Header Ads

Sahanda Yumurta Nasıl Yapılır / Beden - Zihin - Ruh 02


İnsanlık tarihi boyunca, eğer sıkıntı tahammül edilebilir boyutta ise, insanoğlu var olan durumu koruma eğiliminde olmuştur.

Bunu günlük hayatımızda, özellikle kötü alışkanlıklarımızın bize verdiği zararlar konusunda tecrübe ederiz.

Örneğin; sigaraya her defasında 50 kuruş ile 1 lira arasında bir zam yapılır. Sigara şirketleri de bunu çok iyi bilirler ki, her tarafının zarar olduğunu bal gibi bildiğin sigaraya tek seferde 10 lira zam yapılsa bırakmayı düşünmeye başlayabilirsin. Ama zaten gelecek olan bu zam 50'şer kuruşluk artışlar halinde gerçekleşirse, sen, bu artış her defasında tahammül edilebilir düzeyde olduğu için, biraz söylenir içmeye devam edersin. 

Aynı durum aldığın kilolar için de geçerlidir. Bir günde 10 kilo alsan buna bir dur demeyi düşünebilirsin. Ama bu kilolar günlük 100'er, 150'şer gramlar olarak alındıkça; makarnalar, köfteler, yumuşacık ekmekler ve tatlılar, hep "o kadarcıktan bir şey olmaz" denebilecek masumiyettedir. 

Bu sebepledir ki, senin de daha önce çokça duymuş olabileceğin gibi, uyanışlar genellikle ıstırap ve travma sonrasında gerçekleşir.

Peki buraya kadar anlaştıysak, ne yapalım şimdi? Oturup başımıza bir bela gelmesini mi bekleyelim? :)... Kulağa pek mantıklı gelmiyor değil mi?

Bak, sana bir şey tarif etmek istiyorum, lütfen dikkatlice dinle: Orta boy bir tava bul. Ocağa koy. Ateşi orta seviyede olacak şekilde yak. Bir yemek kaşığı kadar sıvı yağ koy. 30 saniye sonra 3 adet yumurta kır. Tavanın kapağını kapat. 5 dakika sonra kapağı açıp kontrol et. Yumurtaların beyazı pişmiş, sarılar yumuşak kıvama geldiyse ocağın altını kapat. Eğer tam bir beyazlaşma sağlanmadıysa kapağı kapatıp 1 dakika daha bekle.

Evet, :)... Sahanda yumurta tarifi yaptım sana. Çünkü başka bir şey pişirmeyi bilmiyorum :). Ama, mesele şu ki, burada tarif ettiğimi harfiyen uygulayan herkes, daha önce hiç mutfağa girmemiş olsa bile, sonuç olarak orta halli de olsa bir sahanda yumurta ortaya koyabilir. Belki süreleri biraz kaçırdığı için yanmış ya da cıvık bir sonuç ortaya çıkabilir ama netice yenmeyecek kadar kötü olamaz. Daha önce hiçbir deneyimi olmasına gerek yoktur. Tarifi uygularsa başarır.

Burada başarısızlık, ancak "yapamam, ben mutfak işinden anlamam" deyip hiç başlamayarak ya da başladıktan sonra panik yapıp "yarıda bırakarak" gerçekleşebilir. Ama tarifi uygularsa, burası önemli: "UYGULARSA", herkes yapabilir.

Ve evet, tüm kişisel ve ruhsal gelişim uygulamaları da sahanda yumurta yapmak ile aynı şeydir. YAPARSAN olur. İlk denemede mükemmele ulaşmaman çok normal ama tarifi uyguladıysan bir şeyler yapmışsın demektir. Yaptıkça daha da kolay, hızlı ve verimli hale gelecektir. Yeter ki YAP!

