Tezahür, Namı Değer Manifestation / Beden - Zihin - Ruh 04
Düşüncelerimizin hayatımızı şekillendireceği konusunda tam bir inanca sahip olamamamızın en büyük nedeni soyut ile somut arasındaki ilişkiyi aklımızda doğru bir yere oturtamıyor oluşumuzdur.
Düşüncenin ne olduğu konusunda kendimize verebildiğimiz en tatmin edici cevap: enerji. Düşünceler enerji olabilir, tamam, ama gerçek dediğimiz şeyler somut nesnelerden, maddelerden oluşuyor. Soyut olan somut olanı nasıl etkiliyor sorusuna "somut" bir cevap veremiyoruz :).
Bu konuda içini rahatlatacak bir şey söylemek istiyorum: "Aslında somut bir şey yok." Atom altına doğru ilerlediğimizde görüyoruz ki aslında tüm yapı enerjinin karar kılmış halinden başka bir şey değil. Ve kurallar bizim maddeyi algıladığımız boyuttaki gibi işlemiyor. "Kuark"lara kadar inmemize gerek kalmasa bile, sadece proton, nötron ve elektron bazında incelersek bile, atomun sadece 10 milyonda 1'i bizim madde dediğimiz fiziksel unsurdan oluşuyor ki bu da geri kalan 10 milyonda 9 milyon dokuz yüz doksan dokuz bin dokuz yüz doksan dokuzunun boşluk olduğu anlamına geliyor. Daha derin seviyelere indiğimizde aslında kalan küçük oranın da fiziksel olmadığını görebiliyoruz. Bu da şu demek, eğer ben atomun çekirdeğindeki proton olsam, net olarak emin değilim ama muhtemelen, elektron Almanya üzerinde hareket ediyor demektir. Arası boşluk, hiç... Yani ortada bir şey var ama o var olan şey aslında hiçbir şey. Karışık di' mi?
Daha şaşırtıcı ve karışık olan nokta ise elektronun nerede olduğu konusu. Ben buradayken elektron Almanya'da ise ve hidrojen atomu olduğumu düşünürsek, bu 1 adet elektron kendi boyutlarına göre bu kadar uzak bir mesafede o kadar küçük bir kütlede hareket ediyorsa, o zaman atom çepeçevre açıkta mıdır? Yani elektron dönüşü esnasında Almanya'yı geçti, dairesel olarak hareket ettiğini düşünürsek dönmeye devam ederken Ukrayna üzerine geldiğinde, Almanya tarafı boş mu kaldı? E, o zaman bu atomlar arapsaçı gibi birbirine dolanmaz mı? Birbirlerinin içinde göçer, kayar, çarpışmaz mı? Böyle olmuyor tabii ki, aksi takdirde madde var olamazdı değil mi?
Atomlar tabiri caizse plastik toplar gibi hareket ediyorlar. Ortasında bir çekirdek olan plastik toplar. Plastik topun dış yüzeyini düşün, içi hava dolu ama toplar küre biçimleri ile birbirilerine çarpıp, içlerindeki boşluklar birbirlerine karışmıyor. E, ama bir elektron varken nasıl oluyor da tüm bir küresel yüzey ve hacim kendini muhafaza edebiliyor. Bir tanecik elektron varken... İşte bugüne kadar gezegenler gibi hareket ettiğini sandığımız o bir tanecik elektron aslında o topun dış yüzeyinin her yerinde hem de aynı anda. Yani aslında bir enerji dalgası gibi hareket ediyor ve enerji olarak o kürenin dış yüzeyinin aynı anda her yerinde. O zaman parçacık değil mi diye sorarsan, hayır aynı zamanda parçacık da. E, o zaman nerede diye sorarsan, sen nereye bakarsan orada... Sen ölçümlemek ya da görmek istersen yani bakarsan baktığın yerde bir elektron buluyorsun ama bakmıyorsan her yerde.
