsın. Ama eninde sonunda suyu sabunu eline alırsın. E, neden şikayet edesin ki, ne kadar saçma bir iştir. "Anda kalmak" diye bahsedip durduğumuz şey, ruhunun başına gelen tecrübeyi kabullenmesi, onu alması ve deneyiminin devam etmesidir işte. Çünkü ruhun her deneyimi sever, her deneyimin onu Rabb'ine yaklaştırdığını bilir.

Şöyle bir şey düşünür müsün: Mel Gibson'dan (hani şu meşhur Brave Heart / William Wallace) oyunculuk dersi alıyorsun. Hiç kimseyi kabul etmedi ama seni kabul etti ve bu herkes tarafından biliniyor. Mel Gibson, tamam dediği anda, oyunculuk derslerimi başarıyla tamamladı dediği anda, sen de en iyi oyunculardan biri olarak ömrünün sonuna kadar mutlu bir hayat yaşayacaksın. Ama usta da seni zorluyor, sürekli diksiyondu, fiziksel egzersizlerdi, okumalardı, şan dersi, dans dersi, aksan dersi, günler çok yorucu geçiyor... Ne kadar şikayet edersin? Aksine seninle her ilgilenişinde teşekkür etmez misin? Her seninle muhatap oluşunda sevinmez misin? Her karşılaşmanızda ne kadar şanslı olduğunu düşünmez misin?

E, ama işte tüm sıkıntı dediğin, şikayet ettiğin tecrübeler de Rabb'in seninle ilgileniyor. Her yeni tecrübe de seninle muhatap oluyor. Sürekli sana tenezzül ediyor. Sen kimi beğenmiyor, kime söyleniyor, kimi reddediyor, kime kızıyor, kimi kabul etmiyorsun?... Farkında mısın? Tamam, bu densizlikleri yapan sen değilsin, üzülme. Hep aynı zat-ı muhterem: nefsin. Şimdi onun sesini kısalım da ruhunu dinleyelim mi biraz? Bak ne diyor:

Benim çok güzel hatalarım var, çünkü sen çok güzelsin, onları düzeltip geliyorum. Çok anlamlı bir hastalığım var, çünkü mananın sahibi sensin, anlayıp geliyorum. Zahmetli bir geçim sıkıntım var, çünkü rahmet sensin, çekip geliyorum. Mis gibi hayal kırıklıklarım var, gönlümün tek sahibi sensin, alıp geliyorum; gül gibi üzüntülerim, kırgınlıklarım var, kalbimin istikameti sensin, akıp geliyorum; sen yarattın diye yaşadım hepsi yalan bir dünya, koca bir ömrüm var, tek gerçek sensin, sana geliyorum...

ELHAMDULİLLAH 

Blogger tarafından desteklenmektedir.