Header Ads

Ben Durdurulamazım! / Beden - Zihin - Ruh 30



Dün bahsettiğim tahta oymacısını hatırlıyor musun? Onun mahareti üzerinden konuşmamıza başlamak istiyorum.


Değerli ve mahir ustamızın birbirini tekrar eden güzel, estetik bir sekizgen deseni oyduğunu düşün lütfen. Bu deseni oyarken tabii ki belli bir seviyede dikkat göstermektedir lakin hem tekrar eden bir desen olduğu için hem de kısmen hassas davranması gereken ve acele etmeden sabit bir hızla buna devam etmesi gerektiği için gayet ahenkli bir süreçte devam eder işine. İşte bu süreç devam ederken ustamız “Düşük Beta” seviyesinde bir beyin dalgası aktivitesi içindedir. Bu esnada hem huzurlu hem de konsantre bir halin tadını çıkarıyordur.


Bir süre sonra oyma işinde, bu tekrar eden desenlerin bir noktada birleştiği bir merkeze gelir. Burada oyacağı desen diğer tüm desenleri birbirine bağlayan başka özel bir desendir ve kısıtlı bir alanda, hata yapmaması gereken, ikinci bir düzeltme şansı olmayacağı bu desene gelince ustamız gözlerini kısar, ağzının içinde dilini sabitler, duruşunu değiştirir ve oyma bıçağının açısını yeniden düzenleyerek çok daha hassas bir sürece girişir. İşte bu süreçte artık “Orta Beta” seviyesinde bir beyin dalgası aktivitesi içindedir. Bu esnada biraz daha az sakin ama çok daha konsantre olmuş bir halin tadını çıkarmaya devam ediyordur.


Ama bu esnada talihsiz bir şey olur. Özenle oyduğu tahta parçası, masadaki mumların bir tanesinin çok alçalması sebebiyle bir ucundan tutuşmuştur. Alev ufak ama ihtiraslı hareketlerle oyma desenlerin olduğu yöne doğru gitmek için çırpınmaktadır. Ve her şey değişir. Hızla odada göz gezdiren ustamız, bir çırpıda ilerideki rafta duran bir bardak suyu farkeder, hemen yerinden fırlar, masanın köşesine çarpmamak için kalçasını sağa atarak zıplar, önündeki sandalyeyi kenara çekerken diğer adımı ile rafa varmışken ters kolunu hızlıca uzatır, bardağı kapar, yine ters bacağı ile tekrar oyma masasına geri adım atarken, gelirken sandalyenin üzerinde fark ettiği bezi kapar, ıslatır, nemini avucunda sıkar ve yanmakta olan köşenin üzerine yavaşça bastırarak ahşap zarar görmeden sorunu çözer. Bütün bunlar üç ila dört saniye içinde gerçekleşmiştir çünkü bu durumda “Yüksek Beta” seviyesinde bir beyin dalgası aktivitesi içindedir. Bu esnada çok huzursuz ama bir o kadar da keskin bir odak halini yaşıyordur. Ve bu defa tadı çıkarılacak bir durum değildir :).


O zaman şunu diyebilir miyiz: Ne kadar yüksek beta o kadar iyi?


Bunu konuştuk, böyle bir şey diyemeyeceğimizi bildiğini biliyorum. Ama senin de fark ettiğin üzere yüksek beta seviyesindeki bir beyin dalgası aktivitesi hayat kurtarıcı bir hediye aslında. Yani bu da bir hediye her birimiz için. O zaman sorun olan ne? Şöyle ki, kısa süreli olduğunda bir sorun yok ve dediğim gibi hayat kurtarıcı ama uzun süreli olduğunda başa bela.