Ben finansal özgürlüğüm konusunda ilk önemli adımı ve yabancı üstatların "Aha! Moment" dediği ilk tezahür deneyimimi bundan yaklaşık 6 sene önce yaşamıştım. Jüpiter kadar büyük bir borcum ve Plank Sabiti kadar küçük bir gelirim vardı :). Para kazanmak, daha çok para kazanmak, zengin olmak, daha çok para, para, para!... Ne bulursam okuyor, dinliyor ve izliyordum. Ve evet, ne yazık ki büyük çoğunluğun düştüğü yanılgı gibi ben de zenginliğin para ile ilgili bir şey olduğunu sanıyordum. Zenginlik, para meselesi değil, sadece yerleşmiş bir bolluk ve bereket bilincidir. Para, sadece bu bilincin sonuçlarından biridir. Neyse, bolluk ve bereket ile ilgili ayrı bir çile dolduracağız beraber inşaAllah ama onun için biraz daha zaman var.

Okuduğum neredeyse tüm yayınlar; küçük başlangıçlar, ufak birikimler ve "varlık bilinci"  ile bunu başarabileceğimden bahsedip duruyordu. Ama ben, yine birçoklarının düştüğü yanılgıya düşerek, "Söylemesi kolay, ben aç karnımı doyuramıyorum" gibi bahane ve karşı çıkışlar ile bir arpa boyu ilerleme kaydedemeden 2 sene geçirmiştim. 

Sonra çok büyük bir şey oldu: Zaten çok eskimiş olan pantolonumun cebi delindi. :)... Gülme, bu gerçekten çok ama çok büyük bir olaydı. Bu, aslında her bilgi açık ve seçik gözümün önündeyken, bir türlü uygulama zahmetine girmeyen beni, Biricik Allah'ımın eyleme zorlama şekliydi. Canım Allah'ımın dualarıma cevap verme, bana rağmen beni sevmeye devam ettiğini gösterme biçimiydi.

Ne mi oldu? Cebi delik pantolonumun yerine yeni bir pantolon alacak param olmadığı için bozuk paraları cebime koyamamaya başladım. Önce çantamın küçük gözünde, sonra da çok ses çıkardığı için kızımın evdeki küçük kumbarasında biriktirmeye başladım.

Bu ilk başlarda bir zorunluluk ve isyan sebebi iken bir hafta içinde normalleşti yani alıştım. Böylece her akşam çantamdaki bozuk paraları kumbaraya atmaya devam ederken, yaklaşık bir ay sonra bir şey daha oldu: Fatura geldi :).

Her fatura gelişi kısa süreli de olsa bir kriz dönemi demekti. Çünkü evimi geçindirmeye yetmeyen gelirimde faturalar her zaman birer kara delikti. Yaşam ışığım da dahil her şeyi kendi karanlığına çekiyordu. Bundan sonra, okuduğum ve dinlediğim yayınlarda sürekli "lütuf" diye bahsedilen şeyin ne olduğunu tecrübe etmeye başladım.

Çalışırken müzik dinlemek gibi bir alışkanlığım var. Genelde o dönemde hangi şarkıya taktıysam onu açar, 100 - 200 - 300... bıkana kadar dinlerdim. Ama o gün, nedense :), sadece Youtube'u açıp algoritmanın seçtiği rastgele şarkılar dinlemeye koyuldum. Kısa bir süre sonra aynı şarkı, değişik versiyonlar ile üst üste 3 defa çalınca müdahale etmek zorunda kaldım. Youtube ekranını açtım, üçüncü defa tekrarlayan şarkı karşımdaydı: Disney'den Frozen'a ait bir film müziği: "Let it go! The past is in the past. (Bırak gitsin! Geçmiş geçmişte kaldı.)" Şarkının ismi şöyle bir içimi serinletti ama asıl ışık karşımdaki görselde idi. Şarkının görseli kızımın kumbarasının üzerindeki görselle aynı görseldi. O anda hatırladım kumbarada para olduğunu. Bir miktar para birikmiş olabilirdi ama faturayı karşılayacak kadar olmuş muydu ki? Akşama kadar bunun merakı ile bekledim ve eve gider gitmez ilk yaptığım şey kumbaradaki parayı saymak oldu. :)... Toplam miktarı açıklıyorum: 48 lira 12 kuruş... Sonra aceleyle çantamdan faturayı çıkardım, ödenecek miktar bölümünü okuyorum: 48 lira 12 kuruş... Bir an için her yerin bembeyaz olduğunu hala hatırlayabiliyorum :).

