Header Ads

Saf Sevgi, Birlik, Teklik ve Tevhid, Bir de Joe Dispenza'dan Dinleyin / Joe Dispenza Türkçe 39


İnsanlar olarak duygular, sahip olduğumuz en güçlü tezahür araçlarından ve kaynaklarından biridir. Bu, kendi duygularımızın inşa edeni olarak - özgür iradeye sahip olduğumuz için - her an nasıl düşüneceğimizi, hissettiğimizi, hareket ettiğimizi ve hayatımızdaki insanlara, koşullara ve durumlara nasıl tepki vereceğimizi seçme fırsatına sahip olduğumuz anlamına gelir.

Bu çalışmayı öğretmeye başladığımdan beri, öğretilerimin temel uygulamalarından biri, insanların duygusal durumlarını istedikleri gibi değiştirebilmeleri için kendi kendilerini düzenlemelerine rehberlik etmek ve mümkün kılmak oldu; yani hayatın kurbanı olmaktan çok hayatta etken unsur olmak. Neden? Seçimlerimizin bilincine vardığımızda, doğal olarak sevme yeteneğimizi sınırlayan seçimlerden ziyade daha sevecen olanları yapmaya yöneliriz. Tabii ki söylemesi yapmaktan daha kolay. Sonuçta bu uygulamada ustalaşmanın merkezi kalp ve beyin tutarlılığıdır.

Aristoteles ve eski Yunanlılar, diğer şeylerin yanı sıra, "ilk nedeni" tartışmasıyla ünlüydü. Esasen bu, evrendeki her "şeyin" bir "şey" den ortaya çıkmış olması gerektiği fikridir. Başka bir deyişle, bu, her neden zincirinin başlangıçtaki kaynağa geri dönmesi gerektiği anlamına gelir. 

Filozoflar ve ilahiyatçılar bu argümanı zamanın başlangıcından beri tartışırken, bilimin mistisizmin yeni dili haline geldiği üçüncü milenyumun başında, bu ilk nedene Yaratıcı Kaynak diyebiliriz. Bu yaratıcı enerji özünde saf sevgi, birlik ve bütünlüktür. Bu tekillik noktasından  -her şeyin birbirine bağlı olduğu bu alandan - biz (her biri bireysel bilinç olarak) bu 3 boyutlu yoğunluk ve insan fizikselliği gerçekliğinin içine indik. Belki de bu fiziksel gerçekliğin en tanımlayıcı yönü, bizi madde alemine bağlayan ve deneyimlememizi sağlayan duyularımızdır. Aslında, gördüğün, duyduğun, kokladığın, tattığın veya dokunduğun her şeyi alıp çıkartırsan, bu 3 boyutlu realiteyle ilgili hiçbir deneyimin olamazdı.

Kaynaktan, saf sevgiden veya tekillikten bu 3 boyutlu yoğunluk gerçekliğine indiğimizde, bu realitedeki her şeyi ayrı olarak deneyimlemeye başladık çünkü maddeyi ancak böyle deneyimleyebiliyoruz. Duyularımızla algıladığımız en yavaş frekans olarak, nesnelerden insanlara, yerlere kadar her şey uzay ve zamanda ayrı ve yerelmiş gibi görünür. Bu nedenle, bu gerçekliği duyularımızla deneyimlemek, "Ben buradayım ve sen oradasın ve aramızda bir uzay okyanusu var" demektir. Maddi dünya duyularımız aracılığıyla deneyimlendiğinden, bizi bu ayrılık yanılsamasına kandırmak duyularımızın doğasıdır. Bu olduğunda, kökenlerimizi veya Yaradan, birlik, bütünlük veya saf sevgiyle olan bağlantımızı unutmak çok kolay hale gelir.

Duyularımız stres hormonları tarafından arttığında, ayrılık veya bunun var olan tek dünya ya da gerçeklik olduğu inancı  daha doğrusu yanılsaması, inanç sistemimize iyice nüfuz eder. Potansiyel bir tehlike algımız, dış çevremizdeki tehdit veya fiziksel bedenimize zarar verebilecek herhangi bir şeyden kaynaklanan stres hormonlarının uyarılması, bedenden oluşan bu 3 boyutlu realitede maddi olan her şeye dikkatimizi çekmemize neden olur. Sonuç olarak, maddi dünyaya odaklanmamızı daraltır da daraltırız. Dikkatimizi verdiğimiz yer enerjimizi yerleştirdiğimiz yer olduğundan, tüm dikkatimiz ve enerjimiz bu 3 boyutlu gerçekliğe yatırılır. Bu nedenle, istediğimiz şeyi elde etme çabası içinde maddeyi değiştirmeye çalışan maddenin kurallarına göre oynamak durumunda oluruz ki bu da zaman alır.

Öyleyse, bu kendi kendini sınırlayan duygularla ne kadar çok yaşarsak, dualite ve kutupluluk fikrine ne kadar çok alışır ve yerleşirsek; o kadar çok yoksunluk ve ayrılık buluruz. Yani iyi ve kötü; doğru ve yanlış; geçmiş ve gelecek; sevgi ve nefret; gibi gibi gibi... Bu dualite bilincini kabullenme derecemiz, aynı zamanda duygularımızın kurbanları olma derecemizdir. Bu bilinç düzeyinin arkasındaki destekleyici inanç, eşyanın benim için değil, benim başıma geldiği fikridir.

Dualite bilinci, aslında kendi gerçekliğimizin mimarları olduğumuz gücünden feragat eder. Bizi ayrılık ve ikilik içinde yaşarken bırakan bir fikirdir. Böylece kendimizi dış dünyamızda iç dünyamızdaki eksiklik, yoksunluk veya ayrılık hissini ortadan kaldıracak bir şey beklerken buluruz.

Tevhid bilinci ise, her deneyimin öğrenmek, büyümek ve ilerlemek için bir fırsat olduğu ve deneyimden kazanılan bilgiden yeni bir gerçeklik inşa etmek için bilgelik gücüne sahip olduğumuzu varsayar.

Yeni bir gerçeklik inşa etme arzumuz varsa, enerjimizi ayrılıktan bütünlüğe ve birliğe doğru yükselterek başlamalıyız. Bu, enerjimizi birleşik alana yatırmamızı, dikkatimizi maddeden uzaklaştırmamızı ve odağımızı bu görünmez enerji alanına açmamızı ve bu 3 boyutlu realitede bilinen ve maddi her şeyle tüm ilişkilerimizin ötesine geçmemizi gerektirir.

İşte, yüksek duyguları ne kadar çok uygularsak ve kalp tutarlılığı oluşturursak, o kadar çok vücudumuzda yaşayan bir varoluş şekli haline gelirler. Bu duygular varlığımızın her hücresine sızmaya başladığında, bütün hissetmeye başlarız ve kalbimizden yayılan alan bizi daha büyük bir şeye bağlı hissettirir. Şimdi daha az yoksunluk ve ayrılık içinde yaşıyoruzdur ve bu, dualite ve kutupluluktan çıkıp birlik ve Yaradana geri dönmemize neden olur.

Saf sevgi indiğimiz yerdeyse, o zaman daha bütün ve bağlı hissederiz, daha az eksiklik, ayrılık veya istemek olur. Çünkü istediğimiz şeye zaten sahip olduğumuzu derinlerde hissederiz.



Blogger tarafından desteklenmektedir.