Tanışalım: Ben, Hiç Ölemeyenim ::: 01 - Nezaket, Zarafet, Mahremiyet, Deniz Kızları ve Ejderha
Şu anda bir balıkçıyım. İşimi çok iyi yaptığım ve güzel öyküler anlattığım için yaşadığım kasabada herkes tarafından seviliyorum. En çok da Lumar Halkı ile konuşabildiğim için hürmet gösteriyorlar bana.
Lumar Halkı, senin evrenindeki deniz kızları ile çok benzer bir halk. Gerçi senin evreninde deniz kızlarına inan kimse kalmadı ama bir yerlerde mutlaka okumuşsundur diye düşünüyorum. Neyse…
Sanırım biraz kafanı karıştırmış olabilirim. Merak etme dünyadayım ama senin evrenindeki dünyada değil. Ve evet, senin de her evrende bir karşılığın var. Sonsuz tane sen varsın ama nedense benden bir tane var. O yüzden bir evrende öldüğümde başka bir evrende yeniden var oluyorum. Ve bu hiç bitmiyor, bitmeyecek.
Sanırım…
Uzun yıllar birçok evrende var olduğum için dil öğrenme kabiliyetim çok ileri seviyede. Bu sebeple kimse Lumar Halkı ile konuşamazken ben onların dilini öğrenmeyi başardım. Buna kara halkı kadar Lumar Halkı da çok şaşırdı. Kelimelerini onlar kadar ıslak çıkaramadığım için komik ve sevimli buluyorlar ayrıca.
Kısaca gezegenden bahsetmek gerekirse; neredeyse simetrik iki kara parçası arasındaki denizden ibaret. Ben bütün kara parçasındaki halktanım. Diğer kara parçası ise 111 adet dairesel şekilde birbiri etrafında dönen ince uzun adacıklardan oluşuyor. Ve aramızda kocaman bir okyanus var. Adeta dairesel bir nehir gibi ama çok geniş bir nehir. Adalarda çekik gözlüler yaşıyor, yaşam tarzları ve görüşleri bizden biraz farklı. Üçüncü olarak da okyanusun dibinde yaşayan Lumar Halkı var.
Bu arada adım, Amaruş. Senin dünyana göre biraz uzun boylu, kocaman elleri ve ayak bileklerine kadar saçları olan güçlü bir adamım. Bizde erkekler saçlarını kestirmiyor ve kadınlar da dahil herkesin elleri büyük. Pek bana has özellikler değil yani. İki kızım var, Narpe ve Ridom. Narpe sonbahar, Ridom ise güz demek. İkisi de aynı mevsimde birer yıl arayla doğdukları için eş anlamlı isim koymayı tercih ettik. Evet, güzeller güzeli eşim ile birlikte böyle muzip bir karar aldık. Güzel eşim, Buluba… Onun isminin anlamı ise gök mavisi. Kara Halkı’nda çok ender görülen bir biçimde açık mavi saçları var. Ve gerçekten ona çok yakışıyor.
Ana karaya Tuska deniyor. Tuska’nın kıyısında yerleşik halkın büyük çoğunluğu balıkçılık ile geçiniyor. Merkez ile kıyı arasındaki verimli topraklarda çiftçiler, adanın ortasındaki volkan çevresinde yer alan kayalık bölümde ise madenci ve tüccarlar yaşıyor. Volkan dediğime bakma, çok uzun zamandır aktif sayılmıyor. Zaman zaman küçük depremler ile sesini yükseltse de halka zararı dokunacak bir şiddeti yok.
Senin de anladığını düşündüğüm şekilde, kültürel ya da entelektüel olarak pek ileri durumda sayılmayız. Kağıt, kalem ve kitap konusunda henüz bir aydınlanma yok. Fakat sanat, ilkel malzeme ve yöntemler ile de olsa çok ama çok ileride. Neredeyse hayatın tüm alanında ve günlük yaşamın içinde… Estetik kaygısı güdülmeyen ya da artistik bir dokunuş yapılmamış tek bir taş bile yok diyebilirim. Şiirler ve şarkılar ise adeta konuşmanın vazgeçilmez parçalarından. Ama biliyor musun; aslında evrenlerin birçoğunda yazı ile iletişim yok. Ben çocuklar ve gençler için bir alfabe geliştirmeyi düşünüyorum ama henüz emin değilim.