Evet... Konuyu baştan sona kısaca ele alırsak tablo şu şekilde idi: para yoktu, fatura vardı ve fatura ödenmişti ama hiçbir çaba sarf etmeme gerek kalmamıştı. Yabancıları tanımladığı gibi "Aha!" demedim, benim tepkim daha çok, "Oha! Lan bu gerçekten işe yarıyor oğlum!" şeklindeydi :). Söylenenleri kazara ve hatta yarım yamalak yapmış olsam dahi anlatılanlar çalışıyordu.

E, o zaman bu çekim yasası, frekanslar, falan filan yasaları ne varsa hepsi işe yarıyor demekti. "Wouwwww.... Yırttık oğlum :)... " dedim kendi kendime. O zamanlar, kendime bir şeyler diyebilen kendimin kim olduğu konusunda henüz netleşmiş bir fikrim ve deneyimim yoktu :). 

Şu ana kadar sadece "biliyor" olduklarımı "yapıyor" olmak ve bunun çalıştığını görmek, bunu deneyimlemiş olmak üst üste ışıklar patlatmaya başlamıştı zihnimde. Kumbara ve fatura gibi küçücük bir meselede işe yarıyorsa demek ki diğerlerinde de işe yarayabilirdi. Sonuçta toplama işlemi toplama işlemidir. 1 ve 2'yi toplamak ile 1 milyon ile 2 milyonu toplamak arasında fonksiyon olarak bir fark yoktu. Bu tespitim hem doğru hem de yanlıştı, bunu da sonra öğrenecektim.

Bu aydınlanmanın ardından bu kez tüm okuduklarımı baştan okumaya başladım. Ama bu kez uygulamaların her birini yapmak konusunda oldukça hevesliydim. Ve uyguladıkça gerçekten çalıştıklarını deneyimleyebiliyordum. Ama etkiler hep küçük birimler halindeydi. Bunu ileride ayrıca konuşacağız merak etme. 

Uyguladıkça fark ettiğim başka bir şey oldu. Daha öncesinde dinlediğim bilgelerin anlattıklarını bir çoğunu anlayamadığım, "Ne diyon babam sen? Kalp beyin tutarlılığı ne demek? Serbest bırakmak da ne oluyor? Anda kalmak da ne?" diye ebleh ebleh bakakaldığım şeylerin uygulayınca, yapınca ne kadar da kendilerini açık etmeye başladığını gördüm. 

Bunların hepsi gerçekti madem, o zaman şu frekanslar konusuna eğilmenin zamanı gelmişti. Neredeyse 90 gün hiç bozmadığım bir sistem içine girdim. Sıfır hayvansal gıda, ekmek, şeker, soğan, sarımsak, sigara yok, sabah ve akşam meditasyonları, konuştuğum her kelimeye dikkat ettiğim bir söylem tarzı, yalan, yargılama ve ufacık bir şikayet yok, haberler, dedikodu ve hatta çoğu zaman gün içerisinde hiç konuşma yok, işe gidiş ve gelişlerimdeki yürüme mesafelerinde tekrarlayarak ve içselleştirerek devam ettiğim olumlama dinletileri derken, pırıl pırıl olmuştum :). Şimdi deneme zamanıydı. İş yerime yürürken izlediğim güzergahı uzattım, dolambaçlı yollardan ilerleyerek geçmem gereken 18 ayrı trafik ışığı bulunan kavşaktan geçecektim. Eğer bu frekanslar mevzusu da çalışıyorsa önüme hiç engel çıkmamalıydı. 

Ve... mucizevi bir şekilde gerçekleşti. Her bir trafik ışığı bulunan kaldırımın ucuna geldiğimde yeşil ışığın yandığını görüyordum. Işık olmayan sokaklarda araçlar yol veriyor, tanımadığım insanlar selamlıyor, teyzeler amcalar kırk yıldır tanıyorlarmış gibi bana gülümsüyorlardı. Dedim ya pırıl pırıl, ışıl ışıldım. Böyle bir hafta geçtikten sonra seviyeyi bir üste çıkardım. Bir sonraki hafta aynı yolu takip ederken artık ışıklara hiç bakmadan ilerledim. Ve evet, hiç bir engel ile karşılaşmadım. Ama bu mucizecilik oyunu nefsimi kudurttu ve meselenin sadece bilinmeyen bir matematiksel unsurlar dizisi olduğunu düşünmeye başladım.

