Siyaset, Politika, Futbol, Taraf, Taraftar ve SMA / İçimden Geldiği Gibi 06
Dünkü konuşmamızda dilimin ucuna kadar geldi ama seni daha fazla meşgul etmemek adına bugüne sakladım. Hatırladığını düşünüyorum: Nefsin taraftar olma ve tarafgirlik tuzağı...
Konuya başlamadan doğrudan söyleyeyim istersen: "Taraftar olmanın getireceği tek şey mutsuzluk ve huzursuzluktur."
Bunu söylediğim anda hemen hemen her ortamda gözlerin pörtlediğini biliyorum. Ben de bu yüzden bu konuda pek insan içinde konuşmuyorum. Aslına bakarsan ben pek çok konuda pek insan içinde konuşmamayı tercih ediyorum :)... Ama burada seninle konuşabiliriz değil mi? Dinlersin beni...
Ne yazık ki birçok kişi taraftarlığını ya da taraftarı olduğu şeyi neredeyse kutsal sanıyor :)... Buradaki "neredeyse" yumuşatması bilinçli olarak kullandığım bir kompliman zira birçokları bu "neredeyse" aşamasını çoktan geçmiş durumda.
En çok yanlış anlaşıldığım mesele ise taraf ile taraftarlığın ayırdının yapılmaması, yapılamaması. Taraf olmak senin bir duruşun, bir görüşün, bir inancın ve bir anlayışa sahip olduğunun göstergesidir ki pek de güzel bir şeydir. Bunda bir sorun yok, çünkü hiçbirimiz kafası boş insanlardan oluşan bir çevrede olmak istemeyiz zaten. Ama taraftar olmak; "benim dediğimin doğruluğunu ya da üstünlüğünü sen de kabul et" demek. E, n'oldu?... Yine ikilik değil mi?
Bunu böyle açıkladığımda ise hemen cevap hazır: "Tamam, ben o zaman tarafım, taraftar değilim zaten." :)... Eğer taraftar değilsen, benim anlattığımı ama senin tarafın ile aynı olmayan şeyi nesnel bir pencereden dinleyebilir misin peki? İşte bu konuda pek başarılı olamıyoruz. Daha sözümü bitirir bitirmez, hemen savunmacı ya da "ama" ile başlayan cevaplar ardı sıra diziliyor. E, ama hani taraftar değildin? Ben soru sormadım ya da herhangi bir cevap beklemiyorum, neden ikna ve ispat çabasına giriyorsun?
Yeri gelmişken belirteyim: "Herhangi, buradaki "herhangi" en geniş anlamıyla bir "herhangi"... Herhangi bir şeye ikna ve/veya ispat çabası ya da sonucu gayesi ile kalkışıyor isen başarısızlığını en başından garantiledin demektir. Çünkü tüm yol göstericin egodur, nefsindir, ikna veya ispat ettiğini sansan bile başarısızsındır, zira ne karşıdakine ne de sana zerre faydası dokunmayacaktır. Lütfen sorulmadan cevap verme ya da kötü bir durumu paylaşma, izin almadan iyilik veya yardım etme lüzumsuzluğundan kurtar kendini. Çünkü bu çoğunlukla egonun seni kendi kalbin ve zihnin ile kandırdığı noktadır.
Sosyal medya çıktığından beri bununla bolca yüzleşiyoruz, özellikle yorum yapılabilen mecralarda. Biri fikrini özgürce beyan ettiği anda, aynı zamanda açık hedef haline geliyor. Hemen taraftarlar ve aleyhtarlar altına döşenmeye başlıyor. Fikrini paylaşan kişinin cümlesinde herhangi bir soru ibaresi yok, sadece fikrini beyan etmiş ama cevaplar en az sorunun yokluğu kadar çok :). Bir de yorumu yazan karşılık verirse, tamam... Getir patlamış mısırları, seyredelim beraber, cümbüş var... :).
