İnanılmaz Ve Gerçek Kanser İyileşme Hikayesi / Joe Dispenza Türkçe 12
Soru: Bu noktaya erişen insanlardan bahsetmenin tam sırası... belki de en etkilendiklerinizden, kiminin iki yıl, kiminin üç hafta sürüyor.
Bir hanımefendi elime bir zarf tutuşturdu, bir kaç yıl önce, Barcelona'da tam sahneden inmek üzereydim. Benden okumamı rica etti. Sonra kulise geçtim ve zarfı açtım. Hikayesini okudum, o kadar etkileyiciydi ki kendisinden 500 kişinin önüne çıkmasını ve hikayesini onlara da anlatmasını istedim.
Kadın, Hollanda'da yaşayan bir fizyoterapist. Çok da zeki biri. Bir pazar sabahı, hanımefendi duştayken, kocası iki çocuğu ile vedalaşıp duştaki eşine de sesleniyor ve dışarı çıkıyor. Sonra da gidip Amsterdam'ın en yüksek binasından kendini aşağı atarak intihar ediyor. Son derece acı bir olay.
Kadın haberi aldığında böyle sarsıcı ve travmatik bir durum yaşayan herkesin hissedeceği şeyleri hissediyor. Haliyle çok üzülüyor, acı çekiyor, içerliyor, suçluluk hissediyor, kafası karışıyor ve sinirleniyor. Bu minvaldeki bütün duyguları yaşıyor. Bu arada bütün bu duyguları stres hormonları üretiyor. Kısacası ciddi bir olay yaşıyor. Bu onu biyolojik olarak değiştiriyor.
Duygusal tepkisini kontrol altına alamıyor ve bu onun ruh hali oluyor. Uzun süren bir duygusal tepki. Siz bu olayı zihninizde sürekli canlandırırsanız beyninizde ve bedeninizde aynı kimyasalları üretirsiniz. Tıpkı gerçekten yaşanıyormuş gibi.
Kadının bedeni artık geçmişe şartlandırıldı. Çünkü başından geçen olayı her gün 50 kere, 100 kere tekrar yaşıyor ve bedeni de defalarca aynı geçmiş olayı yaşadığına inanıyor. Bu durum da ruh halinde mizaca dönüyor. Çevresindeki insanlar ona "neden mutsuzsun?" diye sorunca o da yine aynı üzücü hikayesini anlatıyor ve " evet mutsuzum, çünkü dört ay önce böyle bir şey yaşadım" diyor.
Demek ki bu durumu uzatırsak ve o duygular da düşüncelerimizi yönlendirirse hissettiklerimizden başka bir şey düşünemeyiz, sadece acımızı düşünürüz ve hep geçmişte düşünürsek, biyolojimize hapsoluruz.
Nitekim bu kadın da bir sabah belinden aşağısı felç olarak uyanıyor. Yataktan kalkamıyor, hastaneye kaldırılıyor; MRlar, testler... Ama doktorlar belli bir bulguya rastlayamıyor. Ve sinir iltihabı teşhisi koyuyorlar.
Artık tamamen yatalak, yatağından bile kalkamıyor. Tabii işe de gidemiyor. Çocuklarıyla ilgilenemiyor. Annesinin yanına taşınıyor, ama hiç parası yok, çalışamıyor da, stres seviyesi yükseliyor. Şartları iyice kötülüyor. Kötüledikçe stresi artıyor. Beyniyle bedeninin dengesini bozan stres hormonları yanlış genlere yanlış sinyaller gönderiyor.
Ve bir kaç ay sonra, kadının mukozalı organlarında büyük büyük yaralar çıkmaya başlıyor. Ağzında, boğazında, üst midesinde, mesanesinde, vajinasında, anüsünde bu dev yaralar çıkıyor. Bir şey de yiyemiyor ve düzgün beslenemedikçe vücudunun kimyasal dengesini daha beter bozuyor. Adeta yokuş aşağı yuvarlanıyor.
Git gide kötüleştiğini fark edip doktora gidince kendisine kanser teşhisi konuyor. Yemek borusu kanseri deniyor. Bütün bu yaşadıklarının üstüne bir de kanser oluyor. Şimdi stresten de öte, korkmaya da başlıyor. Çocuklarının annesiz kalabileceğini fark ediyor.
Ve bizim bir çalışmamıza geliyor. Onu çok iyi hatırlıyorum, çünkü tekerlekli iskemleyle gelmişti, odanın sol tarafında oturmuş, beni izliyordu. Bu yeni başlayanlar için bir kurstu.