Bazı detaylara dikkatini çekmek istiyorum. Ustamız öncelikle hızlı hareket etmek için yerinden fırladı, yani zaman odaklı idi. Ayrıca etrafındaki her nesneyi tabiri caizse ezberledi ve engeller ve işe yarayanlar olarak kategorilendirdi, yani çevre odaklı idi. Bir de eylem esnasında beden hareketleri, uzuvlarını kullanma ve koruma konusunda çok hassastı, yani beden odaklı idi. Bu çok doğal çünkü yüksek beta seviyesindeki hızlı titreşim tüm bu etkenlere odaklanmayı başarabilmek için yüksektir zaten.


Şimdi bize zarar veren başka bir yüksek beta seviyesini inceleyelim, yani stres. Burada da bize yardımcı olacak kişi ne yazık ki pek de usta olmayan, ücretli çalışan bir arkadaşımız olsun. Masasında oturmuş kara kara enflasyon ve hayat pahalılığı konusunda dertlenip duruyor. Bir önceki mahir ustamızın yaşadığı gibi kısa süreli değil tam aksine saatlerdir ve aslında artık alışkanlık haline getirdiği için, haftalardır belki de aylardır bu stresin içinde yaşıyor.


Ama yüksek beta yüksek betadır. Dolayısı ile şöyle düşünceler gelişiyor:

  • Böyle giderse üç aya kalmaz beni işten çıkarabilirler. Çıkarmasalar bile zaten bu pahalılıkta altı ay sonra evi geçindirmem mümkün değil. İki sene önceki işimden keşke ayrılmasaydım, orada kalsaydım şimdiye daha yüksek bir maaşım olabilirdi. Yani zaman odaklı kaygılar…
  • Zaten bu memleketten bir halt olmaz, ne zaman işler yolunda gitti ki? Hepsi hükümetin suçu, böyle olacağı belliydi. Babam da borç isteyecek zamanı buldu, şimdi geri istesem bir sürü laf söyler. Şu patron yalakaları olmasa belki zam alırdım ama nerdeee… Yani çevre odaklı kaygılar…
  • Benden bir numara olacağı yok, ne eğitimim doğru düzgün ne de bir kabiliyetim var. Şu ingilizceyi zamanında halletseydim keşke. Şimdi öğrenmek istesem artık kafam almıyor ki. Yaş geçti kardeşim, bu yaştan sonra öğrensem ne fark eder. Yani beden odaklı kaygılar…


Burada senin için bir ipucu var aslında. Gün içerisinde yüksek betada olup olmadığını tam da bu gibi düşüncelerin yardımıyla anlayabilirsin. Eğer ki şöyle olsaydı böyle olurdu, böyle yaparsam şöyle olur, şu olursa bu olacak gibi düşüncelere kapılıp gittiysen yüksek beta seviyesinde olduğunu anlayabilirsin. Bir arkadaş ricasıdır: Hemen çık o kısır döngüden.


Belki şunu merak ediyor olabilirsin: Bunda ne var ki, biraz analiz yapmak, biraz uzun vadeli olasılıkları düşünmek bazı olumsuz şeyler konusunda hazırlıklı olmamı sağlayabilir, neden olmasın?


Rica ediyorum olmasın!


Çünkü, ilk örnekte de konuştuğumuz gibi yüksek beta seviyesi hayat kurtarıcı acil durumlar için bize bahşedilmiş bir yetenek ama her üstün performans gibi bunun da dezavantajları var. Böylesine hayat kurtarıcı bir hassasiyette beynimiz geri kalan her şeyi ve özellikle de sağlığımız konusunda geri kalan her şeyi ikinci plana atıyor hatta bir kısmını yok sayıyor. Bu alerjik, hasta, enerji yönünden yoksun ve kronik olarak yorgun düşmeni sağlıyor ki bu haller olumsuz düşüncelerin için kendi kendini kanıtlayan bir kısır döngüye sebep oluyor. Bu da her defasında kendini daha kötü hissetmene ve yaşam kalitenin dibe vurmasına neden oluyor.