Şimdi, çok karışık gelebilir, ki öyle de zaten, çünkü bunu henüz gündelik hayatın fiziksel kurallarına göre algılayamıyoruz. Algılayamamamız da normal çünkü derinlerdeki kurallar buradaki kurallardan farklı. Ama bu anlattıklarımın bilimsel olarak kanıtlanmış gerçeklikler olduğunu bilmen yeterli şimdilik. Gerisini zamanla öğreneceğiz inşaAllah. Daha önce sana bahsettiğimi hatırlıyorum, Kuantum Fizik, Mekanik ve Düşünce söz konusu olduğunda bilebileceğimiz tek şey henüz hiçbir şey bilmediğimiz. O yüzden bu kısmı daha detaylandırmadan az önce söylediğim bir cümleye dikkatini vermeni istiyorum: Elektron "sen bakarsan" orada. Bundan sonra baş aktörün "SEN" olduğunu söylemiştim hatırlıyorsan, başrolde "SEN" varsın.
Elektron sanki bir sis, bir bulut kümesi gibiyken sen ona "dikkat" edersen kendini gösteriveriyor. Dikkat kelimesine özellikle vurgu yaptım. Buradan hareketle açılabilir bence kafalar :). Hayat boyunca da sonsuz olasılıklar, sonsuz enerjiler çevremizde ve her yerde. Ama sen dikkatini verirsen kendini gösteriverecek, görünür olacak. Zahir görünür demek. Tezahür görünür hale gelmek demek. Hani şu meşhur "manifestation"... Şimdi düşüncelerimizin hayatımıza nasıl etki ettiği, odaklanmış dikkat ve enerjinin nasıl çalıştığı konusunun biraz daha aydınlanmış olduğunu ümit ediyorum.
Şimdi hazır bir aydınlanma gerçekleşmişken hemen devam edeyim. Elektron bir enerji bulutuyken dikkat edildiğinde parçacık oluveriyor ama elektron enerjidir ya da maddedir diyemiyoruz. Aynı anda her ikisidir. Dolayısı ile hem vardır hem yoktur. Sen de düşündüklerin ile fiziksel realitendeki tezahürleri etkilediğine göre o zaman düşünce ayrıdır madde ayrıdır diyebilir miyiz? Hayır. Dolayısı ile aslında hiçbir şey yoktur, sadece potansiyel yani olasılıklar olarak mevcuttur ve sen bilincinle, dikkatinle var edersin. Yani dünya, hayat, yaşam adına var dediğin her şey bilinçlerimizin eseridir. Bu eğer seni biraz böbürlendirdiyse, orada biraz dur ve atoma baktığın uzaklık ve ölçekten kendine bakmayı dene. Sistemler, yıldızlar, galaksiler, evren ve belki de içiçe evrenler... Bak biz ne kadar küçük kaldık :). Bu kadar büyük ve sonsuz bir tezahür hangi bilincin dikkati ve eseri o zaman. Cevap her bilincin özündeki iki hece: ALLAH...
Şimdi, nasıl oluyor da hem şu anda var olup aslında bir hiçiz anladın mı? Bu beden kılıfında yaşadığımız her şey gerçek ama aslında nasıl da bir rüyadayız anladın mı? Şimdi... Allah varsa her şey TAMAM (BÜTÜN) ne demek, anladın mı?
Bu noktada yaratıcının sureti olmak konusu da kendini biraz daha açabiliyor. Çokça yanlış anlaşılan suret kelimesi, görünüş olarak çevrildiğinde bir şirk unsuru olabiliyor. Suret aslının aynısı, dengi ya da eşiti olmak demek değil. Kısmen, kabiliyet ya da geçerlilik bağlamında bir kopyası olmak demek. Bize üflenen ruh Allah'ın kendi ruhundan bir parça ve yaratılışımızdaki esmalar dediğimiz kabiliyet ve sıfatlarımız ile kendinin halifesi ve muhatabı olarak birer suretiz biz. Ama hep uyardığım şekilde, spiritüelizmin çıkış noktalarından biri olarak, asla ve asla her birimiz de birer tanrıyız gibi bir sonuç yok ortada. Buraya dikkat ederek ve özen göstererek, eşref-ül mahlukat (yaratılmışların en seçkini) olmanın sevindirici yönü şudur ki, sonsuzu kaça bölersen böl sonsuz eder. Dolayısı ile O'nun yanında cüz-i de olsa başka hiçbir canlı türünün ulaşamayacağı tezahür yeteneği bizde de mevcut.
