Header Ads

Büyük Sıfırlama - Great Reset - ve Koyunları Sevmek / İçimden Geldiği Gibi 04


Kişisel gelişim ve ruhsal gelişim konusuna ilgi gösterenlerin birbiri ile çelişmesi en garipsediğim durumlardan biri. Aslında bu durum çelişmeden ziyade çatışma olarak gösteriyor genelde kendini. Yaklaşım her ikisinde de aynı; gelişmek, büyümek, daha iyi ve dengeli bir hale gelmek ama nedense biri diğerini küçümsemeyi de pek seviyor.

Konu yine aynı noktaya geliyor aslına bakarsan: madde ve mana... Maddenin kurallarına güvenen ve onun ölçülebilir kanıtlarına sarılanlar manevi olanı yok sayma ya da önemsememe eğilimini öne sürmekten de öteye gidip böyle bir anlayışı marifet olarak addedip yüceleştiriyorlar.

Böyle olunca da kişisel gelişim konusu bir şekilde iş hayatındaki başarıya endeksli olarak değerlendirilebiliyor çünkü ölçülerek kanıtlanması gerekiyor. Maddi başarının ölçümlenebileceği şey de para olunca tabii ki :)... Mecburen ne kadar çok kazanıyorsan o kadar başarılısın demek oluyor. Bunun başka bir çaresi kalmamış gibi artık. Çünkü ne kadar altının, ne kadar evin, ne kadar ürünün olduğu bile ettiği para kadar önemli. Çok altının olabilir ama altının değeri düştüğü anda, fakirleşebilirsin. Aynı şey ev ve ürünlerin için de geçerli. Asteroidlerden altın ve demir elde edebildiğimiz anda herkes fakir kalacak yani :). Ne evlerin, ne kilolarca çil çil sarı servetin, altının ve demirin birim fiyatının 1 TL'ye düşmesi ile hiçbir değeri kalmayabilir. Çünkü asteroidlerde tüm dünyadakinden kat be kat fazla maden olduğunu biliyoruz. 

İşte böyle düşünüldüğünde aslında ne kadar eski ve büyük bir oyun içinde olduğumuz anlaşılıyor değil mi? Biz değerli dediğimiz için değerli olan bir şey var ortada ama artık kendi verdiğimiz değer bize hükmeder hale gelmiş vaziyette. Altın bir metal aslında sadece. İletkenlik özellikleri ile teknoloji içinde kullanılsa tüm dünyadaki fakirliği ve enerji sorununu çözebilecek bir malzeme iken dünyadaki fakirliğin ve enerji yetersizliğinin sebebi haline getirmişiz. Altını özellikle elektrik üretimi ve iletimi için kullansak neredeyse tüm yöntemler yeşil enerji halini alabilecek ve bu sayede belki de tüm dünyada tüm insanlık için bolluk ve bereket hakim olabilecek iken şu anki durum tam tersi. 

Altın yüzünden savaşlar, altın yüzünden ekonomik yıkımlar ve zorlamalar, altın yüzünden işgaller ve ölümler var. Sadece günümüzde de değil neredeyse tüm insanlık tarihi boyunca. 

Ama şöyle düşün, diyelim ki başka bir gezegen var, oraya da ulaşabileceğiz. Fakat gittiğimizde bir de gördük ki, gezegende altından bol bir şey yok. Yeraltı zenginlikleri arasında en çok bulunan şey altın. Hani dağda bayırda kaya veya çakıl taşı yerine altın dolu. Ve orada yeni bir medeniyet inşa etmeye kalksak sence hala en değerli şey altın mı olacak? Tabii ki hayır, çünkü altın çok ağır yani yoğun bir metal olduğu için yapı üretiminde kullanamazsın. Demirin öz kütlesi altının yarısından az, alüminyumun öz kütlesi ise demirinkinin üçte birinden az. Ayrıca alüminyum iletken değil. Orada da alüminyum az olduğu için bu defa alüminyum borsası açarız herhalde :). Farkına vardıysan eğer, değerler konusu senin kendine attığın bir yalan aslında.

