Header Ads

En İyi Çekim Yasası Anlatımı Dilek Ağacı / Spiritüel Mistik Yaklaşım 01


İnsan olarak bu gezegende her ne yaptıysak ilk olarak zihinlerimizde oluştu. Bu gezegende gördüğün, insan eliyle olan her şey ama her şey ilk önce zihinlerimizdeydi, sonra maddesel boyutta belirmeye başladı.

Anlaman gereken şey şu: bu gezegen üzerinde yaptığın iyi şeyler de, yaptığın kötü şeyler de önce insan zihninde belirmekte. Bu dünyada yaptıklarını önemsiyor isen, yani iyi bir şeylere sebep olmak ya da olmamak konusunda az-çok kaygın var ise, zihnine bakışın ve orada iyi düşünceler oluşturman çok ama çok önemli.

Eğer zihnine istediğin şekilde bakamıyorsan dünya da sebep oldukların da rastgele oluşacaktır. Diğer bir deyişle zihnini ve düşüncelerini arzu ettiğin şekilde var etmeyi öğrenmek, dünyayı da dünyanda olacakları da istediğin yönde oluşturmanın en temel şartıdır.

Eskilerde şöyle bir Hint hikayesi var:

Günlerden bir gün, insanlardan bir adam uzun mu uzun bir yolculuğa çıkmış. O kadar uzun yürümüş, gezilmedik hiçbir yer bırakmamış da sonunda tesadüfen, hikaye işte, cenneti bulmuş. Bundan habersiz tabii ki... 

Onca yol yürüdükten sonra oldukça da yorgun bir şekilde içinden şöyle geçirmiş: "Çok yorgunum, rahatça istirahat edebileceğim bir döşek olsa keşke." Arkasındaki ağacın oradan bir ses işitmiş, bir hışırtı. Ağacın altındaki otlar uzamış da uzamış, yumuşacık bir yatak oluvermiş. Her yorgun ve uykusuz adam gibi sorgulamamış, yatmış ve uyumuş.

 İyice dinlendikten sonra uyanmış ve içinden şöyle geçirmiş: "Karnım da çok acıktı, şöyle lezzetli bir şeyler olsa keşke." Altında uyuduğu ağacın dalları yaprakları hışırdamış, kıpırdamış. Ağacın dallarından en sevdiği yiyeceklerle dolu, aklına gelen gelmeyen istediği ne varsa bulunan bir sofra inmiş. Her yeni uyanmış ve aç adam gibi sorgulamamış, yemiş durmuş.

Karnını da bir güzel doyurunca susamış tabii ki. Ve içinden şöyle geçirmiş: "Karnım tıka basa dolu ama bunun üzerine bir de şöyle şerbet olsa, böyle şarap olsa keşke." Ağaç tekrar kıpırdanmaya, yapraklarını dallarını sallamaya başlamış. En güzel bardaklarda en güzel serinlikte her çeşit içkiyi adamın önüne servis etmiş. Dedik ya, cenneti bulmuş, self servis olacak hali yok tabii ki. Neyse, her karnı tok ve susuz adam gibi sorgulamamış, kana kana içmiş de şişmiş.

Yogada olgunlaşmamış zihne "Markata" denir. Markata "Maymun" demektir. Neden maymun dendiğini soracak olursan cevap maymunun özelliklerinde gizli. Maymunun özellikleri nelerdir? Öncelikle gereksiz hareketleri gelir insanın aklına. Peki, bir insana "maymunluk yapıyorsun" dersem ne demek istemiş olurum? Taklitçiliğini değil mi? Burada maymun ile taklit etmek eş anlamlı gibi kullanılır.

Maymunun bu iki özelliği olgunlaşmamış zihnin özelliklerine çok benzer. Gereksiz davranışlar ve taklit etmek. İşte zihninin bütün gün yaptığı bu değil mi? İşte tam da bu bahsedilen maymun bizim kahramanımızın içinde uyanmış. Uykusunu aldı, karnını doyurdu ve susuzluğunu giderdi. Şimdi maymunluk zamanı...