Yine bu noktadan hareketle:
- Allah nasip etmeyeceğini hayal ettirmez
- Allah nasip etmeyeceğinin duasını ettirmez
- Allah vermeyi istemeseydi, istemeyi vermezdi
ibareleri de açıklığa kavuşabilmektedir. Yani sen eğer bir konuda bir tezahürü hayal edebiliyorsan aslında sonsuz olasılıklar içinde o yaratılmıştır ve şu anda potansiyel olarak vardır çoktan. Ama onun tezahür ederek fiziksel gerçekliğine dönüşmesi yine senin seçimlerin, odaklanman, dikkatin ve enerjin ile olacaktır. Gördüğün gibi yine başrolde "SEN" varsın. Bu konuda biraz daha derin düşünürsen, kader konusu da levh-i mahfuz da daha anlaşılır bir hale gelecektir.
Ve ayrıca sorulması gereken en önemli sorulardan biri şudur: Var olmasını istediğimiz bir şey için dikkatini vermek, niyetini belirtmek "dua" değildir de nedir?
Ama olaya bir de zaman boyutundan bakarsak, olmasını istediğin bir şeyi hayal ettiğinde onun potansiyel olarak çoktan var olduğunu anladıysak eğer, o zaman gelecek dediğimiz şeyin de çoktan var olduğunu da anlamış olmamız lazım. Ve bir adım daha ileri gidersek, şimdi dediğimiz şu an da daha önceki bir zamanın geleceği olduğuna göre, demek ki aslında bizim zaman diye algıladığımız şey de Allah'ın ilmi katında "an"da birdir. Yani geçmiş de, şimdi de, gelecek de aynı andadır. O zaman dua ederek geleceği etkileyebiliyorsak aynı kuantum potansiyeli dahilinde geçmiş de var olduğuna göre geçmişi de etkileyebiliriz. Bu da "dua ile kader bile değişir" ifadesinin hem gelecek hem de geçmiş bağlamında bir izahıdır.
Kafanı çok karıştırmış olabilirim ama zamanla oturacaktır için rahat olsun. Dediğim gibi en iyi bildiğimiz şey hiçbir şey bilmediğimiz, en azından şimdilik... :)...
Yine bu bağlamda bakmaya devam edecek olursak, şu anda şikayetçi olduğumuz, istemediklerimiz ve hatalarımız da bizim bilincimizin tezahürleridir. Ama bu kötü bir haber değil, çünkü olanların da bundan sonra olacakların da her biri yine bilincimizin eseri olarak hayra dönüşebilir.
Tam da bu sebeple, konuşmamız boyunca, senin de merak ettiğini düşündüğüm;
- Neden kötü alışkanlıklarımızı bırakamıyoruz?
- Memnun olmasak da bizi rahatsız ve mutsuz eden bir davranışta neden ısrar ediyoruz?
- Zararlı olduğunu bildiğimiz bir şey yapmak konusunda kendimize neden engel olamıyoruz?
gibi konulara da değinmek istiyorum.
Bu konularda konuşurken bazen sıkıcı olabilirim. Çünkü ikimiz de biliyoruz ki, yılların alışkanlığı ile beden zihnine dönüşmüş tüm bu alışkanlıklar ben özlü bir kaç söz söyledim diye ortadan kalkmaz. Bu yüzden bazen aynı şeyleri tekrarlıyormuşum gibi gelebilir. Bu hususta sabrını rica ediyorum.
Başrolün "SEN" olduğu konusu da sürekli tekrar edeceğim şeylerden biri. Başrolün "SEN" olduğunu söylediğimde seni övüyorum evet, bundan da çok memnunum ama bu iki açıdan seni sorumlu kılıyor: Seçimler ve irade.
Yine daha önce çok defa duyduğunu düşündüğüm bir tekrar cümlesi olsun: "Sen seçimlerinin toplamısın." Bu da tüm sorunluluğun sende olması demek. Aynı şekilde bundan sonraki seçimlerin kontrol altına alınması iradesi de yine sendedir. Ve tüm bu seçimler ve iradenin sonucunda artık dış etkenler ve başka bireyler tarafından değil tamamen içeriden kontrol edilen, kendini, seçimlerini, duygu ve düşüncelerini ve dolayısıyla tüm hayatının tezahürünü özünün tim kabiliyetlerini ve değerini hatırlamış olarak içinden yönetebilen yeni bir sen, yeni bir ben olsun istiyorum bu yolculuğun sonunda.