Halk, yetişkin olana kadar beni ulu bir mertebede anmak için çok istekliydi. Bu görüşü kırmak oldukça uzun vaktimi aldı. Bir de alfabe üretip yazıyı ortaya çıkarırsam tekrar aynı şey olur diye korkuyorum. Aslında bunun için onları suçlayamam. Doğduğum anda eski bilinç birikimimi de beraberimde getirdiğim için, pek çocuk gibi davranamadım doğrusu. Bu aceleciliği bazen yapıyorum ne yazık ki. Halkın ilkel ve doğal bir yaşantısı olduğunu fark ettiğim ikinci gün bunun bir zararı olmayacağını daha doğrusu çok göze batmayacağını düşündüm. İleri teknoloji evrenlerde “nasıl” sorusu derinlemesine araştırılabilirken, böylesine ilkel bir toplum içinde sadece biraz şaşırırlar diye umuyordum. Ama doğduğunun üçüncü günü yürümeye başlayan bir insan yavrusu her evrende dikkatleri üzerine çekiyor sanırım. Hazır herkes şaşırmışken bir ay sonra da akıcı bir şekilde konuşmaya başladım. En azından o konuda biraz sabırlı davransaydım işler karışmazdı, sanırım.
Sonrasında olanlar oldu haliyle. Önce hastalar ve yaşlılar, sonrasında binbir sorunu olan herkes, Tuska’nın dört bir yanından evimize akın etmeye başladı. Her gelen yanında bir hediye ile gelirken, aslında yanında götürecekleri bir şeyler bekliyorlardı. Şifa, zenginlik ya da bir mucizeye tanıklık etmek belki de. Bunun önüne geçemeyen ailemin çok sıkıntı çektiğini gördüğümde pişman olduğumu dün gibi hatırlıyorum. Bu curcunaya engel olamayan babam son çare olarak beni Adalar Halkı’na götürmek konusunda annemle tartışırken aklıma bir çözüm geldi: uyumak. Herkes ümidi kesip işine gücüne dönmeye karar verene kadar tam 18 gün aralıksız uyuyor numarası yaptım. E, boşuna dememişler, şöhret sefalettir diye. 18 gün sadece karnımı doyurdum ve hemen tekrar uykuya dalıyor numarası yaptım. Yürüyebiliyor olmama rağmen tuvaletimi bile hep altıma yaptım. Bir zaman sonra kimse bok ve sidik kokan bir peygamber istemediğine karar verdiğinde kalabalık azalmaya başladı. İlk yaşımı doldurana kadar konuşmamaya da özen gösterdim ve bu olay gizemli bir anomali olarak anıldı sadece.
Aslında konuşmak ve tüm halkı uyarmak istediğim bir konu vardı: rüyalarımdaki canavar. Adanın ortasındaki volkanın kraterinde yaşayan ve rüyalarımda bir şekilde iletişim kurabildiğim, senin evrenindeki ejderhalara benzeyen bir canlı olan Şuskan. Gerçi senin evreninde artık ejderhalara da inanılmıyor ama, neyse…
Şuskanlar aynı ejderhalar gibi uçabiliyor, ama kanatları yok. Ateş de püskürtmüyorlar ama çok daha yakıcılar. Süptil bir bedene sahipler ve enerji bedenleri bizzat yakıcı bir unsur. Bunun yanı sıra konuşabiliyorlar. O da benimle yedi yaşıma kadar sürekli konuştu, hem de her gece ve sadece tek bir cümle: “Seni biliyorum.” Fakat bu yaşıma kadar hala kendini göstermedi.
Bu arada ben 402 yaşındayım. Ve bir ayrıntı daha; eğer başına bir şey gelmezse burada herkes 656 yaşında ölüyor, sabit. Bu tüm evrenler içinde çok nadir rastlanan bir durum ama kendine has bir konforu da yok değil. Hastalıklarımız yok denecek kadar az. Erken ölümler çoğunlukla boğulma, yüksek bir yerden düşme veya ağır yaralanmalarda gerçekleşiyor. Ve yine bir ayrıntı daha; yaşlılığımız sadece bir yıl sürüyor. 12 yaşından 655 yaşına kadar sağlıklı bir yetişkin olarak devam eden hayatımız, 656’ncı yıl metabolizmamızın aniden çöküşü ile son buluyor.