Ve bu öylesine ego tabanlı, nefsi bir yalan ki saçmalığın bini bir "para" olmuş halde... Bak deyimler bile "para" ile :)... Çünkü az önceki başka bir gezegen örneği belki sana absürt gelmiş olabilir ama beraber bakalım istersen. Altının gramı kaç lira: 500 küsür TL. Buğdayın gramı kaç lira: 0,0025 TL yani 1 kurşun dörtte biri kadar. Demek ki altın buğdaydan 200 bin kat daha değerli. Daha acınası bir örneğe bakalım istersen... Elmasın gramı kaç lira: 300 bin TL (yaklaşık). Suyun gramı ne kadar: 0,000005 TL yani 1 kuruşun 2 binde biri kadar. Demek ki elmas sudan 60 trilyon kat daha değerli. Şimdi böyle bir durumda neden ben absürt oluyorum? Buğday mı ihtiyaç, altın mı? Elmas mı ihtiyaç, su mu? Bu düpedüz bir saçmalık değil de nedir? Böylesine saçma bir duruma geldiğimiz için yakın zamanda gıda ve su için birbirimizi yemeye başlayacağız belki de. Birbirimizin kafasına altın atarız artık, yakışır...

Bu neden böyle peki? Gayet açık ki bizim yüzümüzden. Çünkü bu değer bozulmuşluğuna onay veren biziz. Yani "evet" diyen, "hayır" diyemeyen biziz. Ondan sonra da neymiş Illuminati varmışmış, dünyadaki paranın hepsi sadece beş ailenin elindeymişmiş, bizi büyük sıfırlayacaklarmışmış... Yiyecek ekmek bulduğumuza şükredelim bence, zira onu da vermezlerse yakında şaşırmam. Onlara bu zenginliği veren de biziz, onların kurallarını kabul edip ekmeklerine yağ süren de biziz. 

Allah aşkına, bitcoin nedir ya? Ne başı belli ne kıçı belli (af edersin), tamamen sayısal veriye dayanan, bir elektrik şalterinin insafına kalmış bir kod dizimi iken, bunu bu kadar yüceltmenin, bir de üstüne üstlük adaleti sağlamanın çaresiymiş gibi göstermenin anlamı ne?

Blockchain'in ne olduğunu da, nasıl çalıştığını da, yazılımsal (ama sadece yazılımsal) olarak ne kadar güvenli olduğunu biliyorum merak etme. Fakat karşılığı ne? Tüm karşılığının da adı gibi sanal olduğunu, sadece bir kabulden ibaret olduğunu neden kimse söylemiyor? 

Bak şimdi: Mars'ın yüz ölçümü: 144 milyon 800 bin kilometre kare. Neptün'ün atmosferi hidrojen, helyum ve metandan meydana geliyor. Bütün bunları bilebiliyoruz. Hatta yakınlarda bir karadeliğin fotoğrafını bile çekebildik. Ama... Satoshi Nakamoto'nun kim olduğunu kimse bulamıyor, bilemiyor. Bak sen Allah'ın işine :)... Hani yalan duydum da böyle kuyruklusunu duymadım derler ya, hakikaten böyle Nakamoto'lusunu hiç kimse duymadı insanlık tarihinde :)...

Bak şöyle düşün lütfen: Bir evin var diyelim, gece yattın ve uyudun, sabah bi' kalktın, gözünü açtın masmavi gökyüzü :).. Çatı yok, daha doğrusu ev gitmiş, puf olmuş :). Ya da bir arsan var diyelim, sabah bi' kalktın arsan bulut olmuş uçuyor, gitmiş rüzgarın peşinde. Ya da bir bahçen var diyelim, bir sürü meyve ağacın... Sabah bi' uyandın senin bahçenin olduğu yere bir dağ oturmuş, kocaman bir kaya, bahçe mahçe yok :)... Olur mu böyle şey, olmaz di' mi?

