Header Ads

İkna Etmek, Kani olmak, Kanmak, Kandırmak, Kandırılmak... İzin Verme! / Sadece Sercan 06


Bazen gönülsüzlük oluyor kimi arkadaşlarıma karşı, ne yalan söyleyeyim. Çünkü uyarıların boşuna gittiğini görmek üzücü.

Sorulduğunda ve cevap verdiğimde, açıklamak zorunda olduğum şey gerçekler hem de kaçınılmaz gerçekler. Aslında tüm resim canlı ve açıklayıcı olarak gözümüzün önünde iken insanların kendini kandırma konusunda ustalaşmış olması kuşkuya neden oluyor.

Sunduğum veriler genellikle müthiş inandırıcılıkta, kadim bilgilerin ışığında onaylanabilecek şaşırtıcılıkta ama bunları anlamak için bağımsız düşünebilen bir zihin gerekiyor. Ama çoğu kişi, onaylanmak ya da menfaatlerine yönelik cevaplar alabilmek adına deliliğin dağlarında gezinmeyi tercih ediyor.

Belki de ismimin önüne; yaşam koçu, spiritüel ya da bilmem ne uzmanı gibi ünvanlar koymadığım için etkileyici olamıyorumdur, bilemiyorum. Zira titri kendinden menkul birçok şahsın düşüncesiz, aceleci ve ihtiras dolu yorum ve önermelerine ilginin bir hayli yüksek olduğunun da farkındayım.

Yok Yok Diye Diye…

Hiçlik ve yokluk kavramlarının, var olmanın tersi ve yok oluş ile aynı veya yakın anlamlar ile kullanılmasından ve bu kullanım sebebiyle içinde bulunduğumuz tüm neşe ve güzelliklerin karanlığa itilmesinden kaynaklı sorular her geçen gün artıyor. Bu çok büyük bir baskı oluşturuyor ve neticesinde insanların zaten yolunda gitmediğini düşündükleri hayatlarındaki bir damlacık huzur da ellerinden alınıyor. Bu yüzden olgunlaşmak adına dinlenilen veya okunulanlar, tam tersine üzerine basılıp ezilmiş bir tohum gibi ruhları ve yaşamları karartıyor.

Bu karanlık, insanları tarifsiz bir acıya sürüklediği için tepkisizlik bir savunma mekanizması olarak hortluyor. Acı dayanılmaz olduğundan çevresine ve olaylara karşı hissizleşmeyi tercih eden birçok yürek aslında bunu, kendilerini tamamen çaresiz hissettikleri için yapıyor. Çünkü yok olduğuna veya yok olacağına inanan çaresiz birey, kendini tam anlamıyla etkisiz ve değersiz hissediyor.

Çünkü yok olacaksın gibi söylenen “yoksun” ibareleri, insanları ölmeye mahkum, kimsesi olmayan, yetenekleri yetersiz hatta sefil, gübre hammaddesi birer mahluk derecesine düşürüyor. Bir de yılanlar ve solucanlar tarafından yenileceğimizi anlatan hikayeler var ki…

Bu yetmezmiş gibi, bir de cennet ve cehennemin inkar edildiği, her ikisinin de buradaki iyi ve kötü hallerimize benzetildiği, olumlu ve olumsuz durumların toplam ismi gibi anlatıldığı teraneler ile ölümden sonraki hayatı da insanların ellerinden almaya çalışmalar…

Yani kısaca toparlarsak: zaten yokuz, var sanıyoruz, herşey bir kurgu, ölüp, kokup, çürüyüp, hiçliğe karışacağız ki bu da buradaki tüm sevdiklerimiz, yaptıklarımız, hissettiklerimiz ile birlikte tüm ömrümüzün boşa olduğu gibi zehir zemberek anlatımlar…

Ne Gerek Var Yaşamaya?

Bu da şuna sebep oluyor: Anne, baba, arkadaşlar hatta evlatlar dahi, yaşam adına ne varsa her şey bir yanılsama ve bunlara o kadar anlam yüklenmemeli.

Bu da şuna sebep oluyor: Hayat ile bağını koparmış, üzüntü içinde, kaldıramayacakları kadar tutarsız ve ağır düşünceler altında ezilen, bu ağırlığın altında her seferinde daha da dibe batan ve artık yaşamaktan zerre kadar lezzet alamayan ruhlar ve bilinçler…

Bu da şuna sebep oluyor: Tükenmişlik, tahammülsüzlük, heyecanı içinden çekilmiş bir varoluş, hayal kurmayı bırakmış zihinler, kupkuru gönüller, kör gözler, tamamıyla tembel bir beden ve sabah uyanmak ve yataktan çıkmak için hiçbir sebebin kalmaması…

Çünkü zaten yoksak veya yok olacaksak ve tüm bu ömrün hepsi toz olacak ya da buharlaşacaksa, hiçbir şey hatırlamayacaksak ve hiçbir şeyin bir amacı yoksa zaten yaşam da yok demektir.

Ve son olarak bu da şuna sebep oluyor: Yaşamanın ne anlamı var ki?