Ve bu kronik döngü iyice kemikleştiğinde artık hem geçmiş üzüntüsü, hem gelecek kaygısı, hem de sağlıksız beden yerinde ağırlaşmışken bir suçlama hastalığı tam bir bağımlılığa dönüşüyor. Sonra şunun gibi şeyler duyuyoruz sürekli:

  • Annem çocukken beni bu kadar yedirmeseydi böyle şişmanlamaz ve başarılı olabilirdim: Annemin suçu!
  • Düzgün bir eğitim alabilseydim benim de matematiğim iyi olurdu ve güzel yerleri kazanıp okuyabilirdim: Öğretmenlerin suçu!
  • Boyum bu kadar kısa olmasaydı ben de iş hayatında saygı görür ve çok iyi yerlere gelebilirdim: Genetiğimin suçu!
  • Ülkenin şartları ve ekonomi böyle kötü olmasaydı benim de aklımda çok güzel projeler var ama para mı var? Ülkenin suçu!


Ama şunları da biliyoruz değil mi?

  • Bu ülkenin en büyük tekstilcilerinden biri ülkenin en kilolu insanlarından biri.
  • Bu ülkenin en ünlü bilim insanı bir köy ilkokulundan çıkmış biri.
  • Bu ülkenin en ünlü iki sanayici ailesinin kurucuları kısa boylu insanlar idi.
  • Bu ülkenin en az beş ailesi dünyanın en zenginleri listesinde yer alıyor.


Lütfen beni yanlış anlama, ben de kimseyi suçlamak istemiyorum tabii ki. Demek istediğim şu: Aslında senin, benim, her birimizin çevresinde bu ülkenin ve dünyanın en başarılısı olabilecek bir sürü insan varken, bunlara sen ve ben de dahilken, üzücü bir biçimde zihnin oyunlarına kurban gidiyor ve sadece kendi adımıza değil toplumsal refah adına büyük fırsatları tepiyoruz. Bunu yapmayalım, ne kendimize ne birbirimize, lütfen.


Yani her gerçekliği aslında çeşitli kaygı ve korkularımızla biz kendimiz inşa ediyoruz ve bu gerçeklikler var oldukları için değil biz onlara inandığımız için hayatımızda oluyorlar. Başka bir deyişle aslında olmadığı halde olduğunu sandığımız bu sanrılar sebebiyle var olmadığı halde varmış gibi tanıdığımız bu tanrılar bizi kıskıvrak ele geçirerek tüm hayatımızı mahvediyorlar.


Belki de Kelime-i Tevhid’in başlangıcına ezbere değil de bütüncül bir manada bakabilmeyi başarırsak bu sanal sorunlardan kurtulabiliriz. La İlahe: Hiçbir mutlak tanınacak yoktur, İllallah: Sadece Allah vardır. Dolayısı ile kiminin parası, kiminin nüfuzu, kiminin çevresi, kiminin imkanları, kiminin ailesi, kiminin yetenekleri, kiminin dıdısı vıdısı, her ne ise artık, onların hiçbiri benim tanrım değildir ve bana hükmedemez, ben koşulların ve şartların hükümlerini birer zorunluluk olarak alamam, ben eşyaya (şeylere) boyun eğemem çünkü benim Her Şeye Gücü Yeten, Kadir-i Mutlak, BİRR ve TEK Allah’ım varken, O’nun izni, muradı ve desteği ile ben durdurulamazım.


Gerçeklik kabul görülen bir yanılsamadan ibaret iken benim Allah’ım Öz Gerçek yani Hakikat’tir, HAKK’tır. Tüm gerçeklik versiyonlarının sahibi O’dur ve tüm olasılıkların en başından beri yaratıcısı O’dur. Dolayısı ile O’ndan aldığım güç ve güven ile “imkansız” benim için sadece karşılığı olmayan bir tanımdan ibarettir. O’nun dışında mutlak manada tanınacak bir şey olmadığı için bana korku yoktur. 


Gelecek için kaygılanmam vekilim Allah’tır benim.


Geçmişe üzülmem Allah benimledir. 

Blogger tarafından desteklenmektedir.