Header Ads

Kuantum Şifa Kendini İyileştirme Dört Ortak Özellik / Joe Dispenza Türkçe 35


Bir krizle, bir hastalıkla, bir teşhisle ya da bir kayıpla karşılaştığımızda insan olarak bizim sınırlarımız nedir? Çoğunlukla bizim dışımızdaki bir şeyi mi kullanırız? İçimizdeki duygunun değişmesi için böyle mi yapıyoruz? Bu daha ziyade eski model bir gerçekliğe aittir. oysa insanlar, kendilerini iyileştirmeyi, içlerindeki varoluş durumunu değiştirmeyi öğrenmeye başladı. Hem de dışarıdan bir şeye bel bağlamadan.

Bunun önemi nedir derseniz; böylece kendilerine güvenleri artıyor ve sorunlarını birbirlerine, bir şeylere bel bağlamadan çözmeye meylediyorlar. İşte bu süreci açıklamak, 86'dan beri benim yolculuğum oldu.

Ve ben kaza geçirip yaralanmamdan ve kendi yaşadığım iyileşme deneyimimden sonra diğer insanlara bakmaya başladım. Onlar da aynı durumda ya da kronik hastalıkları olan insanlardı. Kimi geleneksel kimi başka tedaviler görüyordu. Ve durumları aynı ya da kötüye giderken, birden iyileştiler. Ben bu şekilde 17 ülkeye gittim. Aynı durumu yaşayan insanları gördüm ve yüzlerce, yüzlerce insanla konuştum. Bunlar kendiliğinden iyileşen insanlardı. Neticede hepsinin dört ortak noktası vardı. 

İlk olarak hepsi de içlerinde kendilerine hayat veren bir aklın olduğuna inanıyordu. Bu akıl da elbette bilinç. Ve bilinç farkındalık, farkındalıksa dikkatini yöneltme demektir. Böylelikle onlara hayat veren, kalplerini attıran, yediklerini sindirten ve bedenimizde bunlar gibi an be an yaşanan trilyonlarca fonksiyonu başarı ile organize eden bu muhteşem aklın ki, bedenimiz hayatın göstergesi olarak başlı başına bir mucizedir. ve insanlar da kendilerini bu akıldan daha iyi şifalandıramayacaklarını fark etti. 

Böylece bu akılla bir ilişki geliştirmeye karar verdiler. Zaman kazanmak, O'nunla bağlantı kurmak, O'nunla konuşmak, talimatlar vermek, bir plan sunmak için. Ve O'nunla bir ilişki kurarlarsa, O'nunla birlikte olup bir gelecek tasarlarlarsa ve bu niyetlerini, bu yaratımlarını, tasarımlarını ve muzdarip oldukları hastalıklarını büyük akla teslim edip, bunun yerine olmak istedikleri kişiye dair net ve yeni bir fikir getirip koyarlarsa, böylece büyük aklın cevap verip onların sağlık durumlarını değiştireceğini düşündüler.

Tespit ettiğim ikinci orta noktaları, bu insanların birden kendi hastalıklarının sorumluluğunu üstlenmeleri idi. Hiçbiri, "eski eşimin yaptıkları yüzünden" demedi. "Partnerimi kaybettim, patronum çok acımasızdı" demedi. Hepsi de "bu hastalığın sebebi benim" dedi. Yani kurban durumunun ötesine geçmişlerdi. Bu hastalığı yaratan şeyin kendi düşüncelerini yanlış yönetmeleri olduğunu fark etmişlerdi. 

Bu çok çok önemli bir andır çünkü çoğu insanın geçirdiği bir kriz ya da travma vardır. Ve bununla ilgili hissettikleri duygu ne kadar güçlü ise, iç dünyaları o kadar değişir, olayın sebebine odaklanırlar. O zaman beyin bir görüntüyü dondurur, buna da anı denir. Böylece insanlar, yıllar önce başlarına gelen şeyi bugün yine aynı duygular ile yaşıyor ve o duygular da geçmişin anıları ile bağlantılı olduğundan biyolojik hayatlarının büyük bir kısmını geçmişlerinde yaşıyorlar. 