Çevresine bakmış ve "burada neler oluyor?" diye düşünmeye başlamış. Uyku istedim yatak geldi, yemek istedim sofra geldi, içmek istedim şarap geldi. Çok gereksiz bir şekilde eski bilgi ve kaygılarını taklit ederek şöyle geçirmiş içinden: "Buralarda kesinlikle hayaletler olmalı." Ve ağacın yaprakları arasından hayaletler peyda olmuş.

Olduğu yerden fırlamış, ürkek ürkek geriye doğru çekilmiş. Çok gereksiz bir şekilde eski korkularını taklit ederek şöyle geçirmiş içinden: "Bu hayaletler bana işkence ederler mutlaka." Ve hayaletler işkence etmeye başlamış.

Acılar içinde kıvranırken artık tüm kontrolünü kaybetmiş ve zihnine teslim olmuş. Çok gereksiz bir şekilde eski çaresizlik ve ümitsizliklerini taklit ederek şöyle geçirmiş içinden: "Beni öldürmeden durmayacaklar asla." Ve ölmüş.

Aslında bahtı açık ve lütufa mahzar olmuş bir adam iken tek sorunu "Dilek Ağacı"nın altında oturduğundan haberinin olmamasıymış.

Uyumak istedi, yatak geldi. Yemek istedi, sofra geldi. İçecek istedi, servis edildi. Hayalet istedi, hayaletler geldi. İşkence istedi, işkence ettiler. Ölüm istedi, öldü.

Buradan yola çıkarak lütfen Dilek Ağacı'nı aramaya çıkayım deme lütfen. Olgunlaşmış, olmuş, iyi eğitilmiş ve yerleşmiş bir zihin, hintçede "Mukti" yani kurtulmuş kişi, yani kamil zihin zaten Dilek Ağacı'nın niteliklerine sahiptir.

Eğer zihnini belli bir düzeyde, belirli bir yönde organize edersen, zihnin de senin bütün iç sistemini buna göre organize eder. Vücudunu, duygularını ve enerjini...Her şey o yönde organize olur. 

Bir defa içindeki bu dört boyutu; bedenini, zihnini, duygularını ve hayat enerjini bir yönde organize ettiğinde, bir defa bu düzeye geldiğinde, istediğin her şey ama her şey gerçekleşir. Küçük parmağını bile oynatmadan gerçekleşir. Tabii ki eyleme geçmek, çabayı ortaya koymak da sana yardımcı olacaktır. Ama küçük parmağını bile oynatmana gerek kalmadan da istediklerinin gerçekleşmesini sağlayabilirsin. Eğer ki bu dört boyutu tek bir yöne kanalize edebilir ve o yönde belirli bir süre tereddüt etmeden, burası önemli tereddüt etmeden, tutabilirsen.

Şu an zihninin yaşadığı en büyük sorun her an yön değiştiriyor olması. Gitmek istediğin bir yer var ama yürürken her iki adımda bir yönünü değiştiriyor gibisin. Böyle olduğu müddetçe, eğer çok şanslı değilsen, o yere varman pek kolay olmayacaktır. 

Eğer zihnini kanalize eder ve içsel olarak zihnin sistemini organize ederse ve an itibari ile senin kim olduğunu belirleyen bu dört temel boyutu tek yöne kanalize ederse bu dediklerimi başarabilirsin. Kendi kendinin Dilek Ağacı olursun. İstediğin her şey gerçekleşir. 

Ama şu andaki hayatına bir bakar mısın? Eğer gerçekten bunu başarmış olsaydın ve her istediği, her aklına gelen nesne veya insan "pat" diye beliriverseydi, aklına gelen hemen başına gelseydi, bununla yaşayabilir miydin? Güç sahibi olmak istemen normal karşılanabilir belki ama bu gücün getirdiklerini ve sorumluluğunu da taşıyıp taşıyamayacağın da çok önemli. 

Artık teknoloji ile çok güçlü bir konuma geldik. Artık bu gezegeni yok edebilmek için 6 milyar insanı toplamamıza gerek yok. Bir kişinin tek bir düğmeye yanlışlıkla basması bunun gerçekleşmesi ya da yok oluşun başlaması için yeterli. İşte böylesine bir güce sahip olduğunda fiziksel, duygusal, zihinsel ve enerji hallerini kontrol edebiliyor ve onları doğru olan tarafa yönlendirebiliyor olman çok önemli. Eğer böyle olmazsa yıkıcı olur ve kendi kendimizi imha ederiz. 