Evet, mükemmel çalışan bir sistem vardı ve bu sistemin kurallarına göre hareket edersem buna müdahale edebilecek hiçbir güç yoktu. Bu da devam ettikçe, deneyim ve becerilimde ustalaştıkça beni süper bir şey yapacaktı. Tüm hayatımın ve her şeyin hakimi olabilirdim. 14'ncü gün bir uyarı aldım. En çok sevdiğim dört yol ağzına gelmiştim. Çünkü burada 4 ayrı trafik ışığı vardı ve benim için yeşilin yanma olasılığı en düşük burada idi ama her seferinde yanıyordu. Yine yanmıştı zaten. Ben de hiç durmadan yolun karşısına yürümeye başladım. Ama birdenbire ortalık karıştı. Dört trafik ışığına birden yeşil yanmıştı ve iki araç arasında kalmaktan son anda kurtuldum. Bu külli irade, kun fe yekun kaidesi ve sunnetullah'ı anlamam için yeterli olmalıydı belki ama o şımarıklıkla bunu anlamadım. Anlamam için olması gerekenler ve en büyük korkum sonrasında başıma gelecekti. O da ben de kalsın...

Neyse, neden sana sürekli YAP! YAP! YAP! deyip durduğum konusunda umarım biraz daha ikna edici olabilmişimdir. YAP can dostum, yapınca olacak yol arkadaşım. YAP!

Ha, bundan sonra hiç kötü bir şey olmadı mı? Sonsuza kadar mutlu mu yaşadı Pamuk Prenses? :)... Tabii ki öyle bir şey olmadı, olmaz da zaten. Hiç kimse için olmaz. Bunu da Hermetik Felsefe'nin Sarkaç Yasası ile karşılaştığımda anlayacaktım. O konuyu da konuşuruz merak etme. İşlerin eskisinden de kötüye gittiği anlar da oldu ama artık çözümler konusunda her geçen gün o kadar daha  becerikliydim ki durdurulamaz olmaya başlamıştım diyebilirim.

Böyle böyle, tüm uygulamalara özen göstererek geçirdiğim yaklaşık 4 senenin ardından bir şey daha oldu. Daha doğrusu olmuş, ben olduktan sonra fark ettim. Ben olmuşum :)... Bu bir büyüklenme değil, sakın beni yanlış anlama. Yani artık uygulamalar konusunda çaba sarf etmeye ya da odaklanma zahmetine girmeme gerek kalmıyordu. İstediğim bir şeye dikkatimi vermek, enerjimi yoğunlaştırmak konusunda çok net bir alışkanlık geliştirmiştim. Pozitif düşünmenin yanı sıra "negatif düşünmemek" konusunda da herhangi bir çaba sarf etmeme gerek kalmıyordu. Kendimi eskisine göre çok daha geniş ve seyrelmiş gibi, daha hafif ve yüksekte hissediyordum. Eskiden korkudan dizlerimin bağını çözen bütün maddesel unsurlardan çok daha büyük gibiydim. 

Ve sanki hep böyleymişim gibi hissediyordum. Eskiden de böyleydim de şimdi tekrar hatırlıyor gibiydim. Tüm hayatıma, sorunlara ve sürece kuş bakışı bakabiliyor gibiydim ki kutlu bir düşüşle düştüm :). Evet, kondum demiyorum, düştüm :)... Bu düşme ile öğrendiklerimin her birinin tamamlanmış halini, küçük eksik parçalarını, parazit yapan noktalarını, ufak tefek deliklerini nasıl yamayacağımı da tasavvuf ile gösterdi Yaradan. Şimdi seninle beraber uçalım istiyorum.

Benden çok bahsettik, ama inanmadığım ya da yaşamadığım bir şeyi anlatmadığıma ikna olmanı istedim. Bundan sonraki her bölümde tek bir başrol olacak söz: SEN... 

Blogger tarafından desteklenmektedir.