Yani, bu duygular bizim düşüncelerimizi etkiler. O düşünceler de kimyasallar üreterek bize aynı duyguları hissettirir. Aynı duygular da aynı düşünceleri etkiler ve beynimiz de aynı kimyasalları yapar. Ve düşünme  --> hissetme, hissetme  --> düşünme döngüsüne gireriz. Böylece korku, değersizlik, suçluluk, utanç, acı, ıstırap, öfke, hayal kırıklığı, dargınlık... Bu duygular stres hormonlarının türevleridir. Ve uzun süreli stres hormonlarının da hastalık yapan genlere sinyal verdiği bilimsel bir gerçektir.

Şu an kullandığım kelimeleri bilmeyen insanlar, hastalıklarını yaratan şeyin bir ihtimal duygu ve düşüncelerini yanlış yönetmeleri olduğunu sezgisel olarak anladılar. Ve stres hormonlarından türeyen bu duygular, uzun vadede vücudu cidden darmadağın edebiliyor. Bu duygular bağımlılık yapar. Çünkü beyne ve bedene bolca enerji verir. Ben de bu yüzden stres konusunu çok detaylı bir biçimde incelemeye başladım. Çünkü bizim kültürümüzde hastalıkların ana sebebinin ne olduğunu bilip anlamak istiyordum. Ve bunun nedeni hayat tarzımız çıktı, genlerimiz değil. 

Ve insanlar bu düşünme  --> hissetme döngüsüne girince, bedenleri onların bilinçsiz zihni oluyor. Geçmişte yaşadıkları ile bağlantılı aynı duyguyu hissedince, bedenleri her gün geçmişteki aynı olayı yaşadığına inanıyor. Sonra da epigenetik dalını inceledim ve epigenetik de hastalıklara hastalık yaratan genlere sinyal veren dış çevrenin neden olduğunu söylüyor. 

Çevrenizde yaşadığınız deneyimin son ürününe duygu denir. Ve siz her gün aynı duygular ile yaşıyorsanız ve bunlar da stres hormonlarından geliyorsa, siz bir anlamda her gün aynı gene sinyal veriyorsunuz ve bedeniniz çevrenizden yeni bir bilgi almıyordur. Ve bunu tekrarlarsanız, genetik bir kadere yelken açarsınız. Bu şekilde duygusal ve psikolojik stresin fiziksel stresten, fiziksel travmadan ya da kimyasal dengesizlikten çok daha etkili olduğunu anladım. En etkili stres türü psikolojik ya da duygusal stres. 

Ve bu duygulara bağımlı olan insanlar, gördüğüm kadarıyla sorunlarını bazı duygulara olan bağımlılıklarını tekrar onaylamak için kullanıyorlar ve bu duyguları tekrar hissetmek için onları tetikleyebilecek olayları, durumları adeta arıyorlar. Tıpkı bir alkol ya da madde bağımlısı gibi. Acı çekme duygusundan, öfkeden, düşmanlıktan ve yargılamaktan vazgeçebilmek, bunları bırakabilmek için muazzam bir bilinçlilik, farkındalık ve istek gerekir. 

Ve şifalanma yolundaki insanlarda bu duygusal durumları bırakmaya, geçmişlerini, kendilerini, geçmişteki insanları affetmeye ve kendileri için sorumluluk almaya başlarlar. Ve bu çok ilginçtir çünkü bu görüşmeleri yaparken şunu da fark ettim: insanlar hiç sevmedikleri hayatlarına bağımlı olduklarını ve gerçek anlamda değişmek için bu bağımlılıktan kurtulmaları, hayata bakış tarzlarını değiştirmeleri gerektiğini görmüş. 

Yani başka şeylerin değil kendimizin nasıl olduğunu görüyoruz. Bu duygusal durumların üstesinden gelip, düşünme  --> hissetme döngüsünü durdurduğumuzdaysa çok güçlü bir değişim yaşanıyor. Ve siz bu döngüyü kırıp içinden çıktığınızda, kendinizi yabancı ve rahatsız hissetmeye başlıyorsunuz. Çünkü artık bildiğiniz bir durumda değilsiniz. 

Fakat düşünme  -->hissetme, hissetme  --> düşünme halinde olunca bu sizin bedeninizi o duygunun zihni olmaya şartlandırıyor. Yani değişim göstermek için bedeninizden daha güçlü olmanız gerekir. Çünkü bedeniniz zihin olmaya şartlanmıştır. Bedeniniz duygusal anlamda geçmişte yaşıyor çünkü bu duygular bedende depolanır. Dolayısı ile yeni bir gelecek yaratmak ve bir şeyleri değiştirmek isteyen bir insanın bu duyguları dönüştürmesi şarttır. Korkuyu cesarete, acıyı neşeye, öfkeyi şefkate, nefreti sevgiye... Ve bunu yapmak da büyük bir efor, büyük bir istikrar, süreklilik gerektirir. Yani insanlar hayatlarındaki zorlukları düşündükleri zaman, bu düşünceler kendileri ile çağrıştırılan, kendileri ile örtüşen bir duygu üretir. Böylece sadece düşünce yoluyla stres tepkisinin düğmesini açarlar. 