Şu an en büyük sıkıntılarımızdan biri yaşamlarımızı daha kolay ve daha güzel yapması gereken teknolojinin tüm dert ve sıkıntıların kaynağı haline gelmiş olması. Teknoloji ile güzel gezegenimizin ve hayatlarımızın en temel şeylerini tahrip eder olduk. Bizim için lütuf olması gereken şeyi felakete çevirdik. Özellikle son yüzyılda bize hayal edemeyeceğimiz konfor, kolaylık ve imkanları sağlarken yaşamlarımızın için tehdit oluşturur da oldu.

Buradaki sorun davranışlarımızın bilinçli değil dürtüsel seviyede olması. Hala güdülerimize göre hareket ediyoruz. Zihin Düzenlenmesi kavramını burada iyi tanımlamak gerek. Zihni düzenlemenin anlamı hal ve hareketlerimizin dürtü seviyesinden bilinç seviyesine çıkmasıdır. 

Hiç ummadığı güzellikleri yaşayan ve çabalamadığı halde istekleri kendiliğinden gerçekleşen insanları duymuşsundur. Ve bu durum genelde inançlı, saf insanlarda ortaya çıkar.

Diyelim ki bir ev istiyorsun. Dediğin şey şu: "Kendime bir ev inşa etmek istiyorum." Ve ev inşası için 100 para gerekirken sende 10 para var. Düşündüğün şey şu: "İmkansız, mümkün değil, olmaz, olamaz." "Mümkün değil" dediğin anda "istemiyorum" da demiş oluyorsun. Bir yandan bir dilek meydana getiriyor, bir arzunu ortaya atıyorsun ve diğer yandan "istemiyorum" diyorsun. Böylesine çelişki barındırdığı için de olmuyor zaten.

Bir de inançlı, temiz kalpli ve saf birini düşünelim. İşte inancın gücü böyle insanlarda mükemmel çalışıyor. Çok fazla düşünen insanlarda değil, çocuk masumluğundaki saf imanlı kişilikte çalışıyor. Böyle inançlı biri gider mescide, açar ellerini: "Allah'ım bana bir ev ver, nasıl yapacağını bilmiyorum ama bana bir ev ver" der. Zihninde olumsuz düşünceler yoktur. Olacak mı, olmayacak mı, mümkün mü değil mi, acaba nasıl olacak... İnançlı insanda böyle sorular da yoktur. Allah'ın istediklerini vereceğine inanır O'da verir.

Allah senin için temelden tesisata bir ev inşa edecek değil. Bizim gibi sebep sonuç bağlamında çalışan bir eksikliği yok çünkü. Hiçbir şey yapmasına da gerek olmayacak, teşbihte hata olmasın, küçük parmağını bile kıpırdatmayacak. Çünkü bütün yaradılışın kaynağı O zaten. Ve kuşkusuz ki mükemmel ve kusursuz bir yaradılış ile yarattı tüm kainatı. Bundan daha iyi bir yaradılış hayal edebiliyor musun? Edemezsin, çünkü bildiklerin bu yaradılıştan görebilip algılayabildiklerin ile sınırlı zaten. 

Evet, Allah mükemmel ve kusursuz bir yaradılışla yarattı. Buradaki püf nokta şu: memnun değilsen ve kendini mutsuz hissediyorsan bu bir şeylerin senin arzuladığın gibi olmadığını düşünüyorsun demektir. Aynı şekilde işler senin olması gerektiğini düşündüğün gibiyse mutlusun. Mutluluğun tanımı bu kadar basit aslında.

Peki hayat senin düşündüğün şekilde olmalı ise, ilk olarak nasıl düşündüğün, düşüncene ne kadar odaklandığın, düşünme konusunda ne kadar istikrarlı olduğun ve düşünme işine ne kadar özen gösterdiğin önemli olmaz mı? Düşüncenin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği konusunda tereddüt edersen, olumsuz düşünürsen, düşüncene boş bir fikir gibi davranırsan nasıl gerçekleşmesini bekliyorsun ki?