Bu taraftarlık meselesini tabii ki en çok futbol ve siyasette görüyoruz. En çok nerelerde gördüğümüz bile ne kadar mutsuzluk ve huzursuzluk içerdiğini kanıtlıyor aslında ama hadi konuşalım biraz. Futboldan ve futbol izlemekten keyif alan birisi için en eğlenceli maç, taraftarı olmadığı iki takımın karşılaştığı maç oluyor. Çünkü böyle bir durumda kazanma ve kaybetme stresi olmadığı için, sadece oynanan oyuna ve artık seyretmeyi hoşlandığı neyse ona odaklanabildiği için eğlenme konusunda anda kalabiliyor. Ama taraftarlık ve dolayısı ile kazanmak ve kaybettirmek konusu oyunun içine o kadar işlemiş ki, ne yazık ki benim savunduğum gibi başka takımların maçını izlemekten keyif alınamaz hale gelinmiş ve güzel oynansa bile gol atılmayan bir maç pek beğenilmiyor. Neyse, bundan pek anlamadığım gayet açık, fazla da konuşmak istemiyorum, en azından oyun hakkında.
Ama taraftarı olunan bir karşılaşma esnasında işler acayip değişiyor. İşleri bir kenara bırakalım, insanlar acayip değişiyor. Fanatik denilen bir tür var ki onlar bambaşka... Koltuk üzerinde zıplamalar, birbirini yumruklamalar, saçını elbisesini çekiştirmeler, ağlamalar, bağırmalar ve (sanırım en çok sevileni bu) küfürleşmeler... Bu karşı takım tarafından yenilgiye uğrama durumunda 1 doz iken, galibiyet anında garip bir ters oran ile 10 doz seviyesine çıkıyor. Yüksek dikkat, adrenalin ve kortizol... Bu en masum haliyle muazzam bir beden yıpratıcı ama bundan keyif alındığı iddia ediliyor çünkü o bir taraftar. Aslında tüm oyun boyunca yenilgi halinde ise mutsuz, galip durumda ise huzursuz bir ruh hali yaşanmakta. Bu beden yıpratıcı esrik hal belirli bir tekrardan sonra artık ruh yıpratıcı bir hale bürünüyor ki, fanatik dediğimiz türün "holigan" türüne evrildiği aşama bu sanırım. Bu türe geçildiğinde, artık galibiyet için her şeyin yapılması normal karşılanabiliyor. Benim anladığım kadarı ile, karşı takımın oyuncusuna bir atak esnasında faul (kural dışı) hareket yapmak zaten herkes tarafından normal kabul ediliyor ama eğer gol atması kesin bir atak anında ise, o atağı yapan futbolcunun sakatlanması bile makul görülebiliyor. Ve böyle bir durumda şöyle bir savunma cümlesi çok duyulabiliyor: "E, n'apalım, o çizgiden sonra yapacak başka bir şey yoktu." Neden peki? Çünkü o bir taraftar...
Konu siyasete gelince... Hiç gelmesek diyesim geliyor... :)... Burası futboldan beter. :)... Hiç kimsenin siyasi görüşü olmasına, belirli bir hayat tarzı doğrultusunda bazı görüşleri benimsemiş olmasına bir diyeceğim yok. Var ama yok, burada saygı duymayı tercih ediyorum diyelim. Ama ben böyle düşünüyorum diğerleri de benim gibi düşünsün ne demek? Ya da bunu gündelik hayatın içinde sürekli dillendirmek neden? Bunun her tarafı kibir işte. Ben bunun doğru olduğuna inanıyorum, sen de buna inan ve böyle yaşa... İşte bu yüzden zaten bu politikanın bizi en fazla getirebildiği yer: "demokrasi"... Çoğunluğun dediği olur diye benimsediğimiz şey mantıklı mı sence? Yani ben çoğunluktan değilsem yok mu sayılacağım? Ama hayattayım ve yaşıyorum hala... Çok garip ama bu yaklaşım ile günümüzde uygulanan hali ile gerçekten yapılabilecek olanın en iyisi bu. Çünkü bu ikilik yüzünden, birbirimizi ayrı gayrı görmemiz yüzünden daha ileri gidemiyoruz. Gidemediğimiz yetmiyor, bunu sadece seçim zamanı konuşmak yerine sürekli ama sürekli, yedi gün yirmi dört saat boyunca bıkmadan usanmadan konuşuyoruz.