Ama gece yatarsın, sabah bir uyanırsın; eğer enerji kesintisine maruz kaldıysan, internet erişimin elinden alındıysa ya da o meşhur sanal para borsaları (ki onlar da birer yazılımdır sonuçta) ulaşılamaz hale geldiyse, ne bit kalır, ne coin... İşte o zaman sanal cüzdanın gerçekten "sanal" bir şey olduğunu anlarsın. Ayrıca her yerde anlatılan büyük sıfırlamanın (Great Reset) nasıl yapılacağını sanıyorsun ki? Kimse senin elindekini, evindekini alamaz. Sen neyin var neyin yoksa dijitale yüklenmesine izin verdiğin için büyük sıfırlayacaklar. 

Ama merak etme, biraz daha zamanı var sanırım, hala büyük çoğunluğu çekemediler çünkü dijitale. Halen daha ünlü ekonomistler, düşünürler veya bol takipçili fenomenler vasıtası ile bunun övgüsü her fırsatta yapılmaya devam ediliyor ki iyice bi' sömürsünler, iyice bi' semirsinler. Sonra bir gün sıfırlayacaklar, koca bir "0" sıfır, oh tertemiz... Çünkü herkesin parası bankada, herkesin birikimi nerede olduğu belli olmayan, aslında kendisi de var olmayan bir cüzdanda... Ama verilere erişim yok. Sonra tüm veriye hakim olan bu izlemeye, konuşmaya, arkasından atıp tutmaya doyamadığın aileler bir araya gelecek, ama onlar bir araya gelecek, kimse seni çağırmayacak ya da sana sormayacak ve bundan sonraki düzeni nasıl tesis edelim diye karar verecekler. 

Ve sen aldıkları karara evet diyeceksin, çünkü sen zaten her şeye evet dediğin için onlar bu noktaya kadar gelebildiler. Sen bir koyunun 13 gümüş çubuk etmesine evet dedin. 13 gümüş çubuğun bir altın çubuk etmesine de evet dedin. Neden koyunları bir yerden bir yere götürmek zor geldi de ondan. Altını kabul ettiğin için, altının üzerine kendi kafasının resmini basan herkesin dediklerine de evet dedin. E, ama cancağızım altında ağır şimdi, oradan oraya taşınmıyor her defasında di' mi ya? Bu yüzden altınım var demek olan banka notuna (Banknot) da evet dedin. Onu taşımak kolay olduğu için banknotu (para) hepsinden çok sevdin. Öyle bir sevdin ki parası olanı daha da çok sevdin. Ve parası olanın her dediğine evet dedin. Öyle bir evet dedin ki, sırf parası çok diye senin dağından; altın, gümüş, kömür, mermer, demir, aklına gelen ne varsa tüm madenleri çıkarmasına evet dedin. Aslında o madenler dünya yaratıldığından beri oradaydı, yani 4 milyar yıldır hepimize aitti ama sadece senden çok parası var diye birisi onları arzdan söktü ve kendininmiş gibi sana geri sattı ve sen buna da evet dedin. E, canım para da cebinde ağırlık şimdi... Önce dijital hesaplara, sonra da sanal paraya tabii ki evet dedin. E, işte zamanı gelince yine ne derlerse, senin evet diyeceğinden hiçbir şüpheleri yok. 

İşte en başında bir kerecik hayır deseydin, o koyunları sadece birer mal ya da yiyecek olarak görmek yerine birazcık sevseydin, belki de çok şey değişecekti.

Neyse, ipin ucu kaçtı, ben zaman, mekan ve birlikten bahsedecektim aslında. Artık buradan sonra toparlamam pek mümkün görünmüyor :). Yarın konuya baştan başlayalım müsaadenle... 



Blogger tarafından desteklenmektedir.