Bunu neden mi istiyorum: Çünkü öleceğiz. Evet, en başından beri kesin olarak bildiğimiz tek şey bu. Doğduğumuz anda bizim için kesin olan tek şey ile birlikte geldik: ölüm. Diğer yaşadıklarımızın ne olacağı hakkında kimsenin kesin bir bilgisi yoktu ama herkesin bildiği bir şey vardı, eğer doğduysak bir gün ölecektik. Bu hepimiz için hala geçerli. Bizi terk etmeyeceği kesin olan en yakın arkadaşımız ölümün kendisi. Ama bunu da hep yanlış anladık bir karamsarlık sebebi haline dönüştürdük. Ölümün var olduğunu bilmek her şeyin anlamsız ya da gereksiz olduğunu değil, bir şeyler için belli bir vaktimiz olduğunu gösterir. Ölmemişsek hala yaşıyoruz demektir :). Ölümden sonra da yaşamaya devam edeceğiz, o zaman karamsarlık yaparak vakit kaybetmeyelim, yaşanacak bir hayat, hazırlanılacak bir sonsuzluk var.
Beni az çok tanıyorsun, önünde sonunda lafı Alemlerin Rabbi'ne getirir, Allah demeden konuyu bağlamam :). Bunun sebebi şu: Bilim ve bilimsellik bizi Allah'a en çok yaklaştıran şeylerden biridir. Her neden sorusunun en derini de, her nasıl sorusunun en yüksek noktası da Allah demekten başka çare bırakmıyor. Sen de yol boyunca benimle söyle istiyorum, her bilincin özündeki, gönlündeki iki hece: ALLAH...
İşte bir bilimsel veri daha: Dünya üzerinde şimdiye kadar 110 milyardan fazla insan yaşadığı tahmin ediliyor. Bu çok büyük bir sayı ama bu kadar insandan kaç tanesi kendini gerçekleştirebildi? Ne güzel yaşadım be! diyebildi? Hem insanlık tarihine hem de günümüze baktığımızda bu oranın çok düşük olduğunu da tahmin edebiliriz değil mi? İşte biz de onlardan biri olmayalım istiyorum. Beden, zihin ve ruh bağlamında çok üstün donanımlara sahibiz ve ruhumuza dokunmayı başarabildiğimiz ölçüde memlekete güzel bir hazırlık yapabiliriz.
Yiyelim, içelim, seks yapalım. Yediğimizi sıçarız, içtiğimizi işeriz, bir de çocuk kondurduk mu, tamam mı? Sadece bu kadar olabilir miyiz? Geriye kalan sadece kader mi? Kaderin seçimlerimiz ile olan ilgisinden az önce bahsettik. Kader, kader deyip dizlerini döven bir aciz olmaktan Allah hepimizi korusun. Ama bu konuda da yanlış anlaşılmaktan korkuyorum aslında. Zira kaderin sadece ve sadece bizim elimizde olduğuna dair "küçük tanrı"cı bir yaklaşıma girmeni de istemiyorum. Tüm fiillerin yaratıcısı Allah'tır. Adaleti ile bizim zannımıza göre bir yaratım söz konusudur ama bizim istemediğimiz bir şeyi yapamaz da değildir. Ya da sadece yapmamızı beklemeden, niyetimiz, güzel ve pozitif düşüncemiz ve dualarımız ile tabii ki Allah en güzel vekildir.
Evet, başarılı bir hayat yaşayabilmek ve bunun yolunu bulmak adına bir yolculuk olsun istiyorum bu. Ama başarı hakkında daha önce konuştuk seninle hatırlıyorsan. Başarı dediğimde sadece ev, araba, yat ve kat demediğimi biliyorsun. Hatta, bayıldığım bir başarı tanımı var, bugünkü konuşmamızı onunla bitirmeme izin ver lütfen:
BAŞARI: Çok ve sık gülebilmek; çocukların sevgisini ve akıllı insanların saygısını kazanmak; içtenlikli eleştirilerin kıymetini anlamak ve kötü arkadaşların yoldan çıkarma girişimlerine dayanabilmek; güzeli anlamak; başkalarında en iyiyi bulmak; sağlıklı bir çocukla, güzel bir bahçe ya da saygın bir sosyal durumla biraz daha iyi bir dünya bırakabilmek; hatta bir tek kişi bile olsa, birilerinin siz yaşadığınız için daha rahat nefes aldığını öğrenmektir.