Bir şeylerin mümkün olup olmadığını düşünüp durmak tüm insanlığı en çok yıpratan şey. Bir şeyin mümkün olup olmadığına karar vermek, bunu düşünmek ya da belirlemek senin işin değil. O Allah'ın bilgisinde. Senin işin gayreti ortaya koymak, eyleme geçmek, yapman gerekeni yapmak. 

Şimdi sana iki soru sorsam hiç düşünmeden cevaplarsın. Desem ki: "Oturduğun yerden uçarak kalkabilir misin?" Vereceğin cevap "hayır" olacaktır. Peki "Oturduğun yerden ayaklarının üzerinde kalkabilir misin?" Vereceğin cevap "evet" olacak. Peki bu cevapları neye dayanarak verdin? Uçmaya hayır, yürümeye evet dedin. Çünkü bundan önce defalarca kalktın yürüdün ama hiç uçarak havalanmadın. Yani kendi tecrübelerine dayanarak neyin mümkün olup olamayacağına karar verdin. Başka bir deyişle daha önce, şimdiye kadar tecrübe etmediğin şeylerin gelecekte de gerçekleşemeyeceği kararını verdin.

Bu insanı küçümsemektir, insan ruhunu küçümsemektir, yaradılışı küçümsemektir. Bugüne kadar gerçekleşmemiş bir şey yarın gerçekleşebilir. İnsanoğlu bunları gerçekleştirme kapasitesine sahip, bu imkanlara haiz bir yaratılışta. Neyin mümkün olup olmadığına karar vermek senin işin değil. Bu Allah'ın bilgisinde. Buna Allah karar verecek. 

Sen sadece neyi gerçekten istediğine bak ve onun için çabanı ortaya koy. Eğer düşünce sürecin güçlü ve enerjik ise, eğer bu düşüncenin yoğunluğuna ve devamlılığına zarar verecek olumsuz düşünceler barındırmıyorsa, olumsuz düşüncelere takılmıyorsa gerçekleşecektir.

Günümüzde modern biliminde ispatladığı gibi tüm kainat bir titreşim ve enerji salınımından ibaret. Aynı şekilde düşünce de bir titreşim. Eğer güçlü bir düşünce oluşturur ve onu kainata bırakırsan bir gün gerçekleşmiş olarak sana geri dönecektir. 

Genel olarak dini inançlarımızı olumsuz düşüncelerden arınmak için kullanma eğilimindeyiz. Fakat artık düşünme bağımlısı insanlar olarak ne kadar inançlı olduğumuzun bir önemi olmaksızın kuşku mutlaka kendini bir yerden gösteriyor. Zihinlerimiz yaradan karşımızda beliriverse dahi önce onun gerçekten yaradan olup olmadığını araştırıp, onu teste tabii tutup kanıtlar isteyecek şekilde çalışır hale geldi. 

İşte zihinlerimiz bu denli kirlendiğinden dolayı elimizde kalan diğer alternatife yönelmek işe yarayabiliyor: Adanmak. Senin için önemli olan şeyi gerçekleştirmek için kendini ona adarsan, tekrar söylüyorum, düşünceni böylesine kesin ve net bir yöne kanalize edersen öylesine organize olur ki artık olur mu, olmaz mı düşünceleri olmaz ve engel kalmaz. Düşüncen serbestçe gerçekleştirmek istediğin yönde akmaya başlar. Ve bu bir kez başarıldığında isteğin gerçeğe dönüşecektir.

Senin için önemli olan şeyin tezahür edebilmesi için, öncelikli olarak istediğin şeyin zihninde gerçekleşmesi gerekir. "Şunun gerçekleşmesini istiyorum" gibi ortalama bir cümle ile ortaya çıkma lütfen. Çünkü sen de biliyorsun ki yaşamın boyunca istiyorum dediğin ama gerçekleştikten sonra hayır aslında şunu istiyorum, hayır aslında istediğim başka türlüydü dediğin bir çok tecrübe yaşadın.

Öncelikle isteğin ve dileğin konusunda tam bir netlik kazanmalısın. Tekrar ediyorum tam bir netlik. Öyle ki istediğini tarif ettiğinde dileği konusunda sana tek bir soru bile soramamalıyım. Onu senden duyduğumda ben de tam olarak neyi dilediğini anlayabilmeliyim.