Tuska’da yaşayanlardan bu kadar bahsettikten sonra Ada Halk’ı hakkında bir şeyler merak ediyor olabilirsin. Daha önce de söylediğim gibi, hepsi çekik gözlü. Senin evrenindeki gibi ağır ve materyal ağırlıklı olmasa da kendilerine özgü ve enerjiyi kontrol edebilme temelinde geliştirdikleri teknolojilere sahipler. Tuska Halkı ile asla görüşmüyorlar. Yanlışlıkla dahi olsa onlara yaklaşmamıza izin vermiyorlar. Ama düşman oldukları da söylenemez. Şimdiye kadar merakına yenik düşen hiçbir Tuska’lıya zarar vermediler. Yine de kim adalara yaklaşmak istediyse, bir şekilde kendini adanın ortasındaki demir madenlerinin orada buluverdi. Bir çeşit madde transferi teknolojisi olduğunu tahmin ettiğim bir yöntemle herkesi uzaklaştırıyorlar.
Bize göre çok daha spesifik kuralları olan bir toplumsal düzenleri olduğunu biliyorum. Meslekler, istisnai durumlar dışında, babadan oğula geçiyor. Saçları her zaman kısa ve sadece halkın ileri gelenlerinin saçlarını tamamen kazımasına izin veriliyor. Bu bir çeşit soyluluk göstergesi. Her neslin on ikinci kuşağında doğan çocuklar ister ve üstün başarı gösterebilir ise aile mesleğini değiştirme şansını elde edebiliyor. Eğer başaramazsa aile bir on iki nesil boyunca aynı mesleği yapmaya devam etmek zorunda kalıyor. Bu yüzden herkes yaptığı işte kusursuzluk derecesinde usta ve mahir.
Bunun tek istisnası “Flarbo” dedikleri ve soyluların karar verdiği seçmeler. Eğer teknolojinin gelişmesi ile yeni bir meslek grubu oluşması veya tam tersi olarak bir meslek grubunun sistemden iptal edilmesi gerekirse soyluların onayına bağlı bir dizi test aşamasından geçen aile bireyleri başka mesleklere kaydırılabiliyor. Böylece her kim hangi mesleğe geçti ise yeni mesleği icra eden ailenin bir üyesi oluyor. Eski ailesinde kaçıncı nesil ise yeni ailesinde de aynı sıralamadan devam ediyor. Bunu evlatlık alınıyormuş gibi düşünme sakın. Unutma, hepimiz 12 ile 655 yaş arasında birer yetişkiniz. Dolayısı ile bu yaşlar arasında herkes birbiri ile aynı yaşta gibi zaten.
Gelelim ben hiç kimsenin gidemediği ve görmediği Ada Halkı hakkında nasıl oluyor da bu kadar çok şey biliyorum sorusuna. Bunun aramızda kalacağını düşünerek itiraf ediyorum: Lumar Halkı’ndaki çocuklarımdan öğreniyorum. Evet, okyanusun dibinde yaşayan bir eşim ve sayısını tam olarak bilemesem de yüzlerce olduğundan haberdar olduğum çocuklarım ile bir ailem daha var. Ve tahmin edebileceğin üzere Buluba’nın bundan haberi yok. Olmasını da hiç istemiyorum. Yasak ilişki, tecavüz ya da ikinci evlilik yapmayı bırak, böyle bir düşüncenin konuşulması dahi Tuska’lıların birini aforoz etmesi için yeterli. Hayatımın son çeyreğini madenlerde geçirmek istemediğimden bunu gizli tutmak için elimden geleni yapıyorum. Böyle bir şeyi neden yaptığım daha doğrusu yapmak zorunda kaldığım konusunu daha sonra anlatırım.
Sanırım…
Nezaket, zarafet ve mahremiyet Tuska Halkı için en önemli şey. Annelerin de birinci görevi, özellikle kız çocuklarını bu öğretiler ile en iyi şekilde yetiştirmek. Dediğim gibi yazılı hiçbir eser yok henüz ama bu kurallar öylesine kabul görmüş durumda ki, adeta kutsal kitap ve dini şartlar hükmünde. Bu hassasiyete sahip olmayanların halkın arasında yaşamasına asla izin verilmiyor. Eğer bu kurallara karşı isen, karşılaşacağın cezanın adı: Güneşsiz Adam. Madenlere çalışmaya gönderiliyorsun ve ömrünün sonuna kadar sadece karın tokluğuna ve bir daha hiç güneşi görmeden yaşamaya mahkum ediliyorsun. Sevginin ışığını yaymayı reddedenlerin güneşin ışığını hak etmediğini düşünüyorlar. Bu kuralların sorumluluğu 12 yaşından itibaren her birey için geçerli, ta ki 600 yaşını doldurana kadar.
