Header Ads

Bunların Hepsi Dogma, İslam Bilimsel Değil Diyorlar / Beden - Zihin - Ruh 27


Biraz tanıdıklar hakkında konuşalım mı seninle bugün?

Şöyle tanıdıkların var mı mesela: Bildiği yemeklerin dışında hiçbir şey yemez. Bırak dünya mutfaklarından bir şeyler denemeyi, anasının pişirdikleri dışında hiçbir şey denemeye bile yanaşmaz. Hatta bazıları vardır ki, ev dışında hiçbir şey yemez.

Yemek dışında bir de bunu tüm yiyeceklere yayanlar var mı tanıdığın? Brokoli, avokado veya doğal yağlar konusunda, sen her ne kadar faydalarını anlatıp tavsiye etsen de aynı cevabı verenler: “Ben bilmediğim şeyi yemem.”

Gelelim giysilere. Kimi kumaştan başkasını elbiseden saymaz, kimi tüm kumaş giysileri demode sayar, kimi sportif takılır, kimi kara-kuru-gri, kimi de renkli ve desenliden şaşmaz. Var mı böyle giyim tarzını hiçbir şekilde değiştirmeyen ve kendi gibi giyinmeyenleri eleştiren hatta kötüleyen tanıdıkların?

O gazete ya da televizyon kanalı dışında bir medya tanımayan, kendi inancı ya da politik görüşü dışında hiçbir lafı sözü dinlemeyen, doğduğu köy ya da kasabadan dışarı çıkmayan, kendi gibi düşünmeyen herkesi cahil sanan ve hatta iddia eden, yeni isimlere, yeni tercihlere, yeni teknolojilere, yeni sistem veya otomasyonlara, ve yeni olan her şeye kötü ya da eğreti gözüyle bakan ve bazen onları aşağılayan, küfür eden tanıdıkların var mı?

Ben uzun uzun örneklendirdim, seninle konuşmayı uzatmayı seviyorum, ama aslında bunun kısa bir tabiri var, bildiğini düşünüyorum:

“Ot gelip saman gitmek” :)...

Anladığını düşünüyorum ki, bilinmeyenden korkmak ya da gayba olan inanç ve güven eksikliği sadece maneviyatını değil günlük, sıradan işlerini ve olağan yaşamını dahi bu kadar kötü etkiliyor işte.

Az önce saydığım örnekler dışarıdan bir duruş veya görüş gibi gelse de gözümüze, içeriden bakıldığında tam bir kaçış hikayesidir. Korkulardan amansız bir kaçış… Alıştığının dışında bir şeyle karşılaşmak, her zaman yaptığı şeyin dışında bir şey yapmak zorunda kalmak, ya öyle değilse, ya şöyle olursa, ya böyle derlerse gibi korkular.

Peki bunun neticesi nedir biliyor musun? Tatsızlık!...

Ama her şeyde bir tatsızlık. Keyif alamamak, hayatın zevklerinden yoksunluk, yaptığın hiçbir şeyin tadının kalmaması ve sürekli tekrar eden bir hayatın anlamsızlığı… Sonra da hep aynı soru: “Biz bu dünyaya niye geldik?” :)... Sanki yapılabilecek her şeyi denemiş de sıkılmış dünyadan, bak sen hele! :)...

Tatsızlığın sebebi ise özellikle dopamin başta olmak üzere mutluluk hormonlarının eksikliği. Çünkü söz konusu hormonların en çok salgılandığı şeylerden biri yeni bir şeyler yapmak. Tüm bağımlılıkların ana nedeni de bu, ama pek farkına varılmıyor.

Alışveriş değil aslında bağımlı olunan şey, yeni bir şey almak. Aynı elbiseden sırayla on defa aldığında bir keyif almıyorsun yani. Ama yeni bir elbise aldığında, yine aynı keyif geliyor. Veya babanın fırını var ve akşama kadar ekmek, kuru pasta içindeysen, yemek bağımlılığı dışarıda sana kuru pasta yedirtmiyor. Fırında olmayan yeni bir şey yemek istiyorsun ve ancak o zaman yediğinden zevk alıyorsun. Aynı şekilde sosyal medyada tek bir takipçin sürekli her yaptığını beğendiğinde ya da bir beğenip sonra iptal edip tekrar beğendiğinde hoşuna gitmiyor. Yeni bir takipçi ya da yeni bir beğeni aldığında bayılıyorsun :)...

Neyse senin bu egosal yaklaşımlara kaymayacağını biliyorum, öyle lafı geldi anlattım işte. Gelelim asıl meselemize: bu yeni olandan kaçma işini nasıl çözeceğiz?

Aslında farklı bir şey önermeyeceğim, tek ihtiyacın olan biraz cesaret. Ama bu defa yapacakların pek kolay. 

Her sabah mercimek çorbası içiyorsan arada bir de ezogelin dene mesela. Bir şey olmayacak, ölmeyecek ya da zehirlenmeyeceksin. En fazla tadını beğenmeyebilirsin ama beğenme ihtimalini de deneyimlemiş olacaksın. Kim bilir?

Sürekli kendi inanç, ideoloji veya ilgi alanına yönelik şeyler okuma mesela. Ayda bir de fantastik edebiyat veya çocuk kitabı oku. Bir şey olmayacak, eski okuduklarını unutmayacak ya da inancını kaybetmeyeceksin. En fazla bir şey anlamayabilirsin ama çok güzel hikayelerin ihtimalini de deneyimlemiş olacaksın. Kim bilir?

Eve başka bir yoldan gitmeyi dene, bir gün de sebepsiz yere işten izin almayı, bir hafta sonu hiç gitmediğin bir yere gitmeyi, bu hafta da başka bir pazardan alışveriş yapmayı dene mesela. Bir şey olmayacak, kaybolmayacak, kovulmayacak ya da aç kalmayacaksın. En fazla biraz yorulabilirsin ama yepyeni insanlar, zamanlar ve yerler için ihtimalleri deneyimlemiş olacaksın. Kim bilir?

Sürekli “kim bilir?” diye sorduğumu fark ettin sanırım. Sen bunun cevabını biliyorsun. Kim Bilir? Her şeyin en doğrusunu, en güzelini ve en iyisini Allah bilir. Ama konuşmanın başında dillendirdiğim gibi davranıyorsan eğer, o zaman “Ben bilirim” demiş olmuyor musun?

Tedbir… Tercih… Temkin… Bunları yok sayıyor ya da saygı duymuyor değilim. Herkes gibi tedbirli, belirli konularda seçici ve ölçülü olmak kaliteli bir yaşamın gereklilikleri ve kolaylaştırıcılarıdır. Bunları reddetmiyorum ama sürekli aynı şeyi yapana insan değil robot deniyor. Benim isteğim ufak tefek yaramazlıklarla bunları kırman ve keyifli bir biçimde yaşaman, kendini daha iyi hissetmen.

Hayatla savaşma Can Dostum! Kabul, tüm güzelliklerin kapısını açacak olan anahtardır. Her şeyin baştan belirli olmasına, ikna olmana, en baştan güvende hissetmene ve her şeyin sürekli aynı olmasına gerek yok. Allah var, gerisi yaşamak…

İslam’ın beş şartını hatırla lütfen benimle birlikte. Şehadet, salat, oruç, zekat, hac. Birincisi şehadet.

Ne diyoruz Kelime-i Şehadet’de? “Allah’tan gayrısı yoktur, Muhammed (s.a.v.) O’nun kulu ve elçisidir.” Bu bir kabuldür. Önce kabul edersin çünkü, ve sonra tüm kapılar ve cevaplar açılır. Yani Allah var, gerisi kolay…

Ama biraz tersine işliyor süreç bazıları için :)... Önce diyor ki: “Gidip de bir taşın etrafında dönüyorsunuz, bunun puta tapınmaktan ne farkı var, cahilce ve ilkel değil mi?” Sonra diyor ki: “Neden çalışarak, hak edip kazandığım şeyi, başarısız ya da tembellerle paylaşıyorum ki” Sonra da şu geliyor: “Aç kalmamın kime ne faydası var? Ve son olarak: “Benim günde beş defa ibadetime ihtiyacı olan bir tanrının Olympos’takilerden ne farkı var?” Bunlara cevap verilebilirse ikna olacağını ve iman edeceğini düşünüyor ya da iddia ediyor. Ama bunlara cevap versen bile, aslında pek bir şey değişmiyor :)... Yok kurban kesmek canilik değil mi, Nuh Tufanı’na dair bilimsel kanıt yok, saçıma sakalıma neden karışıyor, yok güncel değil, yok arap kültürü, uzayıp gidiyor… 

Bu yüzden dinin adı islam yani teslimiyet. Çünkü eğer teslim olursan, namazın aslında senin için bir yükseliş vesilesi olduğunu ve Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı olmadığını anlatabilirim ben sana. Eğer kabul edersen, orucun sadece aç-susuz kalınan bir perhiz olmadığını, o açlık ve susuzluğun hem kişisel hem de toplumsal amacını ve faydalarını anlatabilirim ben sana. Eğer baştan niyetlenirsen; paranın da, malının da, mülkün de, zenginliğin de aslında senin olmadığını ve eline geçmesinin asıl sebebinin bir aracılık, iyilik, yardım ve hizmet için bir vesile olduğunu anlatabilirim ben sana. Eğer baştan söz verirsen, bunun fiziksel bir beden burasının da bir madde dünyası olduğunu, o sadece taştan ibaret sandığın kütlenin nasıl bir görünmezin görünürü olduğunu anlatabilirim ben sana. Aksi takdirde, ne seni ikna edebilirim, ne bir şeyi sana ispat edebilirim, ne sana iman veya hidayet verebilirim. Çünkü HÂDÎ olan Allah’tır.

Ve geldik malum soruya: “Bu bir dogma değil mi?” :)...

Kelime-i Şehadet bir dogma değil, sezgisel bir kabulleniştir. Bu yüzden hidayeti ancak Allah verir ve aslında yaratılışın en başında, zamandan da önce kendi ruhundan üfleyerek vermiştir. Özünde inanmayan ya da hiçbir inancı olmayan yoktur, sadece içindeki cevheri fark edememiş olan vardır. Dogma ise hiçbir sınamadan geçirilmeyen, dayanağı olmayan, aksine sınama ve dayanak gerektirmediği iddia edilen bir inattır. Her şey için olan ve her şey O’nun için olan Allah inancı tabii ki bir dogma değil, aksine tüm açıklamaların dayanağıdır.

Ve sıradaki argüman gelsin: “Bu hiç bilimsel değil!” :)...

Gel seninle en bilimsel olan şeye bakalım, bilimin en temeline, matematiğe… Matematik nedir? Aslında “1 (BİR)” sayısının kabulüdür. Peki “1 (BİR)” nedir? Neye “1 (BİR)” deriz ya da “1 (BİR)”in ne olduğunu gösterebilecek biri var mıdır? Kağıt üzerine yazdığın bir rakamı göstermek “1 (BİR)”i göstermek değildir. “1 (BİR)” sayısını ifade ettiğini kabul ettiğin bir çizimi göstermektir. Ama “1 (BİR)” sayısının ne olduğunu, aslında ne olduğunu kimse gösteremez. Kağıda yazdığın rakamı bir Hintliye göstersen ya da eski Roma’da birine gösterseydin bir karşılığı olmayacaktı. Ama onlarında “1 (BİR)” diye ifade ettiği bir şeyin, bir sayının olduğu da kesin. Peki gösteremediğimiz ama herkesin bir şekilde kabul ettiği bu “1 (BİR)” nedir? Gösteremediğimize ama bir şekilde herkes kabul ettiği ve ifadesi olduğuna göre bir anlamı olmalı değil mi? 

Evet, “1 (BİR)” aslında bizim tam dediğimiz, parçalanmamış ve bütün dediğimiz şeyin adı. Bu bütünlük anlamına sayısal olarak “1 (BİR)” diyoruz. İşte bu anlama ulaştığımızda artık gerisi gelebilir. Çünkü “1 (BİR)”i biliyor, kabul ediyor ve inanıyoruz artık. Bildiğimiz için “1 (BİR)”i “1 (BİR)” kere bölersek elde edeceğimiz şeye “2 (İki)” diyebiliriz. Aslına elimizde artık bir bütün ve bir bütün daha vardır. “1 (BİR)”i anlamlandırabildiğimiz için buna bir “isim” verebiliriz ve buna da “2 (İki)” deriz. Ve yine bir “1 (BİR)” ve bir “1 (BİR)”in her ikisinin birden varlığına “2 (İki)” diyebileceğimizi anlamlandırdığımızda “toplama” dediğimiz şeyi de anlamlandırabiliriz. Böylece devam edersek tüm sayılara giden yol açılmıştır artık. Ve sayılar çoğaldığında, aynı şeyleri çok defa toplamamız gerekirse de artık “çarpma” dediğimiz şeyi anlamlandırabiliriz. 

Tanımlayamadığımız tek bir şey kalmış gibidir: “0 (Sıfır)”... Çünkü “1 (BİR)” sonsuza kadar bölünerek bize her şey için bir kaynak olurken “0 (Sıfır)” nedir? “0 (Sıfır)”ı nasıl anlamlandırabiliriz. Aslında anlamlandıramayız ama bir kabul ile başa çıkabiliriz. “1 (BİR)”in olmayışına “0 (Sıfır)” deriz. Yine bir karşılığı yoktur çünkü hiçbir şekilde gösteremeyiz ama dediğim gibi “1 (BİR)”i bildiğimiz için kabul edebiliriz. Yani bana bir bardak, iki sandalye, üç elma göster dediğimde gösterebilirsin ama bana sıfır bardak göster dersem… :)... Evet, gösteremezsin. O zaman artık “0 (Sıfır)”a da bir anlam verebiliriz: Yok!... Yoksa “0 (Sıfır)”dır ve aslına bu “1 (BİR)”in olmayışının bir açıklamasıdır. Yani “1 (BİR)” kabul edilmeden ne sonsuz ne de yokluk anlaşılamaz, anlam bulamaz. 

E, ben ne diyorum: “BİR olan Allah olmadan hiçbir şeyi anlamlandıramaz, nihai olarak cevaplayamaz, temellendiremez, ifade edemezsin.” 

Yani eğer İslam dogma ise pekala tüm bilimde dogmadır. Ve eğer bilim her şeyin açıklaması ise pekala bilimin kaynağı da Allah’tır. Zira en başta “1 (BİR)” olarak kabul ettiğin “BÜTÜN” ifadesinin kaynağını da sorgulayacak olursan “ezeli ve ebedi bir yaratıcı” dışında tatmin edici bir cevap bulamazsın.

Bu yüzden ilk yapılacak şey ilk olanı kabul etmektir. Bu yüzden dinin ve yaşamın özü ve başlangıcı teslimiyettir. Bu yüzden din dünyadan ayrı bir şey değil, aksine hayatın tam ortasında yer alan, yaşamın her zerresinde var olduğunda yaşamayı anlamlı kılan bir şeydir.

O yüzden kabul et, teslim ol ki Can Dostum, gerisi kolay olsun. O kolaylaştıracaktır, O varsa gerisi kolay olacaktır. O zaman “benim istediğim olsun” demek yerine “olanı istemeyi” de anlamlandırabilirsin. Çünkü her şeyin en doğrusunu, en güzelini, en iyisini yani senin için de en doğrusunu, en güzelini, en iyisini Allah BİLir…

Az önce de dediğim gibi: Allah var, gerisi yaşamak… 

Blogger tarafından desteklenmektedir.