Ve anlamıştı bu durumunu değiştirebilirdi. Fakat önünde çok zorlu bir yol vardı ve geçmişinde ne kadar yük olduğunu fark etti. Ve böylece bu arada duydukları ona heyecan verdi. Unutmayın; kadın bir fizyoterapist ve bu da onun bildiği, anladığı bir dil.
Kendisi bir kaç ay sonra Connecticut'a bir çalışmamıza daha geldi, New York'un kuzeyinde bir şehirdir. Bu kez yanında iki de arkadaşı vardı, grup muhteşemdi. Ben de onları biraz daha fazla zorladım ve bu, dostumuz için bir dönüm noktası oldu. Son bir yıldır ilk kez kendi gibi hissetmişti. Geleceğe dair bir vizyonu olmuştu. Daha önce böyle bir şey görmemişti, şimdi görebiliyordu.
Ve dostumuz heyecanla eve dönerek meditasyona başlıyor. Ve her gün yapıyor. Evet, artık anlıyor. Öncelikle yeni genleri çoğaltıp, hastalık yapan eski genleri azaltması gerektiğini fark ediyor. Ve her gün genetik kapıyı çalmaya devam ediyor.
Şimdi öncelikle söylemek istediğim şey, ben eminim ki bazı günler, canı meditasyon yapmayı hiç mi hiç istemedi. Ama yine de yaptı, bunu her gün yaptı. Bazı günler içinde büyük kuşkular da hissetti. Bunun mümkün olamayacağını düşündü. Ama yine de her gün meditasyonunu yaptı.
Ve bizim meditasyonumuzu her gün yapmaya başladıktan bir süre sonra sağlığında değişiklikler hissetmiş. O gün kalabalığın önünde, sahnedeyken şöyle dedi: "Geçen hafta doktora, kontrole gittim. Yemek borusu kanserinden eser kalmamış. Mukozalı organlarımda tek bir yara kalmamış. Sadece boğazımda küçük bir iz kalmış, o kadar. Felcim de geçti, uyuşukluk yok, motor fonksiyon kaybı yok. Üstelik yeni bir kocam var." :)... Ben de ona: "Yeni kişilik, yeni kişisel gerçeklik" dedim. "O hastalıklar eski kişilikte kaldı. Sen artık başka birisin." Ve sordum: "Geriye baktığında, geçmişte yaşadıklarını düşündüğünde nasıl hissediyorsun?" Kadın bana: "O benim en iyi öğretmenimdi" dedi. "O olayı düşündüğünde bir duygu hissediyor musun?" diye sorduğumda, bana: "Hayır" dedi.
Duygusal yüklemesi olmayan anılara bilgelik denir. Oyunumuzun adı da budur. "Yeni bir hayata hazırsın" dedim. O da bana hayatını çok sevdiğini söyledi. Ama o bir seçim yapmıştı. İçi hayat aşkıyla dolana kadar o meditasyondan kalkmayacaktı.
Ama bir materyalist için gerçekliğini duyularıyla tanımlayan biri için bu kadının şimdiden hayat aşkı duymasına bir sebep yoktu. Kocası intihar etmiş, kendisi işsiz kalmış, çocuklarına bakamamış, felç kalmış, kanser olmuş, birbirinden farklı sorun yaşamış. Fakat o bir karar vermiş ve her gün bedenini, geçmişte kalmak yerine gelecekte olmaya şartlandırmış.
Ve sonra kalabalığın önüne çıkıp, onca insana: "Ben hayatımı çok seviyorum" dedi. Ben de "tabii seversin, onu sen yarattın" dedim. "yaşamayı seveceeğin hayatı sen kendin çağırdın."
Kısaca kendi sayesinde daha doğrusu geçmişle sınırlanmamayı tercih etmesi sayesinde ve bu konuda her gün çalışarak ama her gün çalışarak kendi benliğinin üstesinden geldi, ama fazlası da var. O kendi sınırlı benliğini daha iyisi yaratılsın diye maskeler, duygular içindeki zeka akışını engelleyen blokaj kaldırılsın diye teslim etti. Ve her gün içindeki güçle bağlantıya geçti. Er ya da geç doğru talimatları uyguladı. Ve çok hasta bir insandan çok sağlıklı bir insana dönüştü.
Bence bu insan dünyayı aydınlattı. O gerçeğe, bir bilim insanından bir akademisyenden çok daha yakın. Bunu yaşadı ve kendi hikayesini dinleyen pek çok kanser hastasına ya da başka sorunları olan insanlara kendi hayatları ve problemleri için aynı şeyi yapma gücü verdi.