İşte bu net niyete kendini adadıktan sonra bu yönde kesintisiz ve son derece kuvvetli bir düşünce akışı başlatabilirsin. Bir kere dahi yönünü değiştirmeyen kesintisiz bir düşünce akışı... Bunu yapabilirsen mutlaka o düşünce fiziksel ortamında tezahür edecektir.

İnsan kendi kendisinin Dilek Ağacı olabilecek kapasiteye sahipken bu dünyanın bu denli kötü durumda olmasının sebebi nedir peki? Neden istediğimiz gibi bir Dünya oluşturamıyoruz? Çünkü ortada büyük bir karışıklık var. Cennete gitmeyi isterken Dünya'da yaşadığımızı unutur hale geldik. Cennete gitmeden önce neden Dünya'da yaratılmış olduğumuza dair pek bir fikrimiz kalmadı.

Tam da bu sebepten tüm güzel hasletleri Allah'a havale etmiş durumdayız. Allah yardım eder, Allah merhamet eder, Allah kavuşturur, Allah fukaranın yardımcısıdır, Allah kurtarır... Tüm bu güzel fiilleri insanoğlunun da yapabildiğini unuttuk sanki. Tüm fiillerin yaratıcısı Allah'tır ama insan insana merhametli davranabilir, hayvanlara merhametli davranabilir, tüm doğaya merhametli davranabilir. İnsanlar başka diğer iki insanın ayrılığının son bulması için çaba sarf edebilir. Bir insan fakir olan bir diğerine yardımcı olabilir, onun fakirliğine son verecek adımlar atabilir, zenginliğini paylaşabilir. Ama hastalıktan ama başka bir dertten bir insan bir insanı kurtarabilir. 

Tüm bu iyi özelliklerin bize hediye edilmiş halde doğduğumuzu, tüm bunları yapabileceğimizi biliyoruz ama çıkarlarımıza kılıf olarak bütün güzel hasletleri cennete ihraç etmiş gibi davranıyoruz. 

Ama anlaman gereken bir şey var: Eğer istediğin Dünya'yı oluşturmak istiyorsan, Yaradan'ı nerede gördüğüne dikkat et. Yaratılandan ancak Yaradan'a ulaşabilirsin. O hiçbir zaman, insanlık tarihinin hiçbir döneminde kullarını yüzüstü bırakmadı, hiçbir zaman kullarına zulmetmedi. Fakat burada O'nun yöntemini ve yönetim şeklini iyi anlamak gerekiyor.

Teslim olmuyor ve yönetimi tamamen O'na bırakmıyorsun. Tamamen O'na bırakmayı becerebilsen kusursuz ve mükemmel bir planın içinde olduğunu anlayabilecek ve tecrübe edebileceksin. Ama sen hayatın senin istediğin gibi olması konusunda ısrar ediyorsun.

Şöyle bir örnek düşünelim. Diyelim ki ben senin teknik direktörünüm ve sen de Futbol Milli Takımı'nın en önemli pozisyonunda oynayacak bir futbolcusun. Dünya Şampiyonası'na hazırlanıyoruz. Sana dört yıl boyunca bilmen gereken her şeyi öğrettim. Ve bu bilmen gerekenleri defalarca çok çeşitli yollarla tekrar tekrar öğrettim. Gün geldi ve Dünya Kupası Maçı için düdük çaldı. Top ayağına geldi fakat sen hiçbir şey yapmadan bana bakıyorsun. Sana her şeyi ben öğrettim, tüm imkanlarını ben sağladım, ve seni gözlemliyorum. Ama ben sahanın dışındayım, sahada olan sensin. 

Aynı bunun gibi, her şey Allah'tan ama burada, bu dünyada olan sensin. Çabayı ortaya koyacak, eyleme geçecek, yapılması gerekeni yapacak olan sensin. Allah kusursuz ve mükemmel bir yaratılış ile yarattı ama sahnede sen varsın, halife sensin. Ne istediğine karar verecek olan sensin. Nasıl yöneteceğine karar verecek olan sensin. Nasıl bir Dünya istiyorsun? Hangi koşullar içinde yaşamak istiyorsun. Senin dışındaki diğer insanların ve diğer tüm canlıların huzuru yerinde mi? Tüm bunlara dikkat etmesi gereken sensin.