Ve aniden fark ettim, bunu hepimiz yapıyoruz. Yani hepimiz düşüncelerimize bağımlıyız. Ve düşüncelerimiz bizi hasta edebilir. Sonra "düşüncelerimiz bizi hasta edebiliyorsa belki iyileştirir de" dedim. Ve bunu sormak, bırakmak zorunda olduğumuz en büyük alışkanlığı fark etmeme neden oldu. Bu da kendimiz olma alışkanlığıydı. Çünkü pek çok insan belirli şekilde davranmaya, düşünmeye ve hissetmeye programlanmıştır. Neden? Çünkü şayet siz aynı duygularla ve aynı beyin devreleri ile yaşıyorsanız ve beyniniz geçmişin kaydıysa, duygularınız da geçmiş deneyimlerin kimyasal işareti ise, hayatınızın büyük kısmını geçmişte yaşayan bir kişilik olarak harcıyorsunuzdur.

Geçmişlerinde yaşayan insanlar, kimliklerini onaylamak için aynı duygularla tahmin edilebilir bir gelecek istiyorlar demektir. O halde bunları değiştirebilmek için çok büyük bir istek gerekir. Zihin olan bedenden daha güçlü bir istek ve her türlü programdan daha fazla bir süreklilik gerekir. İşte o zaman siz de bilinçsiz bir düşüncelerin bilinci olursunuz. Nasıl konuştuğunuza ve davrandığınıza dikkat edersiniz. Günlük hayatınızda birlikte yaşadığınız duygulara bakarsınız. Ve bir anda bu duygulara; suçluluk, acı, mutsuzluk gibi isimler verirsiniz. Sonra da bu beden ve zihin durumlarını dışarıdan gözlemlersiniz. Bunu da kendinizi iyi tanımak ve bilinçsiz durumları bilince dönüştürmek için yaparsınız. Ve böylece günün geri kalanında bunları bilinçsizce yapmazsınız.

Dolayısı ile her sabah uyanıp, bir önceki gün yaptığınız şeylerin aynını yaptığınızda, aşina olduğunuz dününüz, tahmin edilebilir yarınınız olacak demektir. İnsanlar zamanlarının %95'ini böyle geçmiyor. Çünkü kimliklerini onaylamak için aynı davranmaya,, aynı şeyleri düşünmeye, aynı şeyleri yaşamaya programlanmışlar. Bu rutini bozmak da ayrı bir istek gerektirir. Ve bu isteğin programdan daha güçlü olması gerekir. Çünkü çoğu insan bir program karşısında isteğini kaybeder ve bedenleri geçmişe dayanarak tahmin edilebilir geleceğe sürüklenir.  Bu alışkanlıktır. Yani otomatiğe dönmüş ve tekrarlanmak istemeyen bilinçsiz düşünceler, davranışlar ve duygular, kendimiz olma alışkanlığına döner ve bırakmanız gereken en büyük alışkanlığın, kendimiz olma alışkanlığı olduğunu gördüm.

Sonra da şöyle düşündüm: İşe bak! Düşünce tarzımı, duygu ve davranış şeklimiz, kişiliğimiz oluyor. Ve kişiliğimiz de kişisel gerçekliğimizi yaratıyor. O halde kişisel gerçekliğinizi yani hayatınızı değiştirecekseniz, kişiliğinizi değiştirmek zorundasınız. Ve neleri düşündüğünüzü tartıp nasıl gözlemlediğinizi düşündüğünüzde ve nasıl hissettiğinize dikkat ettiğinizde, bunu yaptığınız an, programdan çıktığınız ve o programı gözlemlediğiniz ilk an olur.

İşte kendimizi biyolojimizden bu şekilde ayırıyoruz. Yani kim duygularını, düşüncelerini ve davranışlarını gözlemliyor? Programdan çıktığınız anda: SİZ!... İşte bu üst biliş ve farkındalık kendimizi yenilememize, hayatta daha başarılı ve mutlu olmamıza izin verir. 