Yaşın 601 olduğunda Köşk’e gidebiliyorsun. Zorunlu değil ama henüz gitmeyeni görmedim. Orada her şey ama her şey serbest. Ama ne olduğunu bilen yok. Çünkü Köşk ve çok ama çok büyük olan bahçesi (neredeyse Tuska’nın onda biri kadar) sadece 601 yaş ve üstü için açık. Oraya girenler ise sadece öldüklerinde ailelerine teslim ediliyor. Girenin çıkamadığı son bir dönem. İçerinin, girenin zaten çıkmak istemeyeceği kadar güzel ve zevk dolu olduğuna dair efsaneler hep anlatılıyor ama dediğim gibi, gerçeği bilen hiç kimse yok. Köşk ve sakinlerinin tüm ihtiyacı halk tarafından karşılanıyor. Her üretimin belli bir kısmı Köşk’e gönderiliyor. Bunun yanı sıra hediye gönderenlerin sayısı da az değil. Dediğim gibi; nezaket, zarafet ve mahremiyet… Köşke giden tek bir yol var ve o yola sadece görevlilerin girmesine izin veriliyor. Tahmin edeceğin üzere yüksek duvarları, kapısında ve çevresinde nöbetçileri var. Ama kapıya kadar yaklaşabilen görevlilerden duyduklarımız efsaneleri haklı çıkarıyor: Hiç bitmeyen şen kahkahalar, şarkılar, müzik ve insanı mest eden inanılmaz kokular.
Başı ve sonu, ne kadar süreceği ve nasıl süreceği belli bir hayat var burada. Kulağa çok özgürlükçü gelmeyebilir ama konforlu olduğu kesin. Belki sana sıkıcı görünmüş olabilir ama bana güvenebilirsin; hiç yaşamak istemeyeceğin dünyalar gördüm. Zor şartlar ve imkansızlıklar içinde bir yıldan az süren çok ömrüm oldu diğer evrenlerde. Ama evet, bu düzen yüzünden kimse ne kadar uzun yaşayabileceğini merak etmiyor burada. Aynı sebepten yaşamın nasıl başladığı gibi soruları da pek düşünen yok. Ölünce ne olacak, nereden geldik, nereye gidiyoruz, neden buradayız gibi felsefi sorular ve yaklaşımlar yok. Çünkü odaklandıkları şey “yaşamak.”
Ve odak yaşamak olduğunda “yaşatmak” isteği ve çabası da peşi sıra geliyor. Kimsenin gezegen ile ilgili bir kontejyan derdi olmadığından paylaşmak doğal olarak hayatın bir parçası. Herkes yaşamı daha güzel hale getirebilmek adına elinden geleni yapıyor sadece. Yaşama dair sınırlar ortadan kaldırılmış durumda. Evet, merak ettiğini biliyorum, para yok. Herkes elinden geleni yapıyor ve ne varsa herkesin oluyor. Sadece sormak ve istemek yeterli. Para ile ilgili bazı hikayeler anlattığımda ise herkes çok gülüyor. Tuska’lılara göre para ile iş yapan o hikayelerdeki halk çok şapşal.
Ve yaşatmak isteğinin bir getirisi olarak, senin evreninde maji ya da parapsikoloji olarak adlandırabileceğin durumlar “normal” sayılabilecek kadar hayatın içinde. Ama inan ki zaten normal, en azından doğal. Bedensel yeteneklerin çok ötesinde düşünce, zihin ve ruh yetenekleri bebeklikten itibaren gelişmeye başlıyor. Bunun nesilden nesile bir kişisel gelişim standardı olduğunu düşündüğümüzde ise sonuç ortada: yaşama dair limit yok.
Bu sayede herkes zengin, herkes huzurlu, herkes sağlıklı ve tüm bunlar sebebiyle herkes mutlu.
Artık nasıl bir hayatım olduğunu biliyorsun. Şimdi başıma neler geldiğini ve ne yaşadığımı da anlatabilirim.
Sanırım…