Az önceki örnekten de anlaşılacağı gibi Allah işi kuluna gördürür. Tüm iyi hasletleri Allah'a emanet ettiğimizde tüm olumsuz neticelerin sorumlusunun da Allah olduğunu düşünür hale geldik. 

Allah varsa neden savaş var? Senin yüzünden; sen barışı desteklemediğin için, sen silahlanmayı marifet sandığın için, sen daha fazlasını istemekten vazgeçmediğin için, sen çeşitli kisveler altında hep kendini haklı görmeyi hak sandığın için... Sen eza çekme diye eziyetler bitmiyor.

Allah varsa neden Afrika'da çocuklar açlıktan ölüyor? Senin yüzünden; sen şişmanlamaktan utanmadığın için, sen israf ettiğin için, sen gelirinin yüzde birini çantaya terliğe verirken o aç çocuklara göndermeyi akıl edemediğin için, sen güçsüzler ezilirken ayağa kalkmadığın için... Sen kıyam etmediğin için kıyametler kopuyor.

Allah varsa neden deprem var, neden fırtınalar var, neden kitlesel felaketler artıyor? Senin yüzünden; sen doğaya saygı göstermediğin için, sen çöp üretmekten vazgeçmediğin için, sen ağacı, hayvanı, çiçeği, böceği kendinden daha az canlı saydığın için, sen tabiata uyumlu davranmadığın için... Sen felah etmediğin için felaketler artıyor.

Çünkü halife olan sensin. Sahnede olan sensin.

Yaşamının bir çok döneminde "şu da olsun tamam, sonra çok mutlu olacağım, her şey çok güzel olacak" dediğin zamanlar oldu ama oraya ulaştığında pek de öyle olmadığını defalarca idrak ettin. Hep yenisi, yenisi ve daha yenisinin peşinde koşmaya devam ettin.

En önemlisi gerçekten ne istediğini bilmen. Ne istediğini bilmiyorsan o zaman bir şeyler istemenin ya da oluşturmanın zamanı gelmemiş demektir. Aslında insanların ne istediğine bakarsan, isteklerin temeline ve ortak paydasına bakarsan ulaşacağımız nokta şudur: İnsanlar hoşnut olmak, memnun olmak istiyor.

Bu memnuniyet vücudumuzda olursa buna sağlık diyoruz. Zihnimizde olursa neşe ve huzur diyoruz. Duygularımızda olursa sevgi ve merhamet, enerjimizde olursa keyif ve sevinç diyoruz. İşte tüm insanlığın aradığı şey bu memnuniyet aslında. Ofiste de çalışırken de, ticaret içinde para peşinde koşarken de, kariyer yapmak için çabalarken de, aile kurarken de, meyhanede de, camide de hep aynı şeyi arıyor: memnuniyet.

Madem ki böyle istiyorsun, öyleyse bunun adını koyma ve bunun için kendini adama vaktin gelmedi mi? Kendini bu şekilde senin için kıymetli olan şeyler için adarsan zihnin organize olmaya başlayacak. Bir kez zihnin organize olunca, nasıl düşünüyorsan öyle de hissedeceğin için duyguların da organize olmaya başlayacak. Düşüncelerin ve duyguların organize olunca enerjin de aynı yönde akacak. Düşüncelerin, duyguların ve enerjin organize olduğunda bedenin de organize olacak. Bu dörtlü aynı yönde organize olduğunda düşündüğünü gerçekleştirme becerin olağanüstü olacak. 

Yaratıcı olan Allah ama sahnede olan sensin bunu asla unutma. Hayatın doğasına bir bakar mısın? Bir muz yediğinde dört saat içinde o muz bir bedene dönüşmüş olacak. Senin içinde hayat yaratan bir makine var, muzdan insan yapacak bilgi ve mucize, bu muazzam beceri senin içinde mevcut. Bu basit bir şey değil, bu olağanüstü bir şey ve bu senin içinde bilinçsizce oluyor. Bunu bilinçli olarak yapabiliyor olsaydın, muzu alıp bir insana çevirebilseydin sana da tanrı diyenler çok olacaktı. Ama Allah'ın ilmi dahilinde bu beceri senin içinde var. Evrim teorisi maymunu insana milyonlarca yıl içerisinde dönüştürebildi. Ama sen bir öğleden sonrasında muzdan insan yapabiliyorsun :). Çünkü yaratılışın kaynağı senin içinde hiç durmadan çalışıp durmakta.