Uyuşturucu Satıcıları

Düşman askerleri tarafından esir alınmış ve kurşuna dizilmek üzereyken sana birinin bir çuval para vermesi gibi, tüm yaşam anlamsızlaşıyor. Ve bu anlamsızlık nefrete, isyana dönüşüyor. Çünkü onbeş saniye sonra ölecek iken önüne bir çuval para koyanın alaycı bir sadist olacağı gibi, madem yoksak veya yok olacaksak bu yaşamı veren ve var eden Allah da acımasızdır diye düşünüyor insanlar, tüm o çaresizliklerinin içinde.

O zaman bu hayat bir işkence ve dünya da bir işkence aletinden başka bir şey olmuyor yaralı yürekler için. Bu işkence kaçınılmaz olduğu için de her türlü uyuşturucu da mübah oluyor acılı zihinler için. Madem bu kadar anlamsız; neden kendini alkole vermesin ki, neden haksız kazanç ya da kumardan uzak dursun ki, neden başkalarına yardım etmek ile uğraşsın, hem zaten onlar da yok olup gitmeyecekler mi? Neden ana babası, akrabaları, arkadaşları hatta evlatları için bir uğraşa girsin ve hatta neden evlat sahibi olsun ki? Bu işkenceye bir kişiyi daha mahkum etmenin nasıl iyi bir tarafı olabilir?

Daha önce çok defa rica ettiğimi hatırlıyorum ama lütfen tekrar etmeme müsade et: Lütfen seni korkutmalarına, değersizleştirmelerine ve seni kullanmalarına izin verme. Bu korkutmaların ve değersizleştirmelerin tek amacı bu çünkü. Akış deneyiminden çok uzakta yaşadığımız içinde bulunduğumuz bu modern hayatın sana acı ve sıkıntı verdiğinin farkında olanlar, senin bir arayışta olduğunun ve aradığın için henüz gözlerinde bulutlar olduğunun farkında olanlar, yorulduğunun ve artık dinlenmek, huzura ermek istediğinin farkında olanlar tüm bu korkutucu ve anlamsızlaştırıcı anlatımları uyuşturucu olarak satıyorlar.

Doğru Soruları Sormak

“Hiçbir amacımız yok” veya “bir amaç edinmemelisin” diyenlere sor mesela; “hiçbir amacımız yok” ve “bir amaç edinmemelisin” cümlelerini hangi amaç ile kurmuş?

“Yokuz” veya “yok olacağız” diyenlere sor mesela; “yokuz” ve “yok olacağız” cümlelerini kurabilen “varlık” kim?

“Cennet ve cehennem yok, hepsi burada” diyenlere sor mesela; en güzel renk, tat ve kokudaki meyveyi yedikten sonra bile, sekiz saat içinde dışkıya dönüştüren bir entropi deryası nasıl beceriksiz bir tanrının cenneti olabilir? Veya kendisi nasıl bir tanrıya inanmaktadır?

Ve lütfen sor: Neden uyumuş, neden uyanmış, neden seni dinliyor, neden sana cevap veriyor, neden iletişim kurma ihtiyacı hissediyor? Gülüyor, kızıyor, görüyor, söylüyor, okuyor, hareket ediyor, geliyor, gidiyor ve daha aklına gelen her ne kadar eylem, yaşanmışlığa dair ne kadar isimlendirilebilecek şey varsa… bu anlamsızlığın içinde neden bütün bunları yapıyor?

Bu soruları sormanı istememin sebebi şu: bu korkutmaların dozu ve içeriği o kadar karmaşık hale geldi ki artık konuşanlar ve konuşulanların kendileri ile çelişmeye başladıklarını çok az bir dikkat ile fark edebilirsin. Zaman zaman eski anlatılanlara atıfla yeni düzeltmeler ve “aslında orada şöyle denmek istenmiştir” gibi anlatımlar ile pazarlamayı sağlamlaştırma çabalarını da sıkça görüyorum.

Sarhoş Maneviyatı

Maneviyata bu gibi eğlenceli bir beceriksizlik ile, çakırkeyif bir alkollünün ağzının dolanmasındaki sempatiklik ile yaklaşılmasının insanlara ilgi çekici gelmesini de anlayışla karşılıyorum aslında. Zira bugüne kadar asık suratlı ve ciddi bir anlatımla sunulan maneviyatta bir lezzet ya da anlam bulamayan insanların, “yine anlamıyoruz ama bu çok sevimli” demesi mazur görülebilir belki de. Bu sebeple hiçbir arkadaşımı yargılıyor değilim, lütfen beni yanlış anlama.

Son olarak sürekli tekrarladığım biçimde bugünkü konuşmamızı bitireyim: Sen değerlisin, kıymetlisin, özelsin, biriciksin, eşsiz ve benzersizsin. Tıpkı her birimizin olduğu gibi. Bu yüzden seni değersizleştiren, korkutarak eğitmeye ya da ikna etmeye çalışanlara kendini kullandırtma.

Şunu da not olarak düşeyim: iKNa etmek, KANi olmak, KANmak, KANdırmak, KANdırılmak… Tüm bu kelimelerin aynı kökten türediğini bil lütfen.

Blogger tarafından desteklenmektedir.