Konuşurken de taraftarlık o kadar iliklere kadar işlemiş durumda ki, kendimizden konuşmuyor sadece karşı tarafın beğenmediğimiz yönlerinden konuşuyoruz. Yani doğru olduğunu düşündüğümüz şeyi anlatmayı da bırakıp karşı tarafın yanlış olduğunu düşündüğümüz şeylerini anlatıp duruyoruz sadece. Hep o kötü, o yanlış, o tü-kaka, o hain, o bilmem ne... Hakaretlerin, imaların, küfürlerin çeşidi o kadar bol ki, inanılır gibi değil. Bu kadar ruh kirletici, bu kadar anlaşmazlık körükleyici bir unsur sanırım insanlık tarihi boyunca gelmiş değil.
Ama aslında konu karşı taraf ile ilgili değil, kendimizle ve biz olamamak ile, bir olamamak ile ilgili. Devlet dediğimiz şeyin var olma sebebi de aslen bu. Devlet şu demek: Biz birbirimizin ırzı, malı, canı ve hakları konusunda birbirimize güvenmiyor ve güven veremiyoruz dolayısı ile güvenlik güçleri ile bir devlet olsun ki bizi bizden korusun. Biz birbirimize saygı duyma konusunda birbirimizden emin olamıyoruz, hukuk sistemi ile bir devlet olsun ki bizi bizden korusun. Biz birbirimiz ile paylaşma ya da yardımlaşma konusunda pek istekli değiliz, bana kalsa ona vermem, ona kalsa bana vermez, ticari ve vergi sistemi ile bir devlet olsun ki bizi bizden korusun. Bunu tüm insani ihtiyaçlar bağlamında genişlettiğin zaman anlaşılıyor ki aslında kendi kendimize çözebileceğimiz ve inşa edebileceğimiz refah ve mutluluğu yapamadığımız için, bunu zorla ve yapmacık bir biçimde bize sağlasın diye devlet kuruyoruz. Yani sözün özü şu ki, biz birbirimizi bir türlü koşulsuz, karşılıksız sevemiyoruz, bir devlet olsun ki bizi bizden korusun. Sevebilsek hiçbir kurala ya da kanuna gerek kalmayacak ama yapamıyoruz.
E, şimdi hiç kimsenin bir oyundan keyif alma ya da bir görüşü benimseme hakkı da olmasın mı? Biz de insanız, bunlar da birer ihtiyaç değil mi? diyebilirsin. Ben de sana hak verdiğimi söylerim ama eğer bir oyunu seviyorsan oynarsın ya da izlersin bunda hiçbir sorun yok. Ama neden karşı tarafın üzüntüsüne seviniyorsun ya da karşı tarafın sevincine üzülüyor veya kızıyorsun? Veya neden herkes senin gibi düşünsün istiyorsun ve senin gibi düşünmeyeni kendinden ayrı görüyorsun? Nasıl düşünüyor ve inanıyorsan öyle yaşayabilirsin ve yaşamalısın da zaten. Bu çok güzel bir şey ama bu özgürlüğü neden karşındakine de veremiyorsun?
Bak, ne Hitler, ne Cengiz Han, ne Timur ya da aklına dünya üzerinde büyük kötülüklere öncülük etmiş kim geliyorsa; hiçbiri yaptıklarının kötü ya da yanlış olduğunu düşünerek yapmadı zaten. Onara da sorsan büyük bir hedefleri, ulvi bir amaçları ve uğruna ölünecek ve öldürecek gayeleri vardı. E, peki sen bugün savunduğun doğru konusunda onlar kadar eminsin belki ama biliyor musun gerçekten gerçek ve mutlak doğrunun ne olduğunu? Eğer böyle düşünüyorsan demek ki bütün evreni gezdin dolaştın, tüm bilgiye hakim oldun ve karar verdin. Sen neymişsin be!... Gördün mü, işin ucunda yine kibir var aslında, yine ego var. Ve bu kez ego seni kalbinle kandırıyor ve sana iyi bir şey yaptırdığını düşündürerek seni kandırıyor.