Eğer bahsi geçen dört boyutu, sırasıyla; zihin, duygu, beden ve enerjiyi tek yönde kanalize edebilirsen yaratılışın kaynağı seninle birlikte demektir. Bu sayede oluşmasını istediğin şey çabasız olarak gerçekleşebilir. Bir defa bu şekilde organize olabilirsen artık bir karışıklıktan ibaret değilsin demektir. Sen bir Dilek Ağacı'sın ve  istediğini oluşturma gücün var demektir. 

İşte bu hale dönüşmek için bir çok teknik ve metod var. Yoga, meditasyon, tasavvuf ve zikir bunun için var. Çünkü bunlar ilahi olanı aramakla ilgili değil; ilahi olanı bilmek, onunla bağlantı kurmak ve ona varmakla ilgili, ilahi olmakla ilgili. Çünkü ilahi olarak adlandırdığın o kudret senden ayrı gayrı değil. Devamlı seninle beraber ve senin içinde atıp durmakta. Aksi takdirde bir parça ekmek iki öğün arasında bir vücuda dönüşemezdi. Yani bir et ve kan birikintisi olmaktan içindeki yaratıcı kudrete, ilahi öze varmak için elinde bir çok ilim ve yöntem var. Hayatın kaynağı senin içinde mevcut ve buradaki tek sorun şu ki; senin o kaynak ile bir bağlantın bir rabıtan var mı, yok mu? 

Bahsi geçen dört boyutu organize etmek senin o kaynağa olan bağlantını sağlayacak. Kendini bilen Rabb'ini bilir, unutma. Günümüzde modern bilim artan bir yoğunlukta artık bu yöntem ve yolları araştırıyor ve doğruluyor. Kuantum düşünce, sonsuz olasılıkları alanına bağlantı kurabilmek, yaratıcı özünle iletişime geçebilmek ve bir bedenden çok daha fazlası olduğumuzu kanıtlamak için her gün çok daha büyük ilerlemeler katediyor. 

Örnek vermek gerekirse, bundan 100 yıl önce bir cep telefonunu elime alsam ve Dünya'nın diğer ucundaki biriyle görüntülü olarak konuşmaya başlasam veya size oralardan görüntüler paylaşsam, yüksek ihtimal ile bana peygamber diyecektin. Bunu 200 yıl önce yapsam sanırım tanrı olduğumu söyleyen de çok olurdu :). Ama bugün bu telefon çoluk çocuğun elinde bile var. 

Cep telefonu diye bir cihaz gelişti çünkü insanların ve insanlığın zihni bunun gelişmesini istedi. 100 yıl önce kimse bunun mümkün olabileceğini düşünemezdi ama bugün sıradan bir şey. Bugün algı alanımızda olmayan herhangi bir şey de yarın algı alanımıza girebilir ve böylece yeteneklerimiz daha da gelişir. 

İlk iş zihinleri organize etmek. Duyguları düzenlemek, sonra da beden ve enerjiyi organize etmek. Bunlar gerçekleştiğinde içindeki, hayatı oluşturan ilahi özün ile, temel kaynak ile bağlantıya geçebileceksin. Ve o kaynağa olan rabıtanı sağladığında, o alana giriş yaptığında hayatını ve çevreni istediğin şekilde düzenleme gücün olacak, istediklerini gerçekleştirebilme, düşündüklerini tezahür ettirebilme gücün olacak. 

Ve duam odur ki; Bir çok insan bunun farkına vardığında, içindeki ilahi öz ile bağlantı kurabildiğin de, birbirleri için ve birbirleri ile bu seviyede ve bilinçte çalışabildiğin de, iyilik ve hizmet etmek yegane eylem ve yegane gaye olacak, çevremizdeki tüm karışıklık ve bozukluklar yok olacak, insanlık ve Dünya bambaşka ama bambaşka bir yer olacak. 

Blogger tarafından desteklenmektedir.