Bu da beni üçüncü keşfime götürdü. Bu durum her insan için kalıcı ve sürekli bir durumdu. Kendilerine sormaya başladılar: Yaşayacak belli bir zamanım var. Ben engelliyim, ben uyuşturucu bağımlısıyım ya da bir şekilde hasar gördüm. E, kim olayım? Kendimi yeniden keşfedebilir miyim? Başka biri olabilir miyim? Ve insanlar farklı düşünmeye başladıklarında genellikle şunu söylerler: "Beynimde hangi düşünceleri ateşleyip bağlayayım, ben neye inanmak istiyorum?" Sonra da nasıl bir hayat yaşamak istediklerini düşünürler. Tabii iyileştikten sonra bu aslında önemli bir sorudur. Çünkü çoğu insanın nasıl hissettiğini düşündüğünü sanmıyorum. Hissettiklerinden daha güçlü düşünemiyorlar. Hislerinizden güçlü düşünemiyorsanız geçmişte düşünüyorsunuzdur. 

Tekrar söylüyorum: Bu büyük bir efor gerektirir. İyileşirsem nasıl bir hayatım olsun diye düşünmek çaba gerektirir. Aslında bizim doğal donamımız yaratmaktır ve, bu insanlar gözlerini kapatıp bir şanslarının daha olması halinde yaşamak istedikleri hayatı zihinlerinde canlandırıyor. 

Bu da bizi benim tutkulu olduğum zihinsel prova denen aşamaya getiriyor. Beyniniz geçmişin bir kaydıdır ama düzgün bir şekilde prova yaparsanız ve gelecekte kim olduğunuza karar verip kendinizi o sahneye yerleştirirseniz, bu sayede şimdiden o gelecekteki gerçeklikte yaşamaya başlarsınız. Ve beyniniz hangisi gerçekte yaşanmış hangisi hayali, bunu ayırt edemez. Ve böylece beyninize bu olay şimdiden yaşanmış gibi görünen bir donanım kurarsınız. Ve artık beyniniz geçmişin bir kaydı olmaktan çıkar, geleceğin haritası olur. 

Bu arada, düşünce gücü ile beynimizin değiştiğini ya da onun geleceğe taşındığını gösteren sayısız zihinsel prova deneyimi mevcuttur. Mesela, daha önce hiç piyano çalmamış insanların beş gün boyunca, ikişer saat, zihinlerinde piyano çalma provası yaptığı ve beşinci günün sonunda, beyinlerinde gerçekten piyano çalanlarla aynı devrelerin geliştiğini yakından gördük. Bu da beynin bir şeyin gerçekte mi olduğu yoksa zihinde mi yaşandığını ayırt edemediği anlamına gelir. Ve siz bunu sürekli tekrar ederseniz, donanım bir yazılım programına dönüşür. Beyin ateşlenir, bağlanır, ateşlenir, bağlanır ve nörolojik devreleri kullanması için beyninize yerleştirirsiniz. Yani artık farklı tarzda düşünmeye ve farklı şekillerde davranmaya başlarsınız.     

Çünkü beyninizi artık geleceğe taşımışsınızdır. İnsanlar bunu anladıktan sonra zihinsel prova deneyimlerinin gösterdiği üzere, sadece düşünce gücü ile bedeninizi değiştirebilirsiniz. Araştırmalar ayrıca bir grup erkeğin gözlerini kapatıp iki hafta her gün bir saat boyunca zihinlerinde pazularını geliştirdiklerini, daha güçlü olma arzusuyla yoğun tutkulu, azimli duygular da hissettiklerini ve iki haftada pazularının %13 güçlendiğini gösteriyor. Onlar da piyano çalanlar gibi bunu eyleme dökmeden yaptı. Demek ki beden zihne cevap vermeye başlıyor. Ve yapılan provada bedeni geçmişten alıp geleceğe götürüyor. 

Zihinsel prova ile ilgili bunları keşfettikten sonra, insanların düşünerek, davranarak, hissederek bir kişilikten çıkınca bilinçsiz benliklerinin bilincine vardıkları ve bir daha bilinçsiz davranmadıkları mantıklı geldi. Bu insanlar bilinçli olarak yeni bir benlik yaratıyor ve bunu tekrarlayarak bilinçaltlarında o kişi oluyorlardı. Başka deyişle, ateşleme ve bağlama ile daha kolay düşünüp yaptılar. Çoğu, prova sırasında kendilerini öyle kaptırdı ki bu düşünceleri zihinlerinde deneyime dönüştü yani, gelecekteki olay henüz gerçekleşmeden onun duygusunu hissettiler. Hatırlayın, dış çevre de genlere sinyal yollar. Çevrede yaşanan bir deneyimin son ürünü, duygudur.

Ama biz dış çevrenin ötesinden bahsediyoruz. Bu insanlar o duyguyu hissetmek için dışarıda bir şey olmasını beklemedi. Minnet ve bütünlük duygusu için iyileşmeyi beklemedi. Bu provanın sonucunda minnet ve bütünlük duygusunu çoktan hissettiler. Ve bilinçsiz zihin olan bedenler, şimdiden o gelecek gerçekliğinde yaşadığına inandı. Yeni proteinler üreten yeni genler seçmeye başladılar. Proteinler vücudunuzun yapısından ve işlevinden sorumludur. Protein demek yaşamın kendisi demektir.

Kafam karışmıştı, çünkü çoğu insan eski kişilikleri ile yeni bir kişisel gerçeklik yaratmaya çalışıyordu. Ama işe yaramıyordu. Başka biri olmak zorundasınız. Kişisel değişim ve dönüşüm konusunda sinirbilim ve epigenetik dallarını çok araştırdım. Ve insanların nasıl kendiliğinden iyileştikleri sorusuna cevaplar buldum. Ben buna kuantum şifalama diyorum. 

Kiminin iyileşmesi de pek kendiliğinden değil, bile isteye olmuş. Bu insanların ortak noktalarında sıra dışı bulduğum son husus da bu yaratım sürecine kendilerini kaptırıp, bu içsel yolculukta uzun süre kalınca zaman ve mekan mefhumunu yitirmeleri idi. Hepsi de tamamen şu andaydı. Öyle ki gözlerini açıp baktıklarında, o akılla irtibata geçmiş, kim olmak istemediklerinin, kim olmak istediklerinin bilincine varmış, bunu seçmiş olarak, gözlerini açtıkları zaman, 15-20 dakika geçmiş gibi gelir. Oysa 1 saat 20 dakika geçmiştir. Peki bunun arkasındaki bilim ya da fizyoloji nedir?

İş, yaratıcı merkeze, ön loba geliyor. Beynin %40'ı ön lobdur. Ve burası gerçek bir olasılıklar atölyesidir. Bu insanlar kuantum alanından yeni olasılıklar seçerken ve şu anda gelecekteki gerçekliği yaşarken, net bir niyeti yükselmiş duygu ile birleştiriyordu. Ve bu arada, dış dünyadaki insanlarla, nesnelerle, yerlerle bağlantılarını kesmişlerdi Bedenleri ve beyinleri trans halindeyken bir bedenleri olduğunu unutmuşlardı. Hayatlarındaki insanları, cep telefonlarını, tüm nesnelerini, bilgisayarlarını, evlerini unutmuşlardı. Hatta nerede oturduklarını, gitmeleri gereken yeri bile unutmuşlardı. Bedenleri şu andaydı, zamanın ötesine geçmişlerdi. O an hiç kimse, hiçbir şey, hiçbir yerde, hiçbir zamandaydılar. "İlginç" dedim, "bu iş beyinde nasıl oluyor?" 

Şimdi, ön lob bir anlamda ses kontrolü gibidir. Ve o sırada sizin bildiğiniz her şeyin içinde bulunduğu, tüm devrelerin sesini kısıyor. Dış dünyanızdan gelecek her türlü uyarıcıyı kapatıyor, duyu mekanizmanızı, motor duyularınızı kapatıyor. Sizin saat kaçta, nerede olacağınızı düşündüren devreleri soğumaya alıyor. İşte o an zihninizdeki düşünceler deneyime dönüşüyor. Ve kuantum perspektifinden zaman ve mekan mefhumunu yitirip, bu 3 boyutlu gerçeklikten çıkarak olasılıklar dünyasına giriyorsunuz. Nitekim Einstein da; "Zaman ve mekan içinde yaşadığımız koşullar değil, düşündüğümüz yollardır" demiştir. İnsanlar tam anlamıyla şu andaydılar. Ne geleceği tahmin ediyor, ne geçmişte yaşıyorlardı.



Blogger tarafından desteklenmektedir.