Sık tekrarlarım biliyorsun: "Herkes olmak istediği gibi olma özgürlüğüne sahip. Sen de karşındakine ve diğerlerine bu özgürlüğü verdiğinde özgür olabileceksin."
İşte birçok şekilde seni taraftar haline getirerek senin üzerinden fayda yani kazanç elde ediyorlar. Senin sayende o kazançlar elde edilemese ne futbolcusu öyle kendini paralar ne siyasetçisi emin ol.
Siyaset sözcüğünün nereden geldiğin bilirsek belki konu daha anlaşılır olabilir. Hani, at terbiyecisi var ya, atı eğiten, ehlileştiren, seyis... Tanıdık geldi mi? :)... Sana kıyamadığım için at dedim farkındaysan, beygir demedim :)... Onlar nereye derse sen oraya koşacaksın, onlar nerede derse sen orada duracaksın ki işler onların dediği gibi olabilsin. Şunu aklından çıkarmamanı rica edebilirim en azından: Politikacılar hiçbir zaman sana her şeyi tüm açıklığıyla anlatmayacaklar. Sadece işlerin onların istediği gibi olabilmesi için olması gerektiği kadarını ve belli kılıflar altına sokarak. Çünkü onlar eğiten sen eğitilensin.
Peki "eğiten" kelimesi sana bir şey hatırlattı mı? Kimdi eğiten. öğreten, yetiştiren? RABB olan Allah değil mi? RABB kelimesinin doğrudan anlamı da zaten "Efendi" demektir. Belki de biz Alemlerin Rabb'inin efendiliğini unutup, O'nun kurallarına ve sevgisine göre hareket etmediğimiz için bir sürü efendi musallat ediyoruzdur kendi başımıza, kim bilir?... Her şeyin doğrusunu Allah bilir...
Ayrıca küre şeklinde olan her şey ile oynamak keyiflidir. Çünkü küre maddenin en kusursuz formudur. Bu yüzden tüm gezegenler de, uygular da, yıldızlar da ve hatta kara delikler bile küre şeklindedir. Dolayısı ile küre şeklinde olan nesne sana seni yansıtır. Bu misketten basketbola kadar hep aynıdır. Sen yamuk atarsan yamuk gider, sen düzgün vurursan düz gider. Belki Öz'ümüzün yansımasına duyduğumuz özlem ya da topun gerçekten tarafsız davranmasından dolayı seviyoruzdur bu oyunları kim bilir?... Her şeyin doğrusunu Allah bilir...
Sadece Türkiye'de her sene artarak devam etmekle birlikte, yaklaşık 10 Milyar TL'lik bir geliri var futbol sektörünün. Hani SMA hastası evlatları için 100 bin ile 1 Milyon TL arası miktarlar için kapı kapı dolaşan anne babalar var ya. Her bir çocuğun tedavisi için 1 Milyon TL gerektiğini düşünürsen bile; 10 Milyar, 10 Bin tane 1 Milyon demek. Türkiye'deki SMA hastası çocuk sayısı 2 binin altında aslında. Yani o çocukların kurtulması için gereken para "taraftar" olanların cebinden 5 defa çıktı çoktan ama çocuklara gitmedi.
Belki bir şeylere "taraftar" olmak yerine sevgiden "taraf", biz olmaktan, bir olmaktan "taraf" olsaydık şimdiye çok şey değişmiş olacaktı. Çünkü o siyasetçi bir sonraki seçimde seçilemediğinde ömrünün sonuna kadar emekli olacak, o futbolcu bir sonraki transfer sezonunda Avrupa'ya başka bir takıma gidecek, ama o çocuklardan hayatta kalabilen her bir tanesi on yıllarca evladımız olarak, aramızda, bizim için, bu ülke için, tüm dünya için yaşamaya; genlerine sevgi ekilmiş bir birey olarak yeşermeye, yeşertmeye, yaşamaya, yaşatmaya devam edecekti.
Bunu lütfen farkına vararak düşün: Olmayan bir paradan, çaresizlikten, yokluktan bahsetmiyorum; zaten var olan, 5 katı zaten harcanmış olan, ve senin benim cebinden çoktan çıkmış bir paradan bahsediyorum.