Sanır ki Ayna Ondan Başkasıdır; Ayna Hakk'ın Kendisidir / Şems-i Tebrizi 01
Ten'den geçer de can'a erişirsen bir hâdis'e yani sonradan yaratılmış varlığa kavuşmuş olursun. Hakk kadim'dir; başlangıcı olmayan varlıktır. Hadis, kadimi nerede bulur? Onu nasıl anlayabilir? Toprak nerede, her şeyi yaratan ulu Allah nerede?
Sende bulunan o kudret ki, sen onunla hareket eder onunla kurtuluşa erersin; candır ama, canı koltuğuna aldığın zaman ne yapmış olursun?
Bu gün orası öyle yüce bir saraydır ki, dilek'sizdir; hiç kimseden bir şey beklemez. Ama sen ona dilek götür ki, dileksiz olan O, dileği sever; sen de o dilek yüzünden şu hadiseler arasından fırlayıp yakayı kurtarırsın.
Kadimden sana bir şey erişir. İşte o aşk'tır". Aşk tuzağı gelir ve seni sarar; nasıl ki Kuran'da, “Onlar Allah’ı severler, Allah da onları sever.” ve “Bu Allah'ın bir vergisidir ki dilediğine verir.” (Mâide, 54) nükteleri, işte bu sevginin etkisine işarettir. O kadimden kadimi görürsün, “O, gözleri kavrar,” (En'am 103) âyetindeki nükte de buna işarettir.
Kıyamete kadar sonu gelmeyen ve gelmeyecek olan sözün tamamı budur.
Bana velî diyorlar. Dedim ki haydi öyle olsun, bana bundan ne kıvanç olabilir? Belki ben bununla öğünürsem çok çirkin düşer, ancak Mevlânâ, Kuran ve hadiste yazılı vasıflardan anlaşıldığına göre velî'dir. Ben de velinin velisi, yani dostun dostuyum; bu bakımdan daha sağlamım.
Aynaya yüz kere secde etsen hiç yerinden oynamaz. Onda eğer sonradan olmuş bir çirkinlik varsa, kusuru kendinde bil aynayı kötüleme. Onun yüzünde gördüğün bu tek kusuru ondan gizle, çünkü o benim dostumdur. O hal diliyle der ki, “Bu elbette olmaz.”
Dedi ki: Şimdi ey dost, aynayı elime ver de bakayım diyorsun! Buna bir bahane bulamıyorum, sözünü kıramıyorum, ama gönülden bir bahane bulayım da aynayı sana vermeyeyim diyorum. Çünkü senin yüzünde bir kusurun var desem, belki ihtimal vermezsin, eğer aynanın yüzü kusurludur desen daha beter olur.
Sevgi bırakmaz ki bir bahane bulayım. Şimdi diyorum ki, aynayı eline vereyim, ancak aynanın yüzünde bir kusur görürsen onu aynadan bilme; aynada sonradan olmuş bil! Onu kendi hayalin bil, yahut kusuru kendinde bul! Bari benim yanımda aynaya bakma. Şart odur ki aynanın yüzünde kusur bulmayasın. Eğer kendine de kusur bulamıyorsan, bari o kusuru bende bul ki aynanın sahibiyim. Aynayı kötüleme!
“Kabul ettim and içtim,” dedi, “aynayı getir artık sabrım kalmadı.” Tekrar gönlü razı olmadı, “Ey üstat,” dedi “tekrar bir bahane bulayım ola ki bu şarttan vaz geçersin.” Ayna işi ince bir iştir. Tekrar aradaki sevgi buna müsaade etmedi. “Şimdi o şartı bir daha tazeleyelim,” dedi. O da şu cevabı verdi: Şart ve sözleşme şudur: Her kusurunu gördükçe aynayı yere vurmayacaksın, onun cevherini kırmayacaksın! Cevheri kırılmaya elverişli olmasa bile bunu yapmayacaksın. “Hâşâ,” dedi “asla böyle bir kasıtta bulunmam ve bunu da düşünmem bile. Ayna hakkında hiçbir kusur düşünmem.”
“Şimdi aynayı bana ver ki bendeki edebi göresin; bendeki vefayı göresin!” Dedi ki: Eğer kırarsan onun cevheri şu kadar, bedeli bu kadardır. Buna tanıklar, deliller gösterdi.
Şimdi bütün bu sözlerden sonra aynayı eline verince kendisi kaçtı. Öteki kendi kendine, “Eğer bu ayna iyi ise, o niçin bırakıp kaçtı?” diyordu. Hemen kırmayı düşündü, yüzüne tuttuğu zaman yüzünde çok çirkin bir hayal gördü; istedi ki yere vursun. Ama bunu yapamadı. Dedi ki: Onun yüzünden ciğerim kan oldu. Şu suç ve ziyan karşılığı ödeyeceği paralar, bu iş için tutulan tanıklar sözleşmeler hatırına geldi. “Keşke,” dedi “o şartlar, o tanıklar ve para cezaları olmayaydı. Ben de gönlümü hoş eder ne yapmak gerektiğini ona gösterirdim.”
O bunu söylerken ayna da hal diliyle ona şöyle çıkışıyordu: Görüyorsun ya! Ben sana ne yaptım? Sen bana ne yapıyorsun? Şimdi o kendini seviyor, bahaneyi aynada buluyor. Çünkü kendini seven kimse nefsine saygı gösteriyor. Aynayı seven de her ikisinden vazgeçer.
İşte bu ayna, Hakk”ın kendisidir. O sanır ki ayna ondan başkasıdır. Bununla beraber aynaya dönenlere ayna da karşılık verir. Aynanın eğiliminden dolayı onun da aynaya karşı eğilimi vardır. O tersine olarak aynayı kırmış olsaydı beni de kırardı. “Ben gönlü kırıkların yanındayım,” buyurulmadı mı? Sözün kısası, aynanın kendi kendine eğilmesi ve ihtiyat göstermesi imkansızdır. O bir mihenk taşı ve terazi gibidir; eğilimi daima Hakk’a doğrudur.
Bir defa ona desen ki, “Ey terazi! Bu ağırlık azdır doğru oturmuyorsun! Doğru göster!” O ancak hak olan şeyi gösterir; iki yüz yıl ayar versen, karşısında iki yüz kere secde etsen de faydasızdır.
Mevlânâ size çok teşekkür ediyordu; onu dinlemek ve dinlemekteki zevk, sizinle yanına gittiğimizde gösterdiği lütuf ve iltifatlar o kadar hoşumuza gitti ki, oradan ayrılmak istemedik. Şunu hatırla ki, bu halk ile iki yüzlü konuşursan hoşlarına gider; sen de onların sözlerini dinlersen hoş karşılarlar. Yoksa başka türlü konuşmaktan sıkılırlar. Bugün onlar bizimle iyi geçinmeseler bile yine doğru hareket etmek gerekir. Kendine ve dostlarına karşı daima doğru davranmak yaraşır. Nasıl ki ulu Allah Peygamberine, “Emrolunduğu gibi doğruluk göster!” (Hûd 113; Şûra 15) buyuruyor.
Sen ki doğrusun, doğru kal! Doğruluk göster. Eğriye ne kadar doğru desem doğrulmaz. Adamın biri Padişaha sohbet arkadaşı olmuştu. Bu adamın gerçek dostluğu Padişahın hoşuna gitti, onu daima hoş tutardı. Padişahın işleri bu yeni arkadaşının günlerinde düzelmeye başladı; en zor işler kolaylaştı.
Bu vaktin erleri ise bu yolda taklide giderler ve işi taklidin son